Yıl: 18  Sayı: 207 Mart 1999              
Şubat
1999
 
Baş Sayfa
Başliklar
Arşiv
 
E-mail
 
 
Internet Özel

 Önderlik
 Şehitler
 Tanıtım
 Kitaplar
 Resimler

(Sayfalar hazırlık aşamasında)

 

[ Bir önceki | Bir sonraki ]  

Devrim, güzellik yaratıcısı eylemdir

PKK Genel Başkanı Abdullah Öcalan yoldaş değerlendiriyor...

Çoktan yenilmiş, ihanete uğramış, oldukça teslimiyetçi ve en temel insani, toplumsal, ulusal var oluş nedenlerine yabancılaşmış bir kişilikten; başta yengiyi, öze dönüşü, direnişçiliği, toplumsallığı ve ulusal düzeyi yakalamaya çalışan ve bunu da yeniden bir dünya görüşü, örgüt ve eylemiyle gerçekleştirmeye çalışan bir hareketin, bir partinin değerleri olarak burada yoğunlaşıyoruz ve kendimizde bir başarıyı yaratmak istiyoruz. En başta yapılması gereken, kendinizi bu kavramlar temelinde gözden geçirip, gerekli hususlara kavuşturmaktır. Sizin en temel işiniz, gece gündüz demeden bu noktalarda yeterliliği yakalamaktır. Bu sizin işiniz. Bireyin, daha çok kendisini sorgulayarak varması gereken bir sonuç, amaç oluyor. Eğitim bunun için hayatidir. Bu kadar ağır sorunlarınız varsa, çözüm için artık kendinize yüklenmekten başka çareniz yoktur. Sizin yarattığınız karmaşayı, düşman bile bu kadar yaratamaz.

Bu kadar yenilgili, yetmez, öze ters, yabancı, toplumsallığın asgari gereklerine anlam veremeyen, yurtseverlik, toplumsallık kavramlarını öze indirgemeyen, daha da önemlisi; bunun doğru örgütünü, savaş tarzını hiç kendisine sormayan bu kişiliğinizle, bırakın kurtarıcı olmayı, kurtarılmanız bile mümkün değildir. Nasıl ki yenilmiş toplumlar, halk yığınları tanrıya sığınır, yalvarırsa; şu anda sizin de parti içindeki konumunuz, her türlü ikiyüzlülük ve kendini kandırma ile birlikte, bazen yalvarma, teslim olmadır; bazen fitne fesatla isyan etme, ona küfretmedir. Genel toplumdaki kişilik, kendisini almış parti içine taşırmış. Bırak bir devrimci kişilik için başlangıç olmayı, iyi bir ihanete, iyi bir ölüme götürür. Bunda gerçekten biraz çaresiz kalıyorsunuz. Sanki çaresizliği aşamayacakmış gibi bir tutum ve davranış içindesiniz. Bu da düşmanın istediği bir şeydir, getirdiği bir konumdur.

Çok ciddi kendinizi sorgulamanız gerekir. İlişki tarzınızda, eğitime yaklaşımınızda, genelde bütün yaşamsallık hususlarında, kendinden geçmiş, "benden hayır çıkmaz" der gibi bir havanız var. Adeta ucuz bir ölüme sonuna kadar yatma psikolojisindesiniz. Neden böylesiniz? Direniş, önce bu bireyin kendine karşı olmak zorunda. Bu yaramaz kişiliğinize karşı bir direniş, bir iç kurtuluş hareketini yapmanız gerekiyor. Bu kişilik, eğer bir şey yaratamıyorsa, bir şey başaramıyorsa, demek ki orada bir yetmezliği var, bir yanlışlığı var. Eğer bu aşılmazsa ne olur? Bu sizi teslimiyete, inkara, yenilgiye ve başkalarının kulu kölesi olmaya ve hatta ucuz ölümün aracı olmaya götürür. Bu açık, siz başka türlü kendinizi bu işin altından sıyıramazsınız. Bırakalım başkalarını kurtarmayı, siz önce kendinizi kurtarın. Varsa gücünüz, önce kendinizdeki yaramazı, yetmezi, zavallıyı yenin. Acaba içinizde kimler var, kimler yok? Bir sorgulasanız, bana göre içinde her tür sahtekar, korkak, dönek, düşkün, sorumsuz, zavallı, güçsüz, yenilmiş, yalvaran, yalancı, münafık... hepsinden var. Siz bunlarla güçlenemezsiniz. Siz bunlarla sağlıklı bir zenginlik, sağlıklı bir örgüt olamazsınız. Demek ki önce iç kurtuluş mücadelenizi, bu saydığımız kişiliklere karşı vermeniz gerekiyor. Ve bunlar da başkalarının size aşıladığı soysuzluklardır. Şimdi siz şöyle davranamazsınız: "Ben ne yapayım! Gelen bana tecavüz etti, her türlü piç bende gelişti". Böyle bir savunma çok ahlaksızcadır. Haydi bir piç, iki piç, üç piç, ama on tane, yirmi tane piçe siz nasıl izah bulacaksınız? Böyle tecavüze uğramışsınız. Biraz amiyane tabirle, daha iyi anlamanız için söylüyorum. Veremediğiniz ideolojik kurtuluş, veremediğiniz örgütsel kurtuluş, veremediğiniz başarı tarzı, sizin böyle adlandırılmanıza yol açar. Çok açık. Kendini tecavüzden kurtaramayan, kendini işte böyle sonuçlara götüren, tamamen yenilmiş, düşmüş bir kişilikten, başaramayan bir kişilikten ne çıkar? Burada giriştiğiniz diğer bir yaklaşım da; "ben ağlarım sızlarım. Ben kendimi yere atarım". Bu da tecavüze uğramış kişinin ruh halidir. "Beni vurdular, bilmem bana ne yaptılar!" Peki ben ne yapayım seni vurmuşlarsa, sana bilmem ne yapmışlarsa! Ben de sana diyorum ki "Diren, şimdi intikamını al, şimdi akıllı ol, şimdi bir şeyler yap". Buna da dersen "ben yapamam", o zaman sen düşkünsün, senden hiç hayır çıkmaz. Sen bile bile düşkünlükte ısrar ediyorsun, o zaman gelen sana her istediğini yapar. Bunun başka yolu yoktur. Ağla. Ne ağlayacaksın! Ağlayana kimse acımaz. "Yere atarım kendimi, intihar ederim!", bu hiçbir şeyi değiştirmez. Bu böyledir.

Aslında artık sizin sorununuz siyasi değil, ahlakidir

Hayat kanunu karşısında konumunuzu sağlam kılmanız gerekiyor, kendinizde bir iç savaşı vermeniz gerekiyor. Eğer bu doğru verilirse; bu sorunların üzerine hücum edersiniz, duygulardan tutun en amansız bir savaş eylemine kadar müthiş üzerine gidersiniz. Eğer böyle bir kişilik oluşursa sizde, eski kişiliğin yerinde yeller eser ve hücum kişiliği ortaya çıkar. Hücum kişiliği, her konuda hücum kişiliğidir. İdeolojide fethedicidir. Örgütlenmede, her türlü pratikte, yemek yemede bile fethedicidir. Hangi soruna el atarsa çözer. Bakar, anlam verir; noksanlığı görür, tehlikeyi görür, başarısızlığı görür ve her an ona cevap yetiştirir. Çözüm kişiliği, kurtuluş kişiliği budur. Kendinize bakın; hep ağlıyorsunuz, hep "Şuram söküldü, buram döküldü, şurada bilmem bana ne yapıldı, burada tıkandım, burada uzlaştım, burada bastırıldım" diyorsunuz. Bu da doğru değil. Bunu aşmanız lazım. Ben ne yapayım, başka türlü Allaha yalvarır gibi partiye mi yalvaralım, Önderliğe mi yalvaralım! Olacak iş değil.

Biz, bu teslimiyet ideolojisini çoktan terk ettik. Siz ise bu teslimiyet ideolojisi nedeniyle sanırım kendinizi doğru değerlendiremiyorsunuz. Belki de kendinize gücünüz yetmiyor. Ama o zaman da her şeye razı olmalısınız. Gelen sizi satın alır, gelen sizi öldürür, gelen sizi bastırır, gelen sizin elinizdekini alır. Tabii parti içinde olduğunuz için de partiyi satarsınız, bir eylem olur imhaya götürürsünüz. Ve oluyor da, her gün bunlar karşımıza çıkıyor. Düşünülmemiş, anlamsız bir eylem, beş-on yoldaşı birden götürüyor, hem de hiçbir başarıya gitmeden. Bu ne demektir? Bu, "ben hep vurulurum" demektir, "ben sadece dövülürüm" demektir ve "hep yanlış yaparım, yani hep kaybederim" demektir. Buna kılıf giydiremezsiniz, bunu savunamazsınız. Şaşırıyorum sizin gerçekliğiniz karşısında. Kendinizi bile savunamıyorsunuz, ölüm konusu olmaktan çıkaramıyorsunuz. Kimse PKK, adına önderlik adına size, "Gidin kendinizi imhalık bir eylemde bitirin" demedi. Hayır! Önderlik, an be an yanlışlıklara karşı müthiş direnme; yanlış karara, yanlış eyleme, yanlış tarza karşı müthiş direnme ve çok sınırlı imkanla bir başarı adımını atma gücüdür. Siz bunu böyle görüyorsunuz, ama gidip tek bir tane doğru uygulama adımına sahip olamıyorsunuz. Ne olacak o zaman sizin haliniz?

Bu duruma son vereceksiniz. Bağımsızlık ve özgürlük savaşçılarısınız. Ben bile olsam, yanlışlıklarıma başkaldırın. Çünkü ortada bir can var, ortada tehlikeli bir durum var. "Sırf aram bozulmasın diye uzlaştım, konuşamadım, güç getiremedim" demek yanlış. Bunların hepsi tehlikeli. Bir devrimci olarak bir defa tüm bu hususlarda kesinlikle radikal bir değişikliğe ihtiyacınız var. Sizin durumunuz gerçekten bana her gün tanrıya yalvaran köylüyü veya patronuna sığınan işçiyi veya köle bir halkın sömürgecisine kapılmasını andırıyor. Bu da kurtuluşçuluk değildir. Ayıptır! Aslında artık sizin sorununuz siyasi değil, ahlakidir. Sizi ideolojik, siyasi, askeri olarak çözmekten ziyade, artık ahlaki olarak çözmek gerekir. Çünkü bu kişiliğiniz büyük ahlaksızlık içeriyor.

Davranış olarak çok bitiksiniz. Sorunlarınız ideolojik değil, moral düzeyindedir. İdeolojik, örgütsel, askeri sorunlara güç getiremiyorsunuz. Neden? Moraliniz yok, ahlakınız yok, irade yok, sağlam duruş yok. Dolayısıyla bu eğitsel savaş, en önemli savaş oluyor. Hatta bu savaşı başarırsanız, diğer savaşlara doğru adım atarsınız ve bunu artık sağlamak biraz da elinizde. Şimdiye kadarki bütün yaşam kalıplarınızı, hatta devrimcilik sandığınız birçok şeyi sorgulayın. Benim için şu husus çok önemli: Herhangi bir ilişkide bariz bir hatadan ötürü çok önemli bir devrimci silahı elden düşürmüş. Yanlız silah mı, en değerli varlıklarımızı düşürmüş. Şimdi bu, bir defa sizi aylarca düşündürmeli. Neden buna yol açıldı? Hatta uykuyu bile kendinize haram etmeli "neden böyle oldu?" diye düşünmelisiniz. "Ben önleyebilirdim, ben aşabilirdim, ben doğru yapabilirdim, ama neden yapmadım?" diye gerektiğinde sabaha kadar kafanızı dövmelisiniz. İşte bu kişilik oluşmazsa sizde, o sokaktaki kişilikler gibi çarpık olursunuz. Bu nedenle şu daha iyi anlaşılıyor: Buna rağmen siz bu kişiliği yaratamazsanız, ajansınız demektir. Ajanlık şu anda anlaşılıyor ki bizde binbir türlüdür ve en tehlikelisi de en safça, iyi niyetlice yapılanıdır. "Ben iyi niyetliyim, ben safım, ben devrim için düşünüyorum", ama sen çok temel bir sorunda kendini çözemediğin, kendini sorumlu kılamadığın için, bilinçli ajandan daha kötü bir rol oynuyorsun.

Şimdi bu sizde yaygın ve bunu böyle çok uyduruk bir gerekçeyle de örtbas ediyorsunuz, geçiştiriyorsunuz. Şu anda benim en çok uğraştığım; ne TC'nin füzeleridir, ne "şuraya şöyle saldıracağız" demeleridir, ne şu devletin tavrıdır, ne halkın içinde bulunduğu durumdur, ne de PKK'nin şu veya bu durumudur. Tam tersine asıl sorun, sizin bu duruş şeklinizdir. Çünkü adeta arabayı atın önüne koymuş, yürütmeme niyetindesiniz. Çok tehlikeli bir durum. Başarıyla yürümek istiyoruz. Ama önüne takoz koymuşsunuz veya kendinizi önüne bent yapmışsınız. "Bizden bu kadar" yaklaşımıyla, şu anda objektif olarak önemli oranda devrimi durdurma gücüsünüz. Bunun adı "iyi niyet", bunun adı "elimden bu kadar gelir", bunun adı "ben ne yapayım, böyleyim, aşamıyorum kendimi". Yani bahanesi çok. Ama gördüğünüz gibi çok tehlikeli. Bizim halkımız, köylülerimiz iyi niyetlidirler, çalışırlar, ama hiçbir şeye de sahip olamazlar. Bunu siz kadercilikle de değerlendiremezsiniz. Bir kadercilik konusu olamaz. Bana göre aşılması kesinlikle mümkün ve hatta emredicidir. Yeter! Kaldı ki bu kişilik çözümlenmiştir. Bunda ısrar yeter! Bırakın artık. Ne satılıyor, ne alınıyor; ne yapıyor, ne yaptırıyor; ne yürüyor, ne yürütüyor. Dediğim gibi, bir engel kişiliği.

Bunu önemli görüyorum. Bunu çözmeniz, bunu aşmanız, kendinizi bu durumdan kurtarmanız gerekiyor. Samimiyetinizi, bunu böyle gerçekleştirmede ancak kanıtlayabilirsiniz. Başka türlü size inanmamız zor. Bir sonuca gitmiyorsa, bir büyük gelişmeye kendini yatırmıyorsa, ben ne yapayım? Kabul edersek sizin bu duruşlarınızı, bütün yenilgilere şimdiden kendimizi yatırmış olacağız. Önderlik bunu normal görürse gelişme durur. Herhalde bunu bize düşman bile yaptıramadığına göre, sizinki demek ki düşmandan daha tehlikeli oluyor. İyi niyet burada çok kötü, sıradan duruş çok kötü. Neden? Çünkü düşmanın sağlattıramadığı yenilgiyi, bu kişilik sağlattıracak. Bunun için devrimcinin eğitimi her şeyden önce gelir. Devrimci, kendini, tüm sorunlarda çözücü, tüm adımlarda başarılı, tüm vuruşlarda koparıcı, tüm bakışlarda fethedici kılamazsa, o devrimci devrimci değildir. O devrimci beladır, o devrimci yenilgi zeminidir. Bu konularda uyanık, sonuç alıcı olmaktan başka çareniz yok.

Kendinizi burada böyle bir devrimci tanıma ulaştırmanız gerekiyor. Bu duruş tarzınızı önce aşacaksınız. Yani sürekli düşünebilen, sürekli doğrulara hücum edebilen, sürekli görebilen, sürekli doğruyu yaptırabilecek kadar gücü ortaya koyabilen bir kişiliğiniz olacak. Her yerde ve her zaman, her şeye ve herkese karşı doğruların dili olacaksınız. Devrimci korkmaz, yılmaz. Gerektiği yerde konuşur, gerektiği yerde yürütür, gerektiği yerde kendisi her şeyi üstlenir. Devrimci budur! PKK'nin de devrimciliği budur! Önce bu tarifte anlaşalım ve bu tarifin gereklerini yerine getirelim. Lafı uzatmadan, evirip çevirmeden diline dolayıp ayağına bağlamadan, hakiki devrimci tanıma kişiliğimizde yanıt verelim. PKK devrimciliği, herhangi bir direnişçilik değildir, herhangi bir siyasetçilik, örgütçülük, hatta herhangi bir savaşçılık değildir. PKK Önderliği'nde özellikle çok özgün, özgün olduğu kadar çok belirleyici, hatta çok vazgeçilmez bir devrimcilik tanımı vardır. Bu devrimciliğin bir çalışma tarzı, ister yaşam, ister savaş konusunda bir koparıcı tarzı vardır. Ona burada ulaşacaksınız. Özgünlük burada. Yani herkesin kendine göre bir savaşçılığı olamaz. Olursa yenilir bu ülkede, anı anına imha olur. Çok hassas bir nokta. Tekrar söylüyorum; iyi niyetlisiniz, kendinizi savaşa adıyorsunuz, ama bu tarzla bütünleşemezseniz, gerçekten ölümünüz kaçınılmazdır. Aslında şimdiden ölmüşsünüz de, kararı vermişsiniz de. Yarın şurada-burada infaz edileceksiniz. Durumunuz bu kadar tehlikeli.

PKK başarıyor sürekli Acısı, sıkıntısı büyüklüğüdür

Bunu önlemenin yolu; en zor bir problem de olsa, bu Önderlikte kendisini bulmaya çalışan devrimcilik tanımında, onun yaşam ve savaş tarzında, en azından "beni yaşatabilir, beni savaştırabilir" diyecek kadar kendinizi inandırıcı, bilinçli, örgütlü, kararlı kılacaksınız. Benim paylaşabileceğim, benim kendisi ile birlikte olabileceğim, benim kendisine güvenerek "başarabilir" diyeceğim devrimci kişilik, PKK kişiliği, PKK militanlığı, PKK yoldaşlığı böyledir. Bunun dışındakilerde ben yokum. "Ben anlaşamam, ben birleşemem, ben savaşamam, ben yaşayamam, ben yürüyemem" kişiliği sizin olsun. Nerede nasıl kullanırsanız kullanın, ben yokum onunla. Bunu da kesinlikle kulağınıza küpe etmenizin önemini vurguluyorum. Öğrenin önce ve sürekli yoğunlaşın, iç savaşı yeterince verin ve bu işe böylece gerçek PKK tarzına göre, özüne göre bir çıkış yaptıralım. Zaten bu temelde, bildiğiniz gibi PKK sürekli başarıyor. Şehidi olması büyüklüğüdür. Acısı, sıkıntısı büyüklüğüdür. Kaldı ki kimse yılmadı bu işten; kimse "Ben yandım yakıldım" diye şikayet etmedi. Ateşle kendilerini yakanlar bile en ufacık bir of bile demediler. PKK gerçeği budur. Hiçbir savaştan yılmadılar. Aslında PKK bu anlamda hiç kaybetmedi. Kaybedenler, kaybettirenler farklı. İşte onu burada açığa çıkarıp aşarsanız, gerisi zafer, zafer, zaferdir. Bu kişiliği yakalıyorsunuz. Bunu arıyor, bunu kendinize içiriyorsunuz, adeta hücrelerinize kadar yediriyorsunuz. Varsa o bütün olumsuz mikropları, virüsleri, bu aşı ile hepsini boğuyorsunuz. Yerine, sağlam ve diri bir kişilik çıkarıp yaşıyor, her türlü mücadeleyi veriyorsunuz. Gerisi kabulümüzdür.

Genelde eğitimin özüne, temel amacına ilişkin bunları belirtebilirim. O gördüğünüz dersler hep bunun zenginliğidir, bunun çeşitlenmesidir, ama esas bu sonucu yakalamak içindir. Ordu dersine, partileşme dersine, yaşama ve tüm mücadele sahalarına ilişkin örgütlenme sorunlarına bu özle gidilirse sonuç alınır, bilinç elde edilir, bunun temsili yapılabilinir. Herhangi bir işe bu kişilik ilgi duyarsa, bir-iki denemeden sonra aslında gerekeni rahatlıkla yapabilir. Ama bu öz herkes için şarttır. Nasıl ki can yaşam için şartsa, bu öz de PKK'lilik için şarttır. Nasıl ki can olmadan hiçbir yaşam yoluna, tarzına girilemezse, bu öz de olmazsa hiçbir PKK görevine doğru yürünülemez. Öz, candır burada; öz, bir araba için benzindir. O olmadan araba nasıl ki bir hiçtir, bu öz olmadan da PKK'lilik bir hiçtir, savaşı bir hiçtir, direnişi bir hiçtir, eylemi bir hiçtir. Evet, tıpkı bir arabanın benzinsiz bir hiç olması gibi.

Bunun için engeller varsa hücum edin, vurun kendinizi. İçinizdeki düşmanı vurmaktan korkmayın. Vurun! Belki acı içinde kalabilirsiniz, ama sonuçta mutlak size gerekli olanı kazanma kişiliğine ulaşacaksınız. Düşüncede vurun, davranışta vurun, moralsizlikte vurun, örgütsüzlükte vurun, kararsızlıkta vurun. Tüm yanılgılı, yalanlı yanlarda vurun, korkularda vurun, yüzeysellikte, rastgele uzlaşıcılıkta vurun. Vurun ha vurun! Sonuç ne olur? Müthiş bir kişilik çıkar. Bununla ancak PKK denilen olayda savaşçılık yapabilir ve başarabilirsiniz. Eğitim konularına yönelirken, ilkin bu hususa dikkatinizi çekiyorum.

Bir taslak daha yazmışsınız. Bu kızların taslağı oluyor. Bilemiyorum, şimdi bu konularda da bazı şeyler söylüyoruz. Olabilir, böyle bir iç yoğunlaşma da olabilir. Bu kadın devrimi, kadın örgütü, YAJK gerekli bir şey. Hem de ekmek-su kadar gerekli. Hele buraya gelen kadın için her şeyden önce gerekli. Mevcut toplum, egemen, baskıcı, sömürücü. Bizim bitirici toplum gerçeğinde bir silah hakimdir. Nedir o silah? "Önce kadını vurun, önce kadını düşürün, önce kadınla düşün, önce kadınla bilmem ne yapın". Bu silahla bu toplum, bizde ise bu sömürgecilik yürüyor. Dolayısıyla geç de olsa, yetersiz de olsa, bu hususta vurgulamaya çalıştığım, belirlemeye çalıştığım; önce kadında kurtuluş! En son düşünülen bir şeyi ben en öne alıyorum. Çünkü şunu iyi görebildim ki, önce bu ilişkide kurtuluş olmazsa, bütün kötülüklere kapı aralanıyor. Demin söylediğim devrimci tanımın gelişmeyişinin en temel nedeni, "önce kadını bilmem ne yapalım, önce kadını düşürelim, önce kadını alalım, satalım, kullanalım, evlenelim, aşk yapalım" yaklaşımıdır. Sınıflı, erkekli, yenilgili ve bitmiş tükenmiş toplum gerçeği, önce bunu esas almış. Onun silahı bu. Nasıl bunu tersine çeviriyoruz? İşte YAJK biçiminde. Vurulan yerde vurmayı bilmek; YAJK biraz bu.

Vurulan ilişkiden vuran ilişkiye geçebilmek! Tümüyle kaybettiren ilişkiden kazanmaya götüren ilişkiye gidebilmek! Bunu iyi tespit ettik ve cesaretle bazı yaratıcı, özgün adımlar attık. Biraz durum olumluya gidiyor. Yani o meşhur, CIA'nın "önce kadını vurun" emrinin karşısında, biz de "önce kadını kurtar" veya "önce kadın kurtuluşu" diyoruz. Öyle anlaşılıyor ki, bu da kilit bir mesele. Kendini kurtuluşa yatırmayan kadın, aslında en tehlikeli, düşürücü araç oluyor.

"Önce vurun" emrini yalnız fiziki anlamda anlamayın. "Önce kadını vurun" demek, "kullanın" demektir, "ajan yapın" demektir, "elinize alın" demektir. İşte şu anda emperyalizm, bu kadınla sınıf savaşımını kendi lehine çevirdi, bütün geri toplumları kendisine bağladı, hatta felç etti. Medya ile özellikle, zihinleri ve ruhları istila edercesine fethetti. Bizim önderlik gerçeğimizde ise, "bunu acaba tersine çevirebilir miyiz?" gibi bir arayış var. Bu arayışta bazı sonuçlara ulaşılmış.

Dolayısıyla PKK'deki kadın, önce kendini kurtarması gereken kadındır. PKK'deki kadın, en radikal bir değişime kendisini yatırması gereken kadındır. PKK'deki kadın, bir an bile bunu ihmal etmemesi gereken kadındır. Ederse ne olur? Ederse bizi vurur, tehlikelidir. Dolayısıyla hiç orduya almamamız gerekir. Bazı ordularda niye hiç kadın yoktur? Çünkü tehlikelidir, çünkü ordunun savaş gücünü Ğegemen sınıflar temelinde tabiiĞ felç eder. Kadının objektif gerçekliği buna yol açar. Yani kadın kendine göre bir ordu içinde objektif ajan gibidir. Cins özellikleri, kölelik özellikleri; genelleşmiş, işgal edilmiş bir kişilik olduğu için her davranışı erkeğin disiplinini bozar. Erkek de biraz egemenlikli bir erkek olduğu için "kadını ele geçireyim" der. Yani önce savaşı onun üzerinde yoğunlaştırır ve kadın da kendini orada intikam aracı gibi satmak ister. "Şu yöneticiye, şu kişiye satayım" diye muazzam bir iç savaşa götürür, ki toplumumuzda bu çok belirgindir. Sonuç; ordu bozulur, toplum bozulur.

Nitekim bizde birçok kan davaları kadın temelindedir. Bu çok açık. Toplumu kırıp geçiyor. Kadının mal olma durumu, tecavüze uğramış durumu Ğyani haşa amiyane tabiriyle söylersekĞ kerhanelik durumu buna yol açıyor. Bir kerhanenin hiç olmazsa bekçisi vardır, ücretle girer çıkar, ama toplumdaki kadın Ğki aileler korumak istiyor, o koruma da sınırlı olduğu için parçalanıyorĞ sonuçta kadın korkunç derecede herkesin işgal aracına dönüşüyor. İşte buradan büyük bir tehlike çıkar. Ve şu anda CIA, emperyalizm, kadını dünya çapında ulusal, sınıfsal kurtuluş hareketlerinde böyle kullanıyor. Gerçekten de, bunda başarıya da gitmiştir. "Önce kadını vurun" demesinin altında yatan gerçeklik bu.

Dolayısıyla bizim kadını tersine çevirmemiz anlaşılmalıdır. Daha fazla kadının burada kendisini kurtuluş kişiliğine dönüştürme zorunluluğu vardır. YAJK, şu anda aldığımız genel bir tedbirdir. Bunun içini doldurmak gerekecek. Hiç ertelemeksizin, hatta savaştan önce içini doldurmamız gerekiyor. Aksi halde dıştalamak gerekecek. Bu çok açık bir konu. Bu devrede, özellikle daha derinliğine yapılması gereken bir yoğunlaşmadır bu. Ne yapıp yapıp, kadın önce kendisinde çareyi bulacak. O objektif genel zemin ajanlığına bir özgürlük hançeri indirecek. Ki, aslında Semalar, Zilanlar bu kadına karşı iyi bir hançerdir. Bununla kadın ne oluyor? Müthiş savaş aracı, kurtuluş aracı oluyor, aşk aracı oluyor. Bunlar önemlidir. Tekrar söylüyorum; çerçevesini, içeriğini doldurmazsanız, ordu bozulur ve zaten dediğim gibi kendi elimizle kendimizi vurmuş oluruz.

Böyle bir yaklaşım gücümüz var. Belki zordur, ama kadının ordulaşmaya girmesi demek, eşitlik ve özgürlüğün en radikal adımını atması demektir. Onun gereklerine göre büyük olunmazsa, bu yalancılık olur, kendi kendimizi bitirme olur. Çünkü hiçbir ordu böyle yapmamıştır. Yaparsak radikal çözümü de böyle olacaktır. Burada yalnız savaş aracı için değil, kurtuluş kişiliği için değil; bu, aslında yaşam kişiliğini elde etmek içindir de. Adı kadın; şu anda bu kadar bu işle uğraşan birisi olarak, bu kadınla zor yaşanılabilinir diyorum. Önderlik bunu söylerken, sadece kendisi için söylemiyor. Yani genel ulusal, siyasal, örgütsel, savaşsal durumu gözönüne getirerek bunları söylüyor. Genel bir değerlendirmedir bu. Aynı şey erkek için de geçerli. Özgür kadın sözkonusu olduğunda "bu erkeklerle yaşanılamaz" denilmeli. Bu da genel bir değerlendirmedir ve öyle laf olsun diye söylenmiyor. Bizim büyük tecrübemize dayanarak söyleniyor. Zaten köle kadın ajanlık temelinde yaklaşır ve bu kesinlikle tasfiye edilmesi gereken bir yaklaşımdır. Özgür kadın sözkonusu olduğunda, mevcut erkek düzeyinin Ğbırakalım zafer kazanmasınıĞ ilk yapacağı iş, özgür kadını bitirmektir.

Zaferi olmayanın aşk yoldaşı olamaz

Erkekle yaşayayım, yaşayabilirim denilemez. Adamın ülkesi yok, adamın özgürlüğü yok, adamın savaşı yok, varsa da hepsi başarısız. Adamın kalbi de yok, adamın bir güzelliği de yok, adamın bir yoldaşlık gücü de, bağlılığı, sevgi gücü de yok. O zaman ne yapacaksınız? "Ajan gibi kendimi satarım, onu satın alırım" yaklaşımı, herhalde bir orduda, bir partide en büyük suçtur. Ben deli miyim bu yaşa, bu kadar yaşamıma büyük bir savaşçılığı sığdırmaya çalışıyorum? Neden? Kabul edilebilir bir erkeklik ölçütü yaratmak için, kabul edilebilir bir kadın ölçütü yaratmak için.

Benim farkım şu; sizin gibi düzeyi düşürmedim, sizin gibi yalvarmadım, sizin gibi "kadınsız-erkeksiz yaşanılamıyor" deyip boyun eğme sürecine girmedim. İnadına direndim. Ulusallık adına, özgürlük adına, ordu adına direndik, sonuçta bazı gelişmeler ortaya çıktı. Ve hatta büyük kadın kahramanlığı, özgür kadın gerçeği ortaya çıktı. Bu bir zaferdir. Bunu arkadaşlar taslakta son maddede de söylemişler; "kadın, aşk, zafer" bağlantısı. İyi. Bunları madem yazmışsınız, hadi bakalım, kadın, aşk, zafer nasıl oluyormuş bana göstermelisiniz. Gücü olana "bravo" derim. Tabii ajanlığa başvurmadan, yalancılığa başvurmadan.

Doğrudur; savaşta zafer, ilişkide aşk demektir. Ama öyle sizin sandığınız gibi, "bir eylem yapalım da kadını kandıralım, erkeği kandıralım" biçiminde değil. Bu rezalet! Zafer farklı bir şeydir. Zafer, düşmanı tüm stratejik, taktik hususlarda yenme gücünü gösteren kişilik demektir. Aşktan önce zafer gerekiyor; zafer kişiliği, zafer yürüyüşü, zafer vuruşu. Aşk onun yanısıra gelir. Aşk, bu anlamda zaferin yoldaşıdır. Aşk, zaferin aşkıdır. Dolayısıyla zaferi olmayanın, aşk yoldaşı olamaz. Ondan sonra kadın gelir. Önce aşk kavramı, aşk kişiliği, zafer kişiliği. Ondan sonra içine bir erkek koy, bir kadın koy, mühim değil. Somutlaştırabilirsin. Şimdi kendinize uyarlayın bunu: Zaferle hiç alakası olmayan, aşk gerçeği ile hiç alakası olmayan kişiliklersiniz. Zaferli, aşklı kadın-erkek de nerede? Çıksın bakalım bir tanesi ortaya. Ama gerekli, hatta savaşın son amacı zaferdir. Zaferin en bayılacağı özellik, aşk özelliğidir ve o da şüphesiz bir kadında somutlaşabilir. Bir erkekte de somutlaşabilir, yani burada cins o kadar önemli değil. Her iki cinste de somutlaşabilir. Buna gücünüz varsa, kanıtlamalısınız. Terbiyeliyseniz, namusluysanız, hadi kanıtlayın bakalım! Önce konuşun, savaşın.

Özellikle biliyorsunuz kadın ve iktidar sorunu çok önemli. Böyle olabilmek için, kadın ve iktidar sorununun çözülmesi lazım. "Kadın, önderlik ve siyaset" deniliyor, doğrudur. Böyle bir sonucun alınabilmesi için, kadının, önderliksel çizgide ve tabii onun siyasetinde militanlaşması gerekiyor. Yine bunun gerçekleşebilmesi için, erkekten ve erkeğin de kadından doğru kopuş esasları gerekiyor. "Kadın ve askerlik" deniliyor; askerlik ordu ve savaştır. Kadının da ordu ve savaş içindeki konumunu amansız ilkeli ve çok pratik kılması gerekiyor. "Kadın ütopyası" deniliyor. Gayet tabii, ütopyası da gerekir. Çok çarpıcı, çok zengin, renkli bir ütopya değerlidir. Benim yaratmak istediğim, Parti Önderliği'nin kadında yaratmak istediği bir özgürlük dünyası var. Ki, erkek de bunun içine alınabilir. Bu hem genel, hem benim özel geliştirmek istediğim bir dünyadır. Hem bir ulus için, hem kendim için, hatta insanlık için. Ve kendimi de bunun örnek kişiliği olarak görüyorum. Özgür olan, aşk-zafer bağlantısında istediğine ulaşandır. Özgürlük istediğine ulaşmaktır, ama zafer ve aşk gerçeğinde bu kanıtlanırsa özgür olduğunu söyleyebilirsin. O zaman da istediğin güzellikle yaşayabilirsin. Çok zor bir mesele.

Tabii özgürlükte, özgür gelişimde bireysellik müthiş bir engel. Şu anda kadında incir çekirdeğini bile doldurmayan bireycilikler var. Yani bence kadının aklı incir çekirdeği etrafında dolaşıyor. Bu aklı çöp kutusuna atmanız gerekiyor. Kadının kendi kurtuluş savaşımını çok güçlü yürütmesi lazım. Kadının sınıfı fazla belirleyici değil bana göre. Cins-sınıf ilişkisinde cins ezilmesi daha belirleyicidir. Sınıfın etkisi de vardır, ama esasta cins özelliklerindeki düşüş, savaş ve örgüt olayına çok tehlikeli yansır. Ajanlık gibidir. Çok netleştirmeniz gerekiyor. Tabii değerli kadın militanlarımızın şehadetleri var. En son, Faraşin yaylasında dört değerli militanımızın, teslim olmamak için, bombayla gerçekleştirdikleri şehadetleri var. Zilan, Sema gibi böyle çok sayıda şehitler var. Fikri Baygeldi de okunabilir.

Buna benzer birçok hususlarda yoğunlaşabilirsiniz. Ama gerçekten çok zor bir konu. Gücünüz varsa uğraşın. Gücü olmayan kadın ve erkek, hiç olmazsa kendini ajanlık zemini olmaktan çıkarsın, "ben zafer, aşk kişiliğine ulaşamıyorum, ama kuru ve yenilgili kişiliğe de alet olmam" desin. Yani olumlusuna ulaşamıyorsa, olumsuzuna da zemin olmamalı. Bu anlamda kendini korumaya almalı. Bunlar sizin devrimciliğinizin abc'sidir, kadının içimizdeki kalışının temel esaslarıdır. Benim bunları söylemem sadece kelime düzeyinde değildir. Bütün bir partileşmeyi, ordulaşmayı bu temelde yürütüyorum. Yürütmek zorundayım. "Keyfimiz var, bireyciliğimiz var, geriliklerimiz var" diyorsanız, ben bunların hepsiyle savaşıyorum. Hatta diğer yönlü de savaşıyorum. Yalnız olumsuzluklarla uğraşmıyorum; "neden olumlu yanlar gelişmiyor? Aşklı, zaferli kişilikler neden gelişmiyor?", bunları da sorguluyorum. Bu da gereklidir. Varsa gücünüz siz de uğraşın. Ama gerçekten birçok alanımızda ortaya çıktığı gibi, kendinizi bitirici temelde değil. Yani CIA'nın "vur" emrine göre değil, bizim "kurtulun" emrimize göre yürütmeniz gerekiyor.

Ayıp değil. Kadın burada tabi ki zafer ve aşk tacına yakın bir tacı giyebilmeli. Yani kişiliğini böyle oluşturabilmeli. Fiziğinden tut hitabına kadar, bakışından tut alımlı yürüyüşüne kadar, emirden tut çok akıllı savaşçılığına kadar, hepsi tüm bu temel hususlarda ĞZilanlar'ın söylediği gibiĞ çok anlamlı ve eylemli yaşam denilen olaya yanıt olabilmelidir. Mümkün mü? Tabii mümkün. Bana göre hep buna öykünmek, özenmek, ulaşmak gerekiyor. Erkek de bu noktada eğer kendisine bir şans verdirmek istiyorsa, onun için de buna benzer bir çıkış gerekli. Kaba erkek gücüyle, kaba erkeklikle, hatta partinin yönetim, komutanlık yetkilerine dayanarak bir zavallı, hatta çaresiz bir kadını yanına alırsan, seni özgürlük adına yargılarlar. "Bu, egemenlerin diliyle namusuzluk yapıyor, bu düşkündür" denilir. Bu suç bile o adamı bitirmeye yeter. Hem morali, hem ilkeyi, hem bizzat güzelliği, birçok çabayla yaratılmak istenileni sen işgal etmişsin. Yani nasıl ki bir aile kızının evine gidip "kızı aldım, kaçtım, tecavüz ettim" dersen ve ailenin öz savunması bile seni ölüme kadar götürürse; sen partinin yetkisiyle, partinin olanaklarıyla gelen kızı düşürürsen veya kız da kendi basit kadınlığıyla bizim fukara, zavallı erkeğimizi düşürürse, bu en büyük suçtur. Bunun cezası idamdır. Çünkü en temel ilkeleri, en temel savaşçılığı öldürüyor. Hem ilkede, hem pratikte boşa çıkarıyor. Bir ajan bu kadar yapamaz. O açıdan zordur. Partinin gücüyle, ne kadın üzerine hakimiyet kurulabilinir, ne de kadın "erkeklerde hakim güç güdüsü durdurulamaz bir şeydir, ben de kendimi ona göre ayarlarsam istediğimi elde ederim" biçiminde yaklaşabilir. Bu, tam bir ajanlıktır. Egemen sömürgeci sınıfların yüzyıllarca uyguladığı bir ajanlıktır. Bunun da tabii ki affedilemeyeceği açıktır. Moral olarak da affedemeyiz, siyasi olarak da, eylemsel olarak da.

Onun için diyorum "ilişki çok zordur bizde". Neden zordur? İşte aşk-zafer bağlantısı nedeniyle çok zordur. Neden ben bu yaşa kadar böyle davranmak zorunda kalıyorum? Aşk-zafer bağlantısından kopmak istemiyorum. Aşk-zafer uğruna bu kadar yaptım, kadınla ilişkilerim daha çok sınırlı. Kadının kendisi zaten sınırlı, onunla öyle aşk-zafer fazla gerçekleştirilemez, onunla öyle yaşayamazsın. Objektif olarak bu böyledir. Yani ortada kadın çok, ama aşk-zafer ilişkisine ters düşersen istediğin gibi yaşayabilirsin. Yani çoğunlukla yaptığınız gibi, kendinizi kandırırsanız yaşarsınız, ama yalnız her şey biter. Yatarsınız örneğin, sabaha kadar leşiniz o odadan çıkar. "Eylem, savaş, örgüt gitsin, ölsün" derseniz, bir de güdülerinizin tam etkisine girerseniz, ancak sizi ipe çekmek gerekir. Zaten sizin yapacağınız bir şey de kalmaz. Nitekim bizde böyle değil mi? Biten erkek-kadın hemen alıp birbirlerini kaçıyorlar. Bir oda bulurlar, işte bitti onun işi! Bu, iyi bir şey midir? Hayır, bu bir bitiştir. Dolayısıyla burada aşk-zafer bağlantısı müthiş. İşte Zilan, Sema, bu konuda aşk bağlantılarına somutta ulaşamadılar, ama direnişte bir sembol olmak istediler. Anlamı bu. Bu çok zor, ama ne yapalım! Gerçeklik, zafer gerçekliği, başka tür davranma fırsatı vermiyor.

Önderlik nedir burada? Önderlik, direnme, dayanma gücü oluyor biraz. Hem olumsuzluğa karşı savaş gücü, hem de aşkı ve zaferi zorlama gücü oluyor. Kadını bu temelde yaşam, özgür yaşam gerçekliğine dönüştürme anlamına geliyor. Bunun için güzellikten tutalım, yeniden, tüm yönleriyle yaratılışa kadar değerlendirme. Tabii Önderlik burada büyük bir hassasiyette olacak. Dikkat edilirse başkaları diyor, "Önderlik şöyle yaşar, böyle yaşar". Hayır, yaşamıyorum, çünkü ölçüler bana göre değil.

Ama unutmayın ki, sizi bir kadınla yalnız bir odaya koysalar, hele biraz da hoşunuza giderse, sabaha kadar kim bilir neler yaparsınız! Ama ben yapamıyorum. Şimdi bütün Kürdistan'dan, hatta bütün dünyadan kızlar gelse de, ölçülerime uymadıkça sabahlayamam bir kadınla. Ölçülerim var benim, ölçülerime bağlıyım. Hepiniz kendinize bunu uygulayın; böyle bir gücünüz var mı? Ölçü gücünüz, estetik gücünüz, savaş gücünüz, zafer gücünüz var mı? Yoksa, senin aşkın da, zaferin de olmadığı için, senin için kadınlık da, erkeklik de beşpara etmez. PKK gerçeğinde, PKK savaş tarzında bu böyledir. Onun dışında istediğinizi yapabilirsiniz.

PKK'de iyi bir komutan, iyi bir militan olmak istiyorsanız bunlar gerekli. Bunlar olursa ne olur? Açık söyleyeyim, yani bir kadınla bir erkek birbirini istediği gibi sevebilir. Zaten o kişi sevilir, "sevebilir" demeye de gerek yok. O, sevmesini bilir, aşk-zafer bağlantılarını kurmuştur. Dürüsttür, ilkelidir, yaman bir adamdır. Kısaca o kişi fazla hata yapmaz. Çünkü ilkeleri var, felsefesi var, çünkü o bizzat savaş tanrısıdır. Aşk eşittir ülke demektir; aşk, ülkede özgürlük demektir; aşk, örgüt demektir; aşk, örgütte kesin başarı demektir; aşk, savaş demektir; aşk, savaşta zafer demektir. Aşkı böyle anlayacaksınız. Yoksa karasevda gibi bir aşk ihanettir, aşka ihanettir. Böyle kadın, böyle erkek olmak çok değerli bir şey. Ne mutlu böyle olmaya kendinizi yatırabilirseniz! Bu temelde kendinizi kurtarabilirseniz, büyük bir gelişme olur.

Öz bilinci olmayanın ahlakı olmaz

Biz bunu böyle ele alıyoruz. Bunu özünden boşaltmayın. Bireyselleştirip yine bir ajanlık zemini gibi yapmayın bu ilişkiyi. Anlamı bana göre giderek somutlaşıyor. Olumsuzlukların birçoğunu yıktık, kadını çektik özgürlük sahasına. Erkeği de klasik erkek olmaktan çıkarıyoruz. Savaşın, aşkın, özgürlüğün zemini doğuyor. Zaten bütün bu savaşlar bir yerde bunun içindir de. Ama zafer daha tam değil. Kadın daha yeni kendini buluyor. Onun için diyorum, bu YAJK çerçevesi, kadının kendi kendisini bulmasıdır. Bırakın bu fukaraları, bir dağ parçasında kendilerini tartışsınlar, kendilerini konuşsunlar. Bacaklarını güçlendirsinler, iradelerini, bakış açılarını güçlendirsinler. Ve bunların hepsi gerekli aşk için. Bunlar aşkın maddi koşullarıdır. Bunlar olmadan, zavallı köylü kızını bulmuşsun, bu rezalettir!

Mesela benim, zavallı bir kadınla olmam mümkün değil. Siz hemen "alayım da, bilmem ne yapayım" diyorsunuz. Bende tam tersidir. "Aman Allah! Beni bundan kurtar" derim. Veya bana göre en büyük ilişki, büyük ölçüleri, ilkeleri olan birisi ile olabilmektir. Böyle bir kompleks var bende. "Zavallı bir kadınla asla olunamaz" diye tanımlanabilinir. Ama o şerefsiz bazı alçak teslimiyetçiler var, bunların ilk yaptıkları, zavallı kadınları ele geçirmek ve kullanmak. Korkunç bir kötülük bu tabii. Gerçek bir militan buna tenezzül etmek şurada kalsın, bununla savaşandır. Tutkusu, özgürlüğüdür. Şimdi erkekte de, kadında da özgürlüğe böyle yürüme oldu mu, işte ona yol olacaksın, ona köprü olacaksın. Önderlik gerçeği bunu yapıyor. Bazı kadınları bu temelde dağa çıkardı, yaşama çekti, savaşa çekti. Ve bunlar doğru sevmenin maddi zeminidir, kendisi değil daha.

Utanmıyor musunuz? Mesela bu kaba erkekle, bu zavallı kadınla ne aşk yapılabilinir! Hiçbir şey yapılamaz. Durumunuz utanç vericidir dünya alem karşısında. Bu utancı bile yenmeniz için, çok önemli çaba harcamanız gerekiyor. Sevgi isteyen, ilişki isteyen, önce bu utancı kendi arasında boğmalıdır. Önce "ben gerçekten sevgi kişiliği miyim, değil miyim?" sorusuna yanıt vermelidir. "Sevgim bana ve başkasına yarar mı getiriyor, zarar mı getiriyor?" Buna yanıt vermelidir. "Kadınlığım değerli mi, değil mi? Kadınlığım sonuç alıyor mu, sonuç veriyor mu?" Bunu kendine sormalıdır. İşte bu, bilinçli olmak, yani özgür olmaktır. Ve en iyi ahlak, bu bilinçle karar vermektir.

Öz bilinci olmayanın, ahlakı olmaz. Ahlakı köledir; işte gelene gidene kendini kullandırtır. Bu da ahlaksızlıktır. Toplumu, bu açıdan ben ahlaksız olarak değerlendiriyorum. Ahlak dedikleri, en derin ahlaksızlıktır. Çünkü kölelik üzerine kurulmuştur. Kölelik üzerine kurulan ahlakın, vatanı yok, gücü yok, siyaseti yok, eylemi, savaşı yok. Sadece kölelik hukukuna göre bir zavallıyı eline almış. Bu, en büyük düşkünlüktür. Burada ahlak, moral aramayın bulamazsınız. Kölelik temelinde cinsiyet üzerinde kurulu namus ve ahlak, aslında en büyük ahlaksızlık ve namussuzluk oluyor. Ve bunu derhal yıkmak gerekiyor. Tartışmalarınız böyle gelişmeli. Herkes önce kendi içinde yapmalı. Cinste, cinsellikte kendini en azından köleliğin ahlaksızlığından kurtarıp, özgür insanın bilincine kavuşturabilmelidir.

Tabii bu ilk adım. Daha da bunun üzerine çok şey bina edeceksiniz. Güzellik ilkesi de bunun bir gereğidir. Estetik tamamen bir devrim meselesidir. Karşı-devrimin çirkinleştirdiğini, devrim güzelleştirir. Veya bizde estetik, sanat, ilk defa devrimle insan ilişkilerine giriyor. Daha önce düşmanın dayattığı çirkinliktir. Devrimin estetiği vardır, bizde çok çarpıcıdır. Devrimin zaten kendisi estetiktir, öyle olmak durumundadır. Güzellik yaratıcısı eylemdir devrim. Onun için diyorum, bu yenilir yutulur olmayan kişiliklerinizi ne yapalım? Yaptığım devrimci tanım, aynı zamanda güzellik tanımıdır. O devrimci tanımı kendinize uyarlayın, müthiş güzel olursunuz. O zaman da sevilirsiniz, seversiniz. Kanun böyle diyor. Devrim bunu böyle söylüyor, ben icat etmiyorum.

Bebek gibi ananızın kucağında sevilmek istiyorsunuz, ama bu ayıptır. Siz bir bebek değilsiniz ki! Ben sizin bu ilgi tarzınızda hep bunu görüyorum; "Birisi beni kucağına alsa da, sevse bebek gibi". Bu, aşk mıdır? Bu, özgür ilişki midir? Ya himayeye alma, ya himayeye kendini vermedir. Bu da ayıptır. Bu tarzı aşacaksınız.

Sanıyorum konular giderek açıklığa kavuşuyor. Ama içini doldurmak da sizin işinizdir. Bunu ben dayatmıyorum. Bunu devrimci yaşam, özgür yaşam istiyor. Eskiden derlerdi, yeryüzü tanrısı, gökyüzü tanrısı, kadın tanrısı. Böyle birçok tanrı yaratmışlardı. Biz de Özgürlük Tanrısı diyelim. Bunu Özgürlük Tanrısı istiyor, ben değil. Günümüzde buna sosyalizm diyoruz, işte, sosyalizm istiyor. Yurtseverlik diyoruz, o istiyor. Başka tanrılar da vardır; karanlık tanrısı cehenneme boylattırır, karanlığa götürür. Bu da var. Bunlar da düşmandan kaynaklanan tanrılardır. Onlar da hükümlerini icra ederler. Hayat böyle, tarih de hep böyle der. Ben bunları tanım diye dayatmıyorum. Açın tarihi; bunun korkunç mücadelesi ile doludur. Ve bu mücadele günümüzde daha da şiddetlenmiştir. Adına bilimsellik denilen bir tarzla daha da amansız kılınmıştır. Bizim durum yürekler acısı. Bir an önce biz de bilimsel, felsefi olarak kendi savaşımıza cesaret etmeliyiz. Başka bir çaremiz yok. Nasıl ki kanserin çaresi yoksa, devrimin dışında başka türlü sizi bu hastalıktan kurtaracak bir ilaç yoktur. Çaresi, etkin, yetkin, çerçevesini çizdiğimiz devrimciliktir. Bu konulara da böyle bir açıklık getirmiş bulunuyoruz.

Madem çok istediniz buraya gelmeyi, işte size buranın anlamı! Biz bunun öğretmeniysek, siz de bunun öğrencisi olun. Başka ne işe yarayabilirsiniz? Yaşamın en iyi öğrenciliği bu çerçevede gelişebilir. Bütün bunlarda yalnız söz benim değil, sizindir de. Ben sadece tartışma ortamını açıyorum, inandığım doğruları söylüyorum. Ve hep şunu da söylemişim; doğrular hep inatçıdır, doğrular en büyük devrimcidir, doğrular yenilmez. Neden ben yenilmiyorum? Çünkü doğruların ta kendisiyim. Kendimi doğrularla o kadar içiçe yürüttüm ki, bütün dünya bir oldu h‰l‰ kendilerine göre beni çözemediler. Gerçekten böyledir. Doğrularla en büyük yürüyen, en büyük devrimcidir. Bir kişi ne kadar doğrularla yürürse, hele hele doğruları çeşitlendirerek yürürse, o kişiyi kimse yenemez. Bir kişi doğrularla ne kadar oynarsa, cambaz bile olsa en kötü ölüm ona gelir. Ben dünyanın en zayıf, çocukluktan beri belki de en çaresiz kişiliğiydim. Ona bulduğum çözüm, inanılmaz bir öğrenme tutkusu ve "doğrular nerede ben orada" yaklaşımıyla hiç kimsenin ilgi göstermediği doğrulara amansız yaslanma, onlarla yürümeyi bir tarz haline getirme; işte bunlar önderlik gerçekliğini yarattı.

Zorlansanız da doğrularla yürüyün oğruların egemenliği

Siz zayıflığın en temelinde yer almışsınız. İnanılmaz ölçüde yanlışlarla yaşıyorsunuz. Benden çok daha güçlü yönleriniz var. Bunlar şimdi zarar veriyor size. Çünkü yanlışların egemenliği altındasınız. Bu kadar yanlışların egemenliği altında olan bir kişilik mahvolur ve oluyorsunuz da. Ne yapıp yapıp, çok zor da gelse, zorlanın ve doğrularla yürüyün. Hele doğrular size egemen oluncaya kadar, onları yaşam tarzı haline getirinceye kadar bir yürüyün, göreceksiniz yenemeyeceğiniz bir hedef, aşamayacağınız bir engel, yenemeyeceğiniz bir düşman yoktur. Ama o doğrularla yürüme gücü var mı? Doğrularınızı çoğaltacaksınız ve onlara egemenlik hakkı tanıyacaksınız. Kendinizden önce doğruların egemenliği! Çok sayıda doğruların egemenliği olursa, gerçek bir komutan, gerçek bir yöneticisiniz, her konuda gerçek bir savaşçısınız. Böyle sonuçlandırıyorum.

Bunun yanında belki diyaloglarınız olabilir. Bizim sistemimizde diyaloglar da önemli bir yer tutar. Daha iyi anlaşılmaya yol açabilir diyaloglar. İyi bir diyalog, iyi bir eğitime götürebilir. Özellikle işlediğimiz hususlarda eksik ve hatta karşı olduğunuz yanlar varsa, beni yere serecek kadar sorgulayabilirsiniz. Özgür tartışma ortamımız var. Önce söylem düzeyinde birbirimizi yanlışlıklarda yere sermeli, doğrularda ayağa kaldırmalıyız. Öyle ahbap-çavuşça benim yanlışlarıma kafa sallamayın ve yine doğrularımı da uyuyormuş gibi dinlemeyin. Bunlar yakışmaz. Nefret ediyorum bu tip kişiliklerden ve yaklaşımlardan.

Düşmanın en son yönelimi şu temelde; güya olduğumuz yeri füzeyle vuracakmış, güya öyle bir eğilim beliriyormuş. Şunu da söylüyor, "askerimiz demiş ki 'Doğu'da işi hallettik. Bizden bu kadar'. Fakat asker rahat değil. Hükümetimizin ekonomik-sosyal paketler açması gerek". Onu da denemişler, bu da yeterli değil. Aklına ben geliyormuşum, "falan yerde ya en etkili teknikle vurmak gerekir ya da oradan çıkarmak gerekir" demişler. İlginç bir durum. Kocaman ordusunu da devreye sokmuş, "olduğu yeri korkutalım; ya oradan kaçırtalım, ya vuralım" diyorlar. Bu bir gerçeği kanıtlar Ğburanın önemini çok iyi bilmeniz için söylüyorumĞ, çalışmalarımız, kesinlikle düşmana başarı şansı vermiyor. Bu şerefsiz, sözümona ünlü komutan ZÉ de ne diyordu? "Orada her devre, bizim bütün yıllık operasyonlarımızı boşa çıkartır. Dolayısıyla orası halledilmedikçe bu savaşın hepsi fasafisodur. Boşa can-mal-kan kaybeder". Bu ne demektir? Diğer bir deyişle, biz başarılı çalışıyoruz. Düşmanın eşi benzeri görülmemiş ordu gücüne, dünyadan aldığı her türlü tekniğe rağmen biz başarılıyız. Bu, bunu gösterir. Onun için diyorum; bunu kendinize maletmeniz gerekiyor. Bu ortama geldiniz, bu ortamın büyüklüğüne inanın. Büyüklüğüne layık olarak, kendinize, yenecek bir gücü kazandırmanız gerekiyor. Bir füze gelip size vursa, ben ne yapayım! Tehlike somut. Onun için günlerin kıymetini çok iyi bilmek, bir an önce eğitimini zafer kişiliğinde tamamlamak, herhalde bu düşmana vereceğiniz en etkili karşılıktır.

Evet, kısaca bizde düşünme sınırsız, irade sınırsız, çözüm sınırsız da; sorun, sizin ne kadar bunları kendinize maledeceğinizdir. Akıllı öğrenciler bunu kendine maletmeyi bilen öğrencilerdir. Hemen hemen bütün esasları her gün size çeşitli örneklerle göstermeye çalışıyorum, ama hakkıyla öğrenemezseniz ben ne yapayım? Babadan kalma bin defa yenilmiş, ezilmiş, bitmiş, tükenmiş özelliklerle kendinizi dayatırsanız, ben ne yapayım? Siz buraya geldiniz, Önderlikle yoğunlaşmaya, Önderlikle öğrenmeye. Ben de size elimden geldiğince ortaya koyuyorum. Ben buyum.

Benimle olmak isteyenler, böyle anlamak, böyle yapmayı bilmek durumundalar. Aksi halde yanar, kavrulurlar. Oluyorlar da nitekim. Suç onların eksikliğinde, onların anı anına bu gerçeği yaşayamamalarında. Savaşa, onun her aracına dökememelerinden kaynaklanıyor. Büyük facia, trajedi bu temelde doğuyor. Bu da değerlidir. Çok değersiz demiyorum, ama yine de facia, trajedi çok acıklıdır. Basit yaşam ise aldatıcı yaklaştığındandır. Sefil oluyor, rezil oluyor, onun da sorumlusu kendisidir. Zavallı, çok utanılası, gülünesi durumunda ısrar ediyorsa, ben ne yapayım!

Tüm bunlara rağmen umut her geçen gün daha da büyüyor. Yendiklerimiz var, başardıklarımız var. Daha yenmemiz, başarmamız gerekenler var, düşmanımız var. Zaten düşmanıyla anlamlıca savaşmayı bilemeyenler, yaşamı kazanamazlar. Yani düşman var diye korkmuyoruz, ama yenmemekten korkuyoruz, hata yapıp kötü yenilmekten korkuyoruz. İşte bunu da gidermenin yolu, buradaki derslerden geçer. Beni de vurabilirler. Bu teknikle vurulmak hiçbir zaman yenilgi değildir. Ama siyasette vuramadı, moralde vuramadı, örgütlenmede vuramadı, hatta savaşta da vuramadı. Hepsi başarılı bizde.

Bir insanın fiziki varlığı, belli bir zaman süresiyle sınırlıdır. Tarz, zafer tarzıysa, birçok savaş da bu temelde verilmişse, sadece yapılması gereken, sizin gibi genç savaşçıların eksik kalan veya tam yürünmemiş zafer yolunda üzerine düşeni yapmasıdır. Bu da hem temel görevinizdir, hem de göz dikmeniz ve kendinize mutlaka layık kılmanız gereken militanlıktır.

21 Eylül 1998