Ermeni Sorunu (Metnin Sadeleştirilmiş Hali)
Sadeleştiren: Şilan Hazar-Şebnem A.
Ana metne dön
Ermeni Sorununun Esası - Ali ve Fuat Paşa - Osmanlı Devleti’nin Rusya Elçisi- Ayastefanos ve Berlin Antlaşmaları - Abdülhamit ve Ermeniler – Komiteler Kuruluşu - Patrik İzmirliyan – Vartabidler - Hınçakistler - Kamil Paşa’nın Sadrazamlığı- 1894 İhtilali - Sason Katliamı- Hanato’nun Makalesi - 1896 İhtilali - Ermenilerin Bomba Hazırlıkları – Osmanlı Hükümet Binasının Bombalanma Girişimi - Halil Rıfat Paşa’ya Saldırı- Katliam- Ermeni Sorunu ve Düvel-i Muazzama- Abdülhamit’in Politikası
Ali ve Fuat Paşalar zamanında genç Ermeniler pek büyük bir rol oynamışlardı. Abdülaziz zamanının ünlü mevki sahipleri, Ermeniler hakkında bir iç tüzük düzenlemek teşebbüsünde bulundukları zaman, Fransız mekteplerinde yetişmiş Ermenilerin ünlü ileri gelenlerine müracaat etmişlerdi. Fakat ondan sonra Ermenilere dönük muamele değişmiş; Beşinci Murat’ın tahttan indirilmesinden sonra, Ermeniler hakkında haksızlıklar icra edilmeye başlamıştı. Hatta bu sebepten dolayı Ermeni Patriği, Osmanlı Hükümeti’ne defalarca şikayette bulunmuşsa da, Ermeniler hakkında iyileştirme yapılacağına dair Osmanlı Hükümeti’nden birbiri ardınca sözler alınmışsa da bu sözlerin hiç biri uygulamaya konulmamıştı. O sırada Rusya harbinin ortaya çıkması(1) ve Osmanlı ordularının Abdülhamit’in kötü idaresi yüzünden mağlup olması, Ermenilerce fırsat bilinerek Ayastefanos’a kadar giren Rusları karşılamak için Ermenilerden bir delege heyeti gönderilmişti. Delege heyeti başkanı Nerses, Grandük Nikola ile uzun uzadıya mülakatta bulunmuştu. (2) Patrik Nerses’in bu ricası üzerine Ayastefanos Antlaşması’na bir madde ilave edilmişti ki, bu madde aşağıdaki gibidir:
“On altıncı madde - Rusya askerinin Ermenistan’ı boşaltması ve Osmanlı Devleti’ne iadesi, devletlerin ilişkilerinde münakaşa ve muhalefete neden olabileceğinden Osmanlı Hükümeti, bölgenin ihtiyaçlarına uygun olarak Ermenilerin yerleşmiş olduğu eyaletlerde derhal ıslahat yapılmasını ve Hıristiyanların güvenliğini Kürtler ve Çerkezlere karşı sağlamayı üstlenir.”
Rusya hükümeti o zamana kadar Ermenilerle hiç ilgilenmiyordu. Rusya’nın Osmanlı Devleti’nde en fazla ilgilendiği Hıristiyan milleti, Rusya’nın Bulgar kardeşlerinden başkası değildi. Rusya hükümeti Balkandaki yapılması gereken işlerini uygulamaya koyduktan sonra dikkatini Anadolu’ya yöneltmişti. Rusya hükümeti, Osmanlı Hükümeti’ne karşı Ermenileri yanına çekmeyi lüzumlu saydığından Anadolu’da bir Ermeni meselesi ortaya çıkarmaya çalışıyordu. Rusya’nın maksadı Ermenilere ümit vermek, bu suretle Ermenileri Osmanlı Hükümeti aleyhine kışkırtmaktı.
Fakat Osmanlı Hükümeti, Rusların eline böyle bir silah vermeyi katiyen istemiyordu. Hatta bu sebebe dayalı olarak Rusların arzusundan fazla yardım etmek istemiş, bu konudaki iyi niyetini bir zaman sürdürmüştü. (3) Osmanlı Hükümeti 1878 senesi haziranında Kıbrıs Antlaşması namıyla İngiltere ile kendini koruyacak bir sözleşme imzalıyor, bu antlaşmada da İngiltere hükümeti Osmanlı Devleti’nin Anadolu’daki arazisinin bütünlüğünü muhafaza etmeğe kefil oluyordu. Buna karşılık padişah da İngiltere’ye, ileride devletlerin arasında kararlaşacağı şekilde iyi idareyi ve Osmanlı Devleti’nin adı geçen memleketlerdeki Hıristiyan halkı ve diğerlerinin himayesi için gerekli düzenlemeyi yapacağını vaat ediyordu.
Bununla birlikte Rusya ve İngiltere hükümetlerinin Ermeniler hakkındaki koruyuculuğu Osmanlı devletinin şüphe ve tereddüdüne neden olmuştu. Osmanlı hükümeti, Ermenileri Rusya ve İngiltere elinde bir alet olmak üzere bırakmamak için Ermeniler hakkında gerekli yardımlarda bulunulacağını vaat ediyor, hatta Berlin Kongresi’ne Ermeniler tarafından delege gönderilmesine bile müsaade ediyordu. Osmanlı hükümetinin bu müsaadesi üzerine, Ayastefanos Antlaşması’nın 16. maddesi Berlin Antlaşması’nın 61. maddesini oluşturmuş ve adı geçen madde aşağıdaki gibi yazılmıştı:(4)
“Osmanlı hükümeti, Ermenilerin oturdukları eyaletlerde bölgenin ihtiyaçlarına uygun olarak ıslahat ve düzenlemeleri vakit kaybetmeden yerine getireceğini ve Ermenilerin emniyetini Kürtler ve Çerkezlerden koruyacağını taahhüt eder.
Osmanlı hükümeti, bu noktada tasarlanan tedbirleri uygun zamanda devletlere beyan edecek ve devletler de söz konusu tedbirlerin icrasını takip ve kontrol edeceklerdir.”
Ermenilerin oturdukları eyaletler, Van Gölü’nün güney ve kuzey tarafları ile Sason havalisi, Erzurum, Muş, Bitlis, Diyarbakır, İskenderun, Zeytun, Maraş ve Adana civarı idi.
Osmanlı hükümeti, her ne kadar Berlin Antlaşması’nda bu türlü sözlerde bulunmuşsa da 1880 senesinden 1890 senesine kadar bu ıslahat ne Osmanlı hükümeti tarafından icra edilmiş, ne de Ermeniler tarafından talep olunmuştu. O zamanlar İstanbul’da Rus politikası itibarını kaybetmişti. En çok itibar gören politika, İngiltere politikası ile üçlü ittifaktı. İngiltere ise bu esnada Ermenilerin oturdukları eyaletler için hiç bir şey talep etmiyordu.
Osmanlı Hükümeti’nin böyle hareket etmesinin bir amacı vardı; o da Rusların arzu ettikleri gibi iradesi ve idaresinin kendilerinin ellerinde olduğu bir Ermenistan meydana getirmektense, Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünü korumak için Anadolu’nun ıslahatı ile meşgul olmaktı. Fakat bu esnada İngiltere’nin fikri büsbütün başkaydı. İngiltere’nin İstanbul elçisi, Türkiye için en mükemmel politikanın, Hıristiyan unsurların çoğunlukta bulundukları eyaletlerde mükemmel memurlar kullanmak, olacağını söylüyordu. Lord Salsbury de elçisinin fikrine şu düşünceleri ekliyordu:
“İngiltere hükümeti son senelerde, düvel-i muazzama tarafından gerçekleştirilecek bir müdahale üzerine ortaya çıkabilecek zorlukları göz önüne alarak Berlin Antlaşması’nın 61. maddesinin icrası ve genel ıslahatın yapılması için Osmanlı hükümetini sıkıştırmaktan vazgeçmiş ve konsolosların aldığı malumata dayanarak yalnızca kötü idareden bahsetmiştir.” (5)
Buradan da anlaşılıyor ki İngiltere hükümeti ıslahattan, Ermenistan’ın ortaya çıkmasından hiç bahis etmiyor, yalnız memleketin her tarafında görülen kötü idareden, şikayet ediyordu. Ermeniler ise Avrupa’ya karşı ilan edilen ve hiç bir zaman uygulanmayan bu ıslahattan bir fayda gelmeyeceğini tecrübe ile anlamışlardı. Kötü idarenin ortadan kaldırılması için namuslu memurların tayin edilmesini Ermeniler de uygun görüyorlardı. O esnada Ermeniler, Osmanlı ülkesinde tam bir hürriyete kavuşmuşlardı. Kiliselerinde her türlü merasimi serbest bir surette gerçekleştirdikleri gibi, sarayda padişahın hususi olarak erkekleri kabul ettiği dairede, hükümdarlık hazinesinde, Osmanlı hükümetinde rütbece büyük pek çok Ermeni memuru mevcuttu. Mesela Agop Paşa maliye nazırı idi. Sancak yöneticiliği gibi, mahkemeler ve saire gibi emniyet icap eden memuriyetlerde de hep Ermeniler hizmete alınıyordu. Valilerin yanında idare stajı yapmak; hemen hemen bütün vilayetlerde siyaset işleri Ermenilerin elindeydi. Daha doğrusu 1880 senesinden 1888 senesine kadar Osmanlı Devleti’nin en önemli memuriyetlerinde Ermeniler hizmete alınmış bulunuyordu. Abdülhamit hükümdarlık hazinesinde Ermenileri hizmete alıyor, Ermeni talebelerinin Avrupa’ya tahsile gitmelerine müsaade ediyordu. Ermenilerin istikametleri malum olduğundan ufak tefek hatalarına asla ehemmiyet verilmiyordu.
Ermenilerle İslamlar arasında anlaşmazlığa neden olan bir kaç şey vardı: Kürtlerin saldırısı, bölge memurlarının rüşvet yiyiciliği... Ermeniler her ne kadar Osmanlı idaresinin fenalığından şikayette bulunuyorlardıysa da, Rusları da kendileri için büyük tehlike ad etmekten geri kalmıyorlardı. Ermeniler, 1870 senesinden beri Kafkasya’da ciddi ilerleme kaydetmişlerdi. Hatta hudutlarını Gürcistan’a kadar yaymışlar, Tiflis ve Aleksandırpol şehrinde pek fazla çoğalmışlardı. Hatta bir müddet sonra hukuklarını müdafaa için Paris’te “Hınçak” adıyla bir cemiyet kurmuşlardı. Bu cemiyetin kuruluş amacı, Ermenileri Sosyalist bir yönetimle idare etmeyi sağlamaktı.
Hınçak komitesi Avrupa’da birçok yayında bulunmuş, nihayet Londra’da da kurulmuştur.
Komitenin maksadı tam bağımsızlık değildi. Hatta Osmanlı ülkesindeki üyeleri sadece, Kürtlere karşı hükümetin biraz daha şiddetle hareket etmesini talep ediyorlar, rüşvet alan valilerden, kötü jandarmalardan şikayet ediyorlardı. Hınçak komitesinin asıl amacı, Ermenilerin yerleşik oldukları eyaletlerde ıslahat yaptırmaktı.
Rusya hükümeti hududunu, Osmanlı Ermenilerine karşı kapatmak için Ermenistan’da adeta bir zabıta oluşturmuştu. Rusya hükümeti, Ermenilerden bazılarına Çar’ın himayesini vaat ederek onları Ortodoks yapmaya çalışıyor; her vali ve sancak yöneticisi yanında bir casus bulunduruyordu. Mesela Erzurum’da bu vazifeyi Hasankale kadısı yerine getiriyordu.
Rusya’nın bu hareketi Anadolu’da pek ziyade heyecan yaratmıştı. Herkes Rusya’nın bu hareketinden endişeleniyor, hatta buna komiteler de çok hiddetleniyorlardı. Bir taraftan Rusya, Osmanlı hükümetine zararlı bir biçimde hareket ederken diğer taraftan Abdülhamit de Rusya’ya muhalif hareket ediyordu. Abdülhamit Avrupa’daki topraklarını korumak için üçlü İttifakın; Anadolu’daki eyaletleri korumak için de İngiltere’nin koruyucu kanadına yönelmişti. İstanbul’a gelip kendisini ziyaret eden Almanya imparatoru, Abdülhamit’in en birinci dostuydu.
Bir müddet sonra, İngiliz politikası eski önemini kaybetmiş olsa da Kamil Paşa’nın sadrazamlığı üzerine tekrar eski itibarını kazanmıştı.
Abdülhamit, Avrupa siyasetini büyük bir dikkatle takip ediyordu. O zamana kadar yalnız bir halde kalan Rusya da artık bir dost bulmuştu. Abdülhamit, Rusya’nın bu suretle kuvvet kazandığını görünce yavaş yavaş Rusya’ya yanaşmaya başladı. O günden itibaren Ermeniler dönük tavır ve hareketleri de değişti. Fakat bu değişikliklerin bazı önemli sebepleri vardı. 1887 senesinde, Abdülhamit’in yakınlığını kaybeden Sait Paşa iş başına geçmek istiyordu. Sait Paşa hiç bir sebep olmadığı halde, Ermeniler hakkında Berlin Antlaşması’nda bulunan maddelerin uygulanmasını, talep etti. Abdülhamit, Sait Paşa’nın Ermenilerden rüşvet aldığı fikrine kapıldı. Zaten bir taraftan da Hınçak komitesinin oluşmasından üzüntü duyuyordu. Özellikle Ermeniler tarafından gerçekleşen kışkırtmalardan gizli polis memurlarının şikayeti, Abdülhamit’i büsbütün korkutuyordu.
Abdülhamit bu korkusunu yok etmek için, evvela Kürtlere yanaşmaya mecbur oldu. Ermeni memurlarıyla Ermenilerin fikirlerini yaymalarını gözetim altına aldı. Artık o andan itibaren sürgünler birbirini takip etmeye başladı. Kiliseler ve mektepler hakkında verilen padişah buyrukları, valiler tarafından incelendi. Son seneler zarfında padişah buyruğu ile olmayıp hükümetin müsaadesiyle açılan Ermeni mektepleri kapatıldı. Vergilerin toplanmasında zor ve şiddet kullanıldı. Aynı zamanda Kürtler de gördükleri destekten güç alarak istedikleri gibi harekete giriştiler. 1889 senesinde Ermenilerin durumu zor bir hale geldi.
1890 senesinde Ermeni meclisi, Patrik Aşıkyan Efendi vasıtası ile Osmanlı hükümetine müracaatta bulundu. Osmanlı hükümeti bu müracaata gayet nazik bir cevap verdi. Fakat üç ay sonra kim bilir nereden gelen bir emir üzerine, Ermeni kiliseleri arandı. Ermeni ihtilalcileri tarafından buralara doldurulan bombalar ve silahlar açığa çıkarılmak istendi. Erzurum hadisesi üzerine Abdülhamit ile Ermeniler arasında mevcut anlaşma tamamen sona erdi. Abdülhamit, bunlardan sonra Ermeniler tarafından vuku bulan hareketlerin hep kendi aleyhine olduğu ve bütün Ermenilerin komiteler tarafından idare edildiği fikrine kapıldı. Diğer taraftan Ermeniler de, Abdülhamit’ten tatlılıkla hiç bir şey elde etmenin mümkün olmadığına ve dolayısıyla Abdülhamit’i korkutmak gerektiğine, karar verdiler. Artık ondan sonra Abdülhamit’i korkutmaktan, Anadolu’da Avrupa’nın dikkatini zorla üzerine çekecek ve hatta icabında düvel-i muazzamının müdahalesini gerektirecek bir vaziyet yaratmaktan geri durmadılar.
Fakat komiteler bunda pek fazla yanılıyor, Ermenileri tehlikeli bir yola sevk ediyorlardı. Bundan dolayı komiteler arasında da anlaşmazlık meydana gelmeye başlamıştı. Hınçak komitesine dahil olanların bir çoğu, Rusya ordusunda hizmet etmiş, Rus gizli polis teşkilatına da dahil olmuşlardı. Bunlar öyle müzakerelerle vakit geçirmek istemiyorlar, “ne olacaksa birden olsun” diyorlardı. O andan itibaren, Ermeniler içinde hakiki bir ihtilal partisi vücuda gelmişti. Bu parti, 1893 senesine gelinceye kadar Hınçak komitesi ile birlikte hareket etmiş, daha sonra “Troşag-Hınçak” adıyla ayrı bir parti olarak yapılanmıştı.
Troşag komitesinin maksadı, Ermenileri ihtilale teşvik etmek ve bu ihtilale Rusya’dan da destek almaktı. Hınçakistler, Türkiye’den çok Rusya’dan korkuyorlar, bu güvensizliği de açıkça beyan ediyorlardı. Troşakistler ise, Rusya’nın Ermenileri kurtaracağına inanıyorlardı. Acaba bunların maksadı Bulgarların yaptıkları gibi Ruslar sayesinde birleşip sonra bu birleşmeyi Ruslara karşı mı yöneltmekti!
Fakat bu his çok devam etmedi. Nihayet onlar da Ruslar aleyhine dönmeye mecbur oldular. Bu esnada Hınçakistler vazifelerine tam bir faaliyetle devam ediyorlardı. 1891 senesinden itibaren memurlara karşı tam bir şiddetle hareket ediyorlardı. Bu suretle hareket etmekten maksatları, her ne suretle olursa olsun Avrupa’nın müdahalesini kendi üzerlerine çekmekti. Bunlar Rusya ile Osmanlı hükümeti arasındaki anlaşmayı haber aldıklarından, bir dakika dahi kaybetmemek gerektiğine inanıyorlardı. Bu hususu harekete geçirmek için, her türlü fedakarlığa, her türlü araca müracaat ediyorlardı. Hatta Ermeni Vatanperver Cemiyeti, yayınladığı bir beyannamede: “Kurtuluşa ulaşmak için pek çok şeye ihtiyaç vardır; evvela pek çok zaman ve para lazım olduğu gibi, pek çok kan dökmek icap eder. Vazifemizi yapmak için, içimizden bir çoğu ellerine silah ya da kalem alarak hayatlarını tehlikeye atıp canlarını feda etmelidirler.” deniyordu.
Bunun için bir şey düşünüyorlardı: Bütün Ermenileri bir noktaya toplayıp Avrupa’ya karşı bir Ermenistan, Osmanlı Hükümeti’nden memnun olmayan bir Ermenistan göstermekti. Fakat Ermeni milletinin hepsi Osmanlı idaresinden küskün değildi. Her ne kadar köylüler eziyet çekiyor, feryat ediyorlarsa da; hareketsizliğe, rahata, alışverişe alışan kişilerle, hele de zamanın hükümetinde hizmete alınan memurlar, hiçbir şikayette bulunmuyorlardı. Ermenilerin servet sahibi olanları ile hükümet memuru olanları komitelere rağbet etmiyorlar, hatta bunları ele veriyorlardı. Komiteler de, zenginlerin yüreğine korku salmak için onlardan bir kısmını tehdit ediyor, bazılarını da öldürüyorlardı.
Komitelerin bu hareketleri zenginler ve memurlar arasında korku yarattı. Artık komitelerin işlerini bu kesim de tasvip etmeye başladı. Ermenilerin yaşadıkları şehirler yavaş yavaş komitenin eli altına geçti. Bu komitelerin reisleri, herkesin gözü önünde gizli olarak takma adla yaşıyorlardı. Mesela bunlardan biri Baron Meyne namıyla Merzifon’da bir sene yaşamıştı. O zamanlar bir emir ortaya çıkıyor, bütün dükkanlar kapatılıyordu. Sonra bir memur hakkında sokağa bir etiket yapıştırılıyor, etiketin üzerinde bu memurun ismi ilan ediliyor, akabinde bu memur kurşunlarla karşılanıyordu. İslamlarla Hıristiyanlar arasında vuku bulan ufak bir çekişme ya da ağız kavgası bir isyan, bir çarpışma şeklini alıyordu. Mesela Tokat’ta bir halı için, Sivas’ta bir el arabası için çatışmalar meydana geliyordu. Birçok Ermeni ihtilalcileri, silahlı ve atlı bir halde kasabalarda dolaşıyorlardı. Bunlar, bir Ermeni kızının İslam olmasını, koyunların çalınmasını, bir tarlanın çekişmeli olmasını bahane ederek Ermeni köylüleri İslamlar aleyhine tahrik ediyorlardı. Sonra çatışmalar birbirini takip ediyor, vergi tahsiline gelen jandarmalar katl ediliyordu. Kafilelere, hükümet sandıklarına saldırılar düzenleniyordu. (6)
Nihayet büyük ihtilallerin icrasına da karar verildi. İlk büyük ihtilalin Sason’da icrasına karar verildi. Sason ihtilali, 1894 senesi ekim ayında vuku buldu. Bu ihtilal vukua gelir gelmez elçilikler derhal müdahale etti. Olayın olduğu bölgeye Avrupa hükümetleri tarafından bir inceleme komisyonu gönderildi. Osmanlı, Fransız, Rus ve İngiliz delegelerinden oluşan komisyon altı ay kadar Muş’ta kaldı. Burada ocak ayından temmuza kadar yüz yedi defa toplandı. Bu müddet esnasında yüz doksan şahit dinlendi. İngiltere hükümeti bu incelemenin Fransızca vesikalarını Mai Kitap’da ( Mavi Kitap) yayınladı. Bu ihtilal hakkında Fransızca düzenlenen rapor, Rus, İngiliz ve Fransız delegeleri tarafından imzalandı. Bu esnada Rusya ve Fransız hükümetleri Abdülhamit’i; İngiltere’de Rusya’yı kendisi için lüzumlu sayıyordu. Bunun için delegelerden ikisi bölgeyi araştırmaya, ihtimal ki gizli polisin emri ile gelmişti.
Sason yöresi Van Gölü’nün batısında, Muş ve Diyarbakır ovaları arasında bulunur. Burası dağlık bir mıntıka olmakla beraber nüfusu oldukça fazladır. Nüfûsu 10.000 Kürt ve 12.000 Ermeni’den ibarettir. Ermenilerle Kürtlerin ikamet ettikleri mahaller arasında sınır olarak bir dağ vardır. Kürtlerle Ermenilerin hayat tarzları arasında hiçbir fark yoktu; tek fark dindeydi.
Diğer mühim bir fark daha varsa o da şu idi ki, Kürtler buraları kendi malları kabul ettiklerinden burada oturan Ermenilerden para alırlardı. Hatta burası saray için de bir gelir kaynağıydı. Mesela bazen saraydan şu mealde bir telgraf gelirdi: “Beş yüz lira gönderiniz!” Valinin cevabı: “Vergiler toplandı.” Artık bu telgraflar birbirini takip eder, sonra vali diğer bir telgrafa da böyle cevap verecek olursa, görevden alınacağını ve belki Fizan’a sürüleceğini bildiğinden derhal memleketin zenginlerini sıkıştırmaya başlardı.
1892 senesinde Muş valisi yine böyle sıkıştırılmış ve Sason’dan vergi toplamak için Ermenilerin oturmakta oldukları kasabalara müracaat etmişti. Bunun üzerine Ermeniler iki defa vergi veremeyeceklerini beyan etmişler, bundan etkilenen vali de bir sene sonra bunun intikamını almaya teşebbüs etmişti...
Vali, ilk önce Ermenilere karşı bir hareket meydana getirmek için Kürtlerin yandaşlığını en üst düzeye getirdi. Bunun üzerine Ermeniler, Kürtlerin intikamına büsbütün maruz kaldılar. Aslında Adanalı olup Mektebi Tıbbiye’de tahsil görmüş Hampartzum Boyacıyan adında biri, Ermenileri karşı koymaya teşvik etti. Muş’un civarı vilayetlerdeki valiler de diğer valinin hareketini örnek aldılar. Fakat bunlar vergi toplamaya giriştikleri zaman, Ermeniler tarafından silahla karşılandılar. Daha sonra hükümet bunlar üzerine asker sevkine mecbur kaldı. Fakat Osmanlı hükümetinin iddiasına göre, asker gelir gelmez Ermeniler isyan etmek için kasabalarını yakarak dağlara çekilmişlerdi. Delegeler tarafından gönderilen raporda ise bu görüş büsbütün çürütülüyordu. Adı geçen raporda iddia edildiğine göre; Kürtler, idari ve askeri memurlar tarafından verilen emirler üzerine, köylere hücum ederek püskürtüldükleri zaman askeri birliklerin sevkine mecburiyet hasıl olmuştu. O zaman bu askerler, köyleri yakmışlar, birçok kişiyi feda etmişlerdi.
Avrupa delegelerinin gerek bu beyanatı ve gerek diğer doğrulamaları, Osmanlı delegeleri tarafından kesin surette “şahsi görüş” kabul edilmişti. Bunların (Avrupalı delegelerin) fikrince Kürtlerin Ermenilere saldırısı ikinci derecede önemliydi; çünkü bütün bu saldırılar bölge memurları tarafından emir edilmişti. Bunlar bölge memurlarının elinde bir alet olarak kullanılmıştı. Bundan başka delegeler tarafından verilen raporun ve yapılan incelemenin sonunda, Ermenilerin hükümet aleyhinde isyan ettiklerine dair bir ize tesadüf edilmediği de beyan olunmuştu. Yine adı geçen raporların ifadesine göre, Ermeniler hükümet aleyhine isyan etmiş olsalar bile, bu ihtilalin önünü alacak tedbirlere başvurmadığından ve Ermenilerle Kürtler arasındaki çekişmelere engel olmadığından dolayı tüm bu olanlardan tamamen bölge memurları sorumluydu. Delegelerin raporlarına nazaran Ermeniler tarafından beyan olunan suçlamalar doğru olduğu gibi, bütün şehirleri yakanlar da Kürtler ve askerlerdi. Bunlar, şahitleri dinleyerek, bölgede inceleme yaparak ihtilale sebep olan etkenler ve ihtilalin sorumlularını tamamen anlamışlardı.
İhtilalden evvel yanmış olan kasabalarda 450 ile 500 aile vardı; bu ailelerin her biri en azından on kişiden ibaret farz olunsa toplam can kaybı 4500 - 5000 kişi olmalıydı. (7)
Notlar:
(1) Burada bahsedilen savaş 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı yani diğer adıyla 93 harbidir.
(2) Viktor Berar , Sultanın Politikası - “Ermeniler İstanbul surları önüne gelen Grandük Nikola’ya bir delege heyeti göndermişlerdi, s.144 - “ 1877 de Moskof askeri İstanbul üzerine yürüdüğü zaman Ermeniler nümayişler yapmışlar ve delege heyetinin reisi Patrik Nerses Grandük Nikola ile gizlice görüşmüştür. ” Jorjogolis , Mesail- i Şarkıye s. 32.
(3) Viktor Berar , Sultanın Politikası ; s.14.
(4) Ruslar 93 harbinde Osmanlıyı yenilgiye uğrattıktan sonra, Ayastefanos yani Yeşilköy’e kadar ilerlemiş ve Osmanlıya çok ağır şartlarda bir anlaşma imzalatmıştır. Ayastefanos anlaşması olarak bilinen bu antlaşma İngiltere, Fransa ve Almanya tarafından fazlasıyla Rus çıkarları doğrultusunda bulunduğundan tanınmamış ve iptali istenerek yeni bir antlaşma yapılması talep edilmiştir. Bunun üzerine Ayastefanos antlaşması yeniden düzenlenerek Berlin antlaşması imzalanmıştır. Osmanlı devleti bu süreçte İngilizlerin desteğini almak için Kıbrıs antlaşmasını imzalamış ve bu destek karşılığı İngilizlerin Kıbrıs’a asker çıkarmasını kabul etmiştir (1878).
(5) Mai Kitap, s.7, 1896- Mai kitap s.8, 1896.
(6) (1d) Viktor Berar ;Sultanın Politikası ; 173.
(7) Avrupa delegelerinin raporları, Mai Kitap, 143-147.