|
[Yorum - Prof. Dr. İhsan Işık] Ortadoğu'nun bolluk paradoksu |
|||
|
|||
|
|||
Anlaşılan, petrol ve diğer madenler sahiplerine pek saadet getirmiyor. Kaynak zengini ülkelerin eşrafından yükselen bazı tespitler bu tezleri doğrular gibi: "Şayet petrolümüz olmasaydı, Japonya gibi bir ülke olabilirdik" [İran'lı Bir Gazeteci]. "Basta kendimizi suçlamalıyız. içinde bulunduğumuz bu sefalet ağzımızda altın kaşıkla doğmamızın bir lanetidir" [Kenneth Kaunda, Zambiya Devlet Başkanı]. "Nijerya'nın petrolü olmasaydı, politik denklem bambaşka olurdu. O zaman petrolden kolay para gelmez, ekonomimizin çeşitlenmesi, özel teşebbüs ve halkımızın yaratıcılığı önem kazanırdı [Clement Nwanko, Nijerya İnsan Hakları Enstitüsü]. "Petrol şeytanın pisliğidir. Bundan 10 yıl, belki de 20 yıl sonra, göreceksiniz, petrol bizi mahvedecek" [Juan Pablo Pérez Alfonzo, OPEC'in Kurucusu, Venezuella'lı Politikacı]. "Keşke (petrol yerine) suyu keşfetseydik" [Şeyh Ahmed Yamani, Sudi Arabistan Petrol Bakanı]. Peki kaynak zengini ülkelerin ekonomik gelişmeleri neden yavaş? Bir kere zenginlik yerden fışkırdığı ve kolay kazanıldığı için kolay çarçur edilebililiyor. OPEC ülkelerinin gelirlerinin salt petrole dayanması, bu ekonomileri sığlaştırmakta, fiyat dalgalanmalarına maruz bırakmakta ve mali yönetimlerini güçleştirmektedir. Ayrıca, hukukun üstünlüğünün henüz yerleşmediği ve bölgesel ve etnik farklılıkların derin olduğu bu ülkelerde tabi kaynakların bölüşümü pek tabi "yorgan kavgası" çıkarmakta, güçlü olanın kaynakları gaspetmesine yol açmaktadır. Şiddetli "yorgan kavgaları" zamanla sosyal ve ekonomik dokuyu zedelemekte, milli servetin kavga gürültü arasında buharlaşmasına neden olmaktadır. FT'ye göre, devrik Mubarek'in batı bankalarında 70 milyar dolar serveti vardır. Yakınlarda BAE adlı İngiliz silah firmasının 80 milyar dolarlık savaş uçağı siparişi esnasında Sudi yetkiliere ödediği rüşvet tam 2 milyar dolardır. Ayrıca, bu ülkelerin doğal zenginlikleri, dış müdahaleleri artırarak iç çatışmaları derinlestirmektedir. Dahası, kaynak zengini ülkeler "Hollanda illeti" adında bir rahatsızlığa maruzdur. Hollanda 1960'li yıllarda Kuzey Denizinde zengin petrol ve doğal gaz yatakları bulunca, tabi kaynak patlaması ve iharacati birden bire bu ülkeye döviz akıntısına sebep olur. Bunun sonucu Hollanda'nın parası gülden aşırı değerlenir. Güçlü gülden, Hollanda'nın sanayi mallarını yabancılara pahalı, yabancıların sanayi mallarını Hollanda'lılara ucuz hale getirir. İhracat dip, ithalat tavan yapar. Ayrıca, sanayiden petrol endüstrisine büyük yetenek ve sermaye kayışı başlar. Çok geçmeden, Hollanda'nın sanayisi çökmeye ve ekonomisi küçülmeye başlar. Petrol Hollanda'nın illeti olmuştur. Kaynak zengini ülkelerin bir diğer sorunu da, yüksek fiyatlara güvenip aşırı borçlanmaları, sonra da sıkıntı cekmeleridir. Hollanda illetine ve fiyat dalgalanmalarına karşı bir önlem, bu ülkelerin "istikrar fonları" oluşturmaları, iyi günlerde tasarruf edip kötü günlerde harcamalarıdır. Ayrıca, bir diğer çare, bütçe giderlerini ülke içi gelirlerle karşılamak, doğal kaynak gelirlerleriyle de dış yatırım yapmaktır. Peki petrol zengini ülkeler neden anti-demokratiktir? Prof. Michael Ross bu konuyu araştırdığında, petrolün gerçekten demokrasiyi engellediğini, ancak bunun Ortadoğu ülkelerine has olmadığını, diğer kaynak zengini ülkelerin de aynı sorunlara muhatap olduğunu bulmuştur. Ross'a göre kaynak-demokrasi zıtlığının nedenlerinden birisi petrol zengini ülkelerin genellikle vatandaş ve şirketlerinden ya hiç ya da çok düşük vergi almalarıdır. Tarihte Amerikalıların İngilizlere "temsil hakkı yoksa, vergi de yok" diye isyan ettiği düşünülürse, halkından vergi almayan petrol zengini ülkeler halklarına "vergi yok, temsil de yok" demektedir. Devletine vergi vermeyen halk, hesap soramamakta; gelirlerini vergilerden değil de petrolden kazanan devlet de, halkın isteklerine kayıtsız kalmaktadır. Dahası, yüksek petrol gelirleri arpalık olup, taraftarları beslemekte, muhalifleri susturmakta ve demokratik baskıları dizginlemektedir. Ayrıca, zengin kaynaklar, devletin tüm sivil gurupları kontrol etmesine yaramakta, rejim karşıtı sivil örgütlenmelerin oluşmasını zorlaştırmaktadır. Bir diğer etken de, petrol kaynaklarıyla yönetimlerin büyük bir polis, istihbarat ve ordu teşkilatı kurarak muhaliflerine göz açtırmamaladır. Son olarak, petrol zenginliğinin, şehirleşme, uzmanlaşma ve yüksek eğitim baskılarını ülkenin üzerinden kaldırması ve rehavete neden olmasıdır. Bolluk paradoksu, sanki, Tunus'tan, Mısır'a sıçrayan halk devrimlerinin bir sonraki adresinin kaynakları nispeten kıt Yemen, Ürdün ve Suriye gibi ülkelerin olabileceğine delalet etmektedir. Bu paradoks ayrıca bana ülkemizde yıllardır seslendirilen "Türkiye'nin yer altının zengin madenlerle kaynadığı ama dış güçlerin bunların çıkarılmasını engellediği" veya "petrolümüz veya altınımız olsaydı, şimdi refah içinde yüzüyorduk" iddialarını hatırlatıyor. Belki de Türkiye olarak en büyük şansımız, yerin altından "piyango" çıkmaması ve alın ve beyin teriyle hayatımızı kazanmayı öğrenmemizdir. Yoksa, kaynak fakiri Türkiye, bugün neden dünyaca komşularına örnek göstersin? Artık maden devrinde değil, bilgi cağında yasıyoruz. Churchill'in 1943'deki "gelecegin imparatorlukları, beyin imparatorlukları olacak" kehaneti paradoksu çözüyor. Bugün beyin ürünleri dünyanın tepe firmalarının %70 değerine ulaşmıştır. Bir delikanlının kurduğu 500 milyon müşterili Facebook'a paha biçilemiyor. Yüze yakın ülkeden daha zengin Microsoft'un kurucusu Bill Gates bir petrol şeyhi değil, bir beyin işçisidir. Anlaşılan, bu çağda, bir ülkenin en büyük serveti yer altındaki taşları değil, yer üstündeki başlarıdır! |
|||