YAKIN TARİH

İskilipli Atıf Hoca’nın kabrini bulduran vasiyet

  • İbrahim Doğan
İskilipli Atıf Hoca’nın kabrini bulduran vasiyet

İskilipli Atıf Hoca’nın kabri, bir zabıt kâtibinin oğluna vasiyeti ile ortaya çıktı. DNA testi, kemiklerin Atıf Hoca’ya ait olduğunu doğruladı. Eski milletvekili Mehmet Sılay’ın içinde olduğu 15 kişilik ekip, kabri 7 yılda buldu.

İskilipli Atıf Hoca, Ankara İstiklal Mahkemesi kararıyla 4 Şubat 1926’da güneş ışıkları kendini gösterirken idam edildi. Ne cenazesi yıkandı ne de cenaze namazı kılındı. Hava karardıktan sonra Mamak Mezarlığı’nın ‘kimsesizler’ bölümüne defnedildi. Mezarı bugüne kadar bulunamadı. Nazım Hikmet, Seyit Rıza gibi birçok isme ‘iade-i itibar’ gündeme gelse de Atıf Hoca konusunda bir adım atılmadı.

Bu mezarlık 1954’te Gülveren ile Çinçin arasındaki asri mezarlığa taşındı. Atıf Hoca’nın kabri, korkudan dolayı sahip çıkan olmadığı için olduğu yerde kaldı. Mezarlık, Şafaktepe Parkı’na dönüşürken, Atıf Hoca’nın mezarı taşınmayan diğer mezarlar gibi kayboldu. Ancak mezarın yerini bilen bir isim vardı. Mahkemede zabıt kâtipliği yapan kişi, idamda ve definde de görev almıştı. Bu sebeple mezarın yerini, defnedilenin kim olduğunu biliyordu. Ve suçsuz olduğuna inanıyordu. Bu zabıt kâtibi, Atıf Hoca’yı sık sık ziyaret edip dua etmeyi ihmal etmedi. Vefatından önce Atıf Hoca’nın mezarının yerini oğluna da göstererek “Oğlum, bak şurada büyük bir âlim yatıyor. Atıf Hoca haksız yere idam edildi. Onun ruhuna Yasin, Fatiha oku.” vasiyetinde bulundu. Vasiyeti alan genç, ömrü boyunca hep mezarı ziyaret etti; parka dönüştükten sonra da kabir ziyaretini unutmadı.

KEMİKLERİ 6 AY BAGAJDA TAŞIDI

Bu definden yaklaşık 74 yıl sonra, Ankara’da yaşayan Hatay eski milletvekili Mehmet Sılay’ın başını çektiği 15 kişilik ekip, 2000 yılında Atıf Hoca’nın mezarını bulmak için harekete geçti. Birkaç yıl önce de mezarın yerini bilen tek kişiye ulaştı. Sılay zabıt kâtibinin ve oğlunun ismini şu anda açıklamak istemiyor, vakti geldiğinde açıklayacaklarını anlatıyor.

Atıf Hoca’nın mezarını ortaya çıkarmak için yola çıkan bu ekibe, saçlarına ak düşen bu kişi tarafından mezarın yeri gösterildi. 2 yıl önce, yağmurlu bir günde Şafaktepe Parkı’ndaki mezar gizlice açıldı; toprağın içine su dolmasına rağmen kemikler ortaya çıkmaya başladı.

Sılay, bu kemiklerden bir numuneyi 6 ay kadar arabasının bagajında taşır; maksadı kemiklerin İskilipli Hoca’ya ait olup olmadığını kesin olarak tespit etmektir. Hoca’nın Çorum’un İskilip ilçesi Toyhane köyünde yaşayan yeğenlerinden (Mehmet, Satı, Hamza, Süleyman İmal) saç, kan ve tırnak örnekleri alır. Ardından toprağın altından çıkan kemikler ile Atıf Hoca’nın yeğenlerinden aldığı örneklerin karşılaştırılması için bir Adli Tıp Kurumu’na müracaat eder. Hatay’da başhekimlik geçmişi de olan Sılay, ikili ilişkilerle bu testi tamamlar. Üç doktorun vardığı sonuç, kemiklerin yüzde yüz Atıf Hoca’ya ait olduğunu gösterir.

İskilipli Atıf Hoca’nın, çimlerin altından çıkarılan kabrinde önce kafatası bulundu; ardından vücuda ait uzun kemiklere rastlandı. İki köprücük kemiğinin bulunmasına karşın el ve ayak parmakları toprağın altından çıkmadı. Kemiklerin Atıf Hoca’ya ait olduğu kesinlik kazanınca yaklaşık 81 yıl sonra cenaze namazı kılındı. Atıf Hoca babasının, eşinin ve kızının bulunduğu Toyhane köyü mezarlığına değil, İskilip ilçe mezarlığına defnedildi.

“Onu bulmamız çok zor oldu.” diyen Mehmet Sılay’ın içinde olduğu 15 kişilik ekip, Atıf Hoca’nın iki aylık idam sürecine ilişkin her detayı inceledi. Bir ay kadar Ulucanlar Cezaevi’nde kalan İskilipli Hoca’nın kayıtlarına ulaşılmaya çalışıldıysa da bu cezaevinin iki defa yangın geçirmesinden dolayı hiçbir şey elde edilemedi. Sılay, İskilipli Atıf Hoca’nın mezar yerine ilişkin şunları söylüyor: “Birisi, ‘bir türbenin arkasında’ dedi. Bir başkası ‘Sırtını Dikimevi’ne ver, bir kilometre git’ diye başladı. Ama nerede? Kimse bilmiyor. Normalde hükûmet komiseriyle açılır, mahkemeye gider, onay verilir. Biz bunların hepsini by-pass ettik.”

Peki, kimdi Atıf Hoca, neden idam edilmişti? 1876’da İskilip’te dünyaya gelen Atıf, 6 aylıkken öksüz kalır. O dönemde ilim ve kültür merkezi kabul edilen İskilip’te eğitimini tamamlayıp İstanbul’un yolunu tutar. 29 yaşında Fatih Camii’nde ders vermeye başlar, 42 yaşında da Medreseler Umum Müdürlüğü’ne atanır. Atıf Hoca’yı idama götüren kitap ise Batı taklitçiliği şapkayı eleştiren ‘Frenk Mukallitliği’ adını taşımaktadır. Oysa kitap dönemin Kültür Bakanlığı’ndan izinli çıkmıştır. 1924’te Kader Matbaası’nda basılan 32 sayfalık bu risaleden 1,5 yıl sonra Şapka İnkılabı gerçekleşir. İskilipli Atıf, şapka kanunu çıkmadan önce yazdığı kitaptan dolayı 9 Aralık 1925’te İstanbul Laleli Fethibey Mahallesi’ndeki evinde tutuklanır. 7 yaşındaki kızı Ayşe Melahat, “Baba nereye gidiyorsun?” der arkasından, o ise “Kızım geleceğim.” diyerek evden ayrılır.

Gemi ambarında tutuklu olarak Giresun’daki İstiklal Mahkemesi’ne gönderilir. Şapkaya ilişkin yargılandığı bu mahkemeden beraat eder. Ancak Atıf Hoca, beraat etmesine rağmen elleri kelepçeli aynı geminin ambarında İstanbul’a döner. Bu defa ibre Ankara İstiklal Mahkemesi’ne çevrilir, 1926’nın ocak ayı başında tutuklu olarak trenle Ankara’ya gönderilir. Ulucanlar Cezaevi’dir bu defa durak.

MAHKEMEDEKİ ÜÇ ALİ!

Atıf Hoca’nın aslında kalemi kırılmıştır; ancak o, beraat edeceğine inanmaktadır, çok iyi bir savunma yazmıştır. Fakat kararın verileceği günden önce bir rüya görür. Rüyada Peygamberimiz Hz. Muhammed (sas), “Atıf niye bize kavuşmayı geciktiriyorsun?” der. Bunun üzerine savunmayı yırtıp atar. Mahkeme üyelerinin karşısına çıktığında savunma bile yapmaz, “Sizin adaletinize güveniyorum.” der sadece. Mahkemenin başkanlığını gazeteci-yazar Altemur Kılıç’ın babası Kılıç Ali ile Kel Ali lakaplı Ali Çetinkaya üstlenmiştir. Savcı ise Yalçın Küçük’ün amcası Necip Ali’dir. Bu üç isim arasında tek hukukçu, sonuncusudur.

Hâkimiyet-i Milliye gazetesi, 3 Şubat 1926 tarihli nüshasında mahkemeye ilişkin şunu yazmıştır: “Müdde-i umumi (savcı) zanlıların mahkûmiyetini istedi.” Savcı Necip Ali, Atıf Hoca’nın üç yıl ceza almasını talep eder. Mahkeme üyelerinin normalde bu karara uyması ya da daha az bir ceza vermesi gerekirken bir gün sonra idam çıkar. İdamın gerçekleştiği gün (4 Şubat) çıkan Hâkimiyeti Milliye gazetesinde, “İskilipli Atıf Hoca ve müftü-i sabık Ali Rıza idam edildi.” denmektedir. İdamlar olmadan önce basılan gazete, Mehmet Sılay’a göre bu kararın önceden verildiğini gösteren delillerden biriydi: “Üç oturumdan ibaret bir dava sonunda idam ediliyor. Bir kitabı var, şapka kanunu çıkmadan 18 ay evvel yazılmış. Evrensel hukuk normudur; kanunlar, çıktığı andan itibaren işler. Ama Atıf Hoca için böyle olmuyor. Ne adam öldürmüş ne insan yaralamış ne de adi suçlardan birini işlemiş. Yüzde yüz masum. Bu bir adli cinayettir.”

İhtilâl Mahkemesi, adını İstiklâl Mahkemesi olarak değiştirmesinden sonra 1920-1927 yılları arasında 54 bin kişiyi yargıladı. Bu mahkemelerde 1054 kişi idam, 43 bin kişi sürgün edildi. Atıf Hoca’nın idamından sonra ihtişamlı günlerinden uzaklaşan, yatırım alamayan, 40 civarında okulu olmasına rağmen tamamı kapanan İskilip, geçmişiyle de barışma yolunda ilerliyor. İnsanlar geçmişte Atıf Hoca’dan çekinerek bahsederken, şimdi ilçenin mezarlığı uğrak yeri hâline gelmiş. Belediye Atıf Hoca’nın kabrini anıt mezar şeklinde yapmayı planlıyor.

Atıf Hoca’nın idamının ardından eşi Zahide Hanım ve kızı Ayşe Melahat kimsesiz kalır. Hoca’nın yeğeni Bahattin İmal’ın anlattığına göre aile, İstanbul’da bir Yahudi topluluğun saldırısına maruz kalır. Bunun üzerine İskilip’in Soyhane köyüne taşınır. Annesinin vefatından sonra Hakkı Bey adındaki bir dalgıçla evlenen Ayşe Melahat, eşinin kısa süre sonra vefat etmesiyle akli melekelerini kaybeder. 1988’de Bahattin İmal’ın İskilip’teki evine taşınır. Özel bir oda yaptırır, yemeğini kendi yaptığını anlatan İmal, “Çok yardım teklif edildi; ama hiçbirini kabul etmedi. Ev içinde bile çok nadir görüşürdük.” diyor. 1995 yılında hayata veda eden Ayşe Melahat’ın çocuğu yok. Semih adında üvey evladının olduğu belirtiliyor; ancak nerede yaşadığı bilinmiyor.

Bahattin İmal, İskilipli Atıf Efendi’nin idamından sonra ailenin zarar görmemek için sürekli devletten uzak durduğunu anlatıyor. “Ailenin izi kaybedilmiş.” diyen İmal, “Nüfus kütüğünde bir memur ‘biz sıkıntı çekmeyelim’ düşüncesiyle kayıtları değiştirmiş. Bu soyadı kanunu çıktığı yıllarda olmuş. Bütün köy (Soyhane) kütüğü değiştirilmiş.” diyor. Atıf Hoca’yı kimse sahiplenmemiş. Hatta Bahattin İmal’in anlattığına göre 1954’te Ankara’da mezarlığın yeri değiştirileceği esnada ‘gelip mezarınızı alın’ diye bilgi göndermişler ancak korkudan dolayı kimse gelip mezarı sahiplenmemiş.

  

Genelkurmay’a göre Atıf Hoca sakıncalı

 

“İskilip korkusu birilerinde var. Hep lider adam yetiştirmiştir.” diyen şehrin eski belediye başkanlarından Mehmet Lokum, 1990’larda İskilipli âlimlerin büstlerinin bir parka dikilmesi için bir dosya hazırlar. Ankara’nın yolunu tutarak Genelkurmay Başkanlığı’ndaki hemşehrisi Albay Hidayet Vahaboğlu’nu bulur. Listedeki âlimlerin sakıncası olup olmadığını kontrol ettirecektir. Vahapoğlu, Mehmet Lokum’u bu konunun uzmanı bir binbaşıya yönlendirir. Ebussuud Efendi ve diğer şeyhülislam Sunullah Efendi’nin de içinde olduğu listedekilere onay çıkar. Mehmet Lokum, “Bir şey sormak istiyorum.” diyerek “Atıf Hoca’nın da heykelini ekleyebilir miyiz?” diye sorar. Cevap nettir: “Kesinlikle olmaz.”