"Murat Güloğlu" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Murat Güloğlu" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.
Murat Güloğlu

Bodrum'da "LUX" içinde bir Hint Düğünü...

17 Temmuz 2018

Turizmimizin nispeten toparlandığı ve tesislerin doluluktan yüzünün güldüğü bu günlerde milyon dolarlık bir turizm ihracatı gerçekleştirdi. Hem de 3 gün içinde oldu bütün olanlar. Bodrum Adabükü'ne kurulu uluslararası otel zinciri LUX* Bodrum’da dillere destan bir "Hint Masalı" yaşandı. Ve bu ilk de değil üstelik. Zengin Hint Aileleri bu kapıyı açınca sıraya başkaları da girdi. Mesela Lübnan Dünyası. Çok yakın bir zamanda Lübnan zenginleri de düğünlerini eşsiz organizasyonlarla Türkiye'de, Bodrum'da yapacak. İşte bu beni çok sevindiriyor. Organizasyon firmasıyla, otel çalışanlarıyla, oteliyle böylesi düzgün işler çıkarınca otellerimiz de kazanıyor, otele ürün veren esnaf da kazanıyor, turizmimiz için yepyeni para kazanacak alanlar doğuyor. E kısacası memleket kazanıyor.

HİNT SOSYETESİ BU DÜĞÜNLE BODRUM'A AKTI

Lux Bodrum'da 3 gün, 3 gece aralıksız yapılan bu düğünde geleneksel eğlenceleri ile ön plana çıkmış.Fotoğraf ve görüntülere bakılırsa çok da güzel eğlenilmiş. Lüks içinde yapılan bu düğünün sahibi Hindistan’ın en zengin ailelerinden dünyaca ünlü Wellknown polyesterin sahipleri Grupta Ailesi. Oğul Rahul Grupta'nın evlendiği Harshita Agarwal da yine Hint Sosyetesi'nin tanınmış bir ailesinin mensubu. Böylesi bir organizasyonda kiralanan uçaksa THY. Türk Hava Yolları'ndan özel olarak kiralanan A330 ile Hindistan’ın Bombay kentinden direkt olarak Bodrum’a geldi. Yani düğün için Hindistan’dan 250 kişilik ultra zengin misafir grubu ve onlarla beraber gelen, yaklaşık 300 kişilik özel bir ekipten söz ediyorum.

İşte size bir kazanç kapısı daha. Özellikle turizmci dostlarımızın son bir kaç yıldır Hint düğünlerini Türkiye'ye getirmeleri konusunda çabalarına tanık oluyorum. Orada düzenlenen fuarlara katılmaları, iletişim kurmaları, organizasyona dahil olmaları görüldüğü üzere meyvelerini vermeye başlamış. Ve bana kalırsa önümüzdeki dönemlerde yaz-kış demeden ciddi bir ihracat kalemi olacak bu düğünler. Bu arada gerek Türkiye'den gerekse yurt dışından düğüne katılan sanatçıların sosyal medya paylaşımları da bu tür tanıtımların kalitesini kat be kat arttırıyor. O nedenle ilgili bakanlıkların bu konuya özellikle destek vermeleri gerek ve şart bana kalırsa. Hintli organizatör Inventum Global şirketinin bu masalsı düğünü organize ettiğini de belirtmek gerek. Çünkü gelenlerin toplam servetine bakılırsa milyar milyar dolar seviyesinde. Bu insanlar da hadi biz gidiyoruz demekle gelmiyor Bodrum'a, Antalya'ya, İstanbul'a. Dolayısıyla güvendiklerini organizasyon firmalarını tavlamak şart.

TURİZMİMİZİ ÇEŞİTLENDİRMEK ŞART

Yazının devamı...

Tatil sloganım, her şey yavaş!

11 Temmuz 2018

Ne yaparsan yap, nereye gidersen git, ne yersen ye her şey yavaş olmalı bana kalırsa. Benim hissiyatım bu yöndedir ve öyle ki bundan asla ve kat'a da pişman olmadım. Ve doğrusu da budur bana kalırsa. Marmaris'i de içine alan o eşsiz koylar bütünü dünyamızın en şahane yerlerinden biri.  Bunun için herkesle de iddiaya girerim. Mesela Hisarönü, mesela Orhaniye Köyü, mesela Bencik, Dirsekbükü vs. vs... Çünkü ne böylesi bir hava, ne böylesi bir deniz ne de böylesi bir doğa, mavilik, yeşillek yok hiç bir yerde! Tam bir cennet. İşte doğanın bahşettiği bu güzelliklere bir de şahane ötesi bir anlayış ve o anlayışın doğurduğu mekanlar da hayata geçiyorsa Fransızlar'ın dediği gibi !creme de la creme' bir iş ortaya çıkıyor. Bizim gibilere de bu muhteşem akışa kendimizi kaptırmak düşüyor.

 

Ve Port Frankie Hisarönü'ndeHafta sonu yine beni en çok etkileyen doğa şahanesi bir yerdeydim. Marmaris'e bağlı Orhaniye Köyü'nde bulunan Keçibükü'ye konumlanmış  Martı Marina & Yacht Club 'te. Burada bulunan Martı Hemithea'ya son 5 - 6 yıldır mutlaka ama mutlaka giderim ki, bu yıl harika bir sürprizle bizleri sevindiren efsane mekan Franike de kapılarını açıverdi marinanın içinde. İstanbul'un yeme-içme ve gece hayatına damgasını yıllardır vuran turizmimizin gözbebeği Frankie İstanbul, 'Yavaş Yaşam' felsefesinden yola çıkarak Port Frankie 'yi yaşama geçirdi. Çok da iyi yaptı. Kaya Demirer'in iş ciddiyetini bilen bilir. Mekan ambiyansı, yemeğin kalitesi, misafirlerinin keyfi, hal-i pürmelali onun için fevkalade önemlidir. Eşi İrem Güreli Demirer'in de şahane ev sahipliğinde harikulade bir gece geçirmeniz garanti diyebilirim. Sözün özü şu ki, tabiatın iyi yaşam için sunduğu tüm olanaklara rafine lezzetleri ile eşlik ediyor. Bu da orkestradan yükselen tınılarla sohbetlerinize eşlik ediyor. Daha ne olsun!


 

Mutfak ve lezzetler yıkılıyor!Mutfağın teslim edildiği isim başarılı şef Melih Demirel. Hani harikalar yaratıyor denir ya! Aynen öyle. Ekibiyle beraber böylesi özverili ve keyifle ve elbette ciddiyetle çalışan bir şefin elinden ne olsa yeniyor açıkçası. Beraber yaptığımız pazar alışverişinde bunu çok daha iyi anladım. O taptaze besinlerin akşam tabağımda olması apayrı bir keyif tabii. Balıklar ve deniz ürünleri günlük olarak tertemiz Hisarönü Körfezi’nden çıkıyor. Öte yandan civar köylerin yerel ürünlerinden oluşan menü de günün tatlarına göre değişkenlik gösteriyor ki bu da Port Frankie 'nin mutfağına değer katan bir başka unsur. , Çam ağaçları içinde doğayla baş başa kalmak zaten son derece özel bir durum. Buna bir de mutfakta ki zarafet eklenince yeme de yanında yat durumu oluyor ki buna dayanamam! Aslında genele bakıldığında şunu anladım ki, hani o özenle seçilen organik, yerel ürünleri bir taraftan da geleneklere sadık kalarak harmanlamak, anne mutfağı özlemi yaşayanlara bir güzellik sunuyor. O kesin. Diğer yandansa gelenekle, yenilikçi tarifleri mix eden bir yöntemle yavaş yavaş pişiren mutfaklar her zaman başarılı oluyor. Mesela yediğim öyle kuzu, dana etleri vardı ki 12 saat, 24 saat pişme serüveninin ardından tabağımıza gelmişti. Kesinlikle ve kesinlikle denemek de fayda var zire yok böyle bir lezzet!

 


Yazının devamı...

Alaçatı Delikli Koy ’un cazibesi

5 Temmuz 2018

Minik minik koylar bütünü desem daha doğru sanırım burası için. Alaçatı’nın yaz kalabalığından makul uzaklıkta, doğayla baş başa, stressiz ve gürültünün olmadığı her şeyden önemlisi şahane bir doğa harikasının var olduğu yer. Yakın zamanda çok daha iyi bilinecek. Çünkü her yaz büyüyen bir Alaçatı’dan söz ediyoruz. Kayaların denize salınışı ilk başta tam kliplik ya da katalogluk bir yer dedirtiyor insana. Kaya yapısı bakımından Kapadokya’yı fazlasıyla andırıyor. Rüzgar ve denizin aşındırdığı ve eşsiz bir manzaranın ortaya çıktığı tam bir doğa olayı. Hırçın dalgaların aşındırdığı kayaların zamanla delinmesiyle koyun ismi de koyulmuş aslında. Böylesi bir şahaneliği tanıtamıyor olmak, yerelde tutmak ve hatta insanımıza bile anlatmıyor olmak acı verici. Bu tanıtım işine ciddi bir el atmak gerekli sanırım. 

 

Delikli Koy tam bir Paradiso
Uzun yıllar Alaçatı’ya gelip gittiğimden yükselişine ve yayılışına çok yakından tanıklık ettim. Merkezden çok çevresinin ve plajlarının sayısından söz ediyorum. Bu denli çok açılan plajların kalitesini de sorgulamak gerekiyor zira. Fiyatlar da almış başını gidiyor bir çok tesis için maalesef. Bu gidişimde Delikli Koy’un içine konumlanmış dünya çapında Alaçatı Paradiso Beach ‘i daha iyi keşfettim. Genelde nispeten soğuk olan Alaçatı suyu ne hikmetse bu koyda hayli girilebilir kıvamda. İlk başta ferahlığı dikkat çekiyor çünkü tam 35 dönümlük kocaman bir arazi içinde. Tam bin sekiz yüz kişi kapasiteli burası. Restaurantı, kumsal ve happy hour alanı bir hayli geniş. Deniz üstündeki Malibu tarzı bungalolar da ayrı bir keyif tabii. Deniz kıyısındaki instagramlık flamengolar da çok fazla ilgi görüyor tatilciler tarafından. Üç yüz kişilik restaurantta da, menü hayli geniş çünkü ağırlıklı olarak İtalyan ve yeni Amerikan lezzetlerinden oluşuyor. Her damağa göre yemek var anlayacağınız. Favorilerim Linguine Pesto Scampi, Quattro Fungi Pizza, Rib-Eye, Jack's Burger.  Galiba en çılgın Happy Hour’lar için de Paradiso tercih edilecek çünkü devasa alanında DJ kabininde yaz boyunca Doğuş Cabakcor, Fattish, Tal Barahya, Maxxi Soundsystem gibi isimler olacak ki güzel müzik çalıp, gayet güzel dans ettirir bu arkadaşlar.  Ha bu arada malibu süiteler de dikkat çekiyor ki başka yerlerde konaklamak istemeyen arkadaşlara özellikle tavsiyemdir. Yol derdi çekmeden, sabah Alaçatı’da denizin sesiyle uyanmak kadar eşsiz bir lezzet yoktur zira. 

Alaçatı’da Sota sürprizi   
Bu arada söylemeden geçemeyeceğim. Alaçatı’nın tek kabuklu restoranı Sota Alaçatı, 150 yıllık dokusunu koruyarak geçmişin ruhunu günümüze taşıyan, Alaçatı’nın gözde oteli Viento’nun içinde yer açıldı. Çok afedersiniz ama tek tek tattım desem yeridir. Tam anlamıyla şahane ötesi. Dünyanın dört bir yanında kabuklu deniz tatlarını az çok deneyimledim ama buranınkiler bir başka. Her şey fazlasıyla taze. Hatta taptaze. Konsepti ve menüyü oluşturan Şef Osman Sezener’e şapka çıkartıyorum. Çünkü gece boyunca kulaklarını çok çınlattık Osman’ın. Tüm malzemelerin esnaftan taze taze, günlük olarak alınması ve hünerli ellerde hazırlanması fark yaratmak da çok büyük etken. Istakozlu fettuccine, Çeşme limonlu ve Antep fıstıklı narenciye soslu ahtapot, Girit kabağı, mavi yengeç, istiridye, yerli karides benim masada olup da müthiş bir zevkle tattığım lezzetlerdi. Ambiyans zaten şahane ötesi. Yıllardır kalitesini koruyan Viento Otel’in arkasındaki güç Figen Erbaş Hanımefendi, Sota’yı da alıp uçuracak gibi görünüyor. O nedenledir ki bu mekan Alaçatı için çok büyük kazanç diyebilirim. Ve bu arada merada beslenen ineğin sütüyle yapılan tereyağı, Ayvalık’tan gelen taş sıkım zeytinyağı ve Kars’tan gelen özel peynirlerle güne başlamak istiyorsanız kahvaltı sofranızı da burada kurdurun, ben söyleyeyim de... 

 

Yazının devamı...

Ruslar gol atıyor, St. Petesburg kazanıyor

2 Temmuz 2018

Bir de dün İspanya’yı devirmesiyle finale uzanan yolda Ruslar daha bir coşkulu şimdilerde doğal olarak. Geçtiğimiz günlerde ziyaret ettiğim St.Petesburg’ta bu müthiş heyecan fazlasıyla hissediliyordu. Ruslar’ın şampiyonayı sahiplenmesi bir yana, düzenlenen sokak organizasyonları, birbirinden ilginç cadde şovları, dev ekranda izlenen maçlar, dünyanın dört bir yanından buraya akan turistler için de son derece güzel bir izlenim bırakıyor. Bir nevi gönül bağı kuruyor turist, bu kentle ve insanıyla. E bu da ‘ben birkaç kez daha gelirim buralara, uluslararası ortamlarda laf söyletmem bu memlekete’ demek oluyor ki özellikle bizim ülkenin en çok ihtiyaç duyduğu işte bu gönüllü PR çalışması.

Yani şehirlerde gönülleri hoş edecek atraksiyonlar düşünmek ve hayata geçirmek gerek. Kaldırımları kurumuş, meydanları sadece kalabalık olan kentler son derece can sıkıcı, onca yolu kat ederek gelip dolaşan turistler için. Benim St. Petersburg ’a gidişimde sıkı karşılaşmalar vardı elbette ama ben sadece futbola odaklanmadım burada. Kentin ta kendisine tav oldum arkadaş. Şöyle ki!

Gazprom ’un dev kulesini Türkler yaptı

Koskocaman Rusya haritasının batı ucundaki bir anahtar ya da bir kilit kent burası. Rusya’nın ikinci, Avrupa’nın dördüncü büyük kenti. Kente Finlandiya Körfezi’nden tatilbudur.com’un ortak çalıştığı Costa Magica cruise gemisi ile girdiğimiz için ilk gördüğüm devasa bir yapı oldu. Son derece modern, son derece büyük bir yapı. Zaten Avrupa’nın da en uzun gökdeleni. 462 metre. Adı Lakhta Center.

Bu Gazprom’un merkez binası. İnşa eden bir Türk firma. Rönesans İnşaat. Son derece gururlandım bunu duyunca. Helal olsun. Tarihin nakış nakış işlendiği kentin uzağına böylesi modern bir dokunuş son derece güzel açıkçası. Kentse dediğim gibi son derece ihtişamlı. Hem de cadde cadde sokak sokak. Hiç boş bir gereksizlik yok.

Yazının devamı...

Güzeller güzeli Baltık Başkentleri

19 Haziran 2018

Baltık Başkentleri’ne uzandığım geçtiğimiz hafta hayatımın en ilginç ve kayda değer zamanlarını yaşadım desem yeridir. Yıllar önce bir kış günü gidip görme fırsatı bulduğum İsveç’in başkenti Stockholm bu eşsiz seyahatteki ilk durağımdı. 13.yüzyıldan bu yana İskandinavya’nın siyaset, ekonomi ve kültür merkezi burası. Gerçi Kopenhag da ‘bu yarışta ben de varım’ diyor ama Stockholm’ün yeri başka. İsveç kafasını her zaman çok sevmiş ve kendime yakın bulmuşumdur.

Tatilbudur.com’un organize ettiği “Ünlülerle Geziyorum” Turu’nun başını bu kez çok değerli gezgin kardeşim Serkan Ercan çekti. Kendisini ekranlardan ve elbette ki İZ TV’de yaptığı o şahane seyahat programlardan biliyoruz. Baltıklar’ı böylesi süper bir organizasyonla gezince çok daha net ve anlaşılır bir şekilde kafaya oturtabiliyor insan. Bu arada tüm bu turu Costa Magica Cruise gemisiyle yaptık ki, sekiz gün boyunca bu gemi yuvamız oldu adeta.

Sade bir zarafet desem yeridir

Özellikle Cruise’la kentten ayrılış sırasına Malaren Gölü’nün Baltık Denizi ile birleştiği kanalda ilerlerken yüzlerce adacık arasından geçiyorsunuz ya; işte o bir-iki saat yaşamınızın en estetik yapılarını ve muhteşem doğasını görme fırsatını da yakalıyorsunuz. Stockholm Takım adaları olarak bilinen 14 ada üzerine kurulu kentte insanların şartlar ve durumlar ne olursa olsun kendine bakan, o saygılı halleri, kılık kıyafetlerine gösterdikleri özeni, kentlerinin düzeni, minimalistliği beni yine benden aldı. Hava bu kez muhteşemdi. Bol bol yürüme, tanıma, anlama fırsatı buldum ki beni yine sükut-u hayale uğratmadı Stockholm. Sanırım bugünler gitmek için ideal. Ha bu arada gecenin 12 ‘lerinde kararan havalara ve sabahın 3’ünde şafağın sökmesine de alışınca çok daha güzel oluyor. Bu arada Stocholm Sendromu vakasının ortaya çıktığı banka şubesi hali hazırda son derece lüks bir otel olmuş onu da belirtelim.

Tallinn’de her yer sarı ve beyaz

Tallinn bu gezimde gördüğüm en küçük başkentti. Tarihle modernizmin birleştiği bir kent Tallinn ve pek tabii ki turist akınına uğruyor. Özellikle 5-6 tane cruise gemizi yanaştığında şehirde herkesin yüzü gülüyor. Nüfus birdenbire artıyor, satışlar rekor kırdıkça kırıyor. Bir dönem gözümüzün bebeği İstanbul’da böyleydi. Cruise turizmiyle esnafımızın yüzünde gülücükler bir yana kahkahalar eksik olmazdı. Maalesef o günler şimdi uzakta. Seyahat acentaları ayaklarını kestiler İstanbul’dan, Kuşadası’ndan. Umarız ki yakın zamanda yeniden o güzel günler gelecektir. Neyse efendim. Tallinn Estonya’nın başkenti malumunuz üzere. En iyi korunmuş Ortaçağ kenti de diyebilirim. Zira UNESCO kentin tarihi her bir karesini “Dünya Mirası” olarak kabul etmiş. Daha ne olsun. Rus etkisini elbette fazlasıyla görüyoruz şehirde ve insanlarda. Bu güzel memleketin tarihte istilalar sebebiyle ve hatta dönemin Rus Generalleri nedeniyle çok acılar çektiğini de belirteyim tabii.

Finlandiya’nın o meşhur eğitim sistemi

Yazının devamı...

Artık Ege zamanıdır

16 Haziran 2018

Trakya’nın hemen yanı başı ya da Ege beldelerimizin dibi vs. derken Yunanistan beldelerine gider gelir olduk. Karşı taraf içinde bu durum geçerli elbette. Biliyoruz ki sabah biletini alıp çarşı-pazar görmeye, alışveriş yapmaya, yemeğe, kahveye gelip, giden bir çok Yunan dostumuz var. Turistik münasebetler gayet sıcak seyirde anlayacağınız. Biz de Levent Özçelik dostumun başı çektiği, benim ve fotoğraf üstadı Barış Aşık kardeşimin de yer aldığı küçük bir turist kafile olarak Yunanistan’ın Ege’ye bakan kıyılarını Ford Edge ile şöyle bir turladık. Gerçi ben ekibe Selanik’ten katıldım ama Atina merkezli aşağı, yukarı yönlü o kadar güzel anlattılar ki gitmiş kadar oldum. Levent ’in Ford Türkiye için tasarladığı projenin çekimleri için Halkidiki kıyılarını, bizlerin üç parmak olarak bildiği eşsiz doğasıyla güzelim Türkiyemiz’i andıran şahane Ege kasabalarını, köylerini, plajlarını hem keşfettik hem de drone da dahil olmak üzere bol bol görüntüledik. Çok yakında izleme fırsatı bulacaksınız zaten. Sizi haberdar ederim, merak buyurmayınız. Masmaviyle, yemyeşilin buluştuğu kıyılara hayran kalacaksınız.

 

OTOMOBİLİNİZLE KOMŞUYA
Halkidiki konumu itibariyle memlekete uzaklığı arabayla birkaç saat. Yollar gayet düzgün. Yunan ellerinde olumsuz bir olay yaşama ihtimaliniz neredeyse sıfır. Köyler, beldeler, tesisler gayet güzel ve en önemlisi doğal. Estetik anlayışları doğayla uyumlu ve yeşili koruyan bir anlayışları olduğu için olur olmadık yere bina dikmedikleri gibi, bu konuda da hayli titizler. Plajları tertemiz. Deniz zaten Ege Denizi. Anlatmama gerek yok, mükemmel! Halkidiki’nin bize yakın ayağında bulunan sadece erkeklerin girebildiği dağ olan Athos Dağı’nın eteklerine konumlanmış Ouranoupoli Kasabası’ndaki Eagles Palace ve Resort Hotel, yörenin nam salmış şahane ve doğal tesislerinden biri. Henüz Haziran olmasına rağmen gayet canlı bir turist ortalaması vardı ki, bizi bu ara ıskalayan ancak son 1 yıldır ayaklarını yeniden alıştıran Rus Aileler yoğunluğu ile dikkat çekiciydi elbette.  Havaların gayet güzel ve sıcak gitmesi turistik coşkunun erken başlamasına sebep olmuş ki bir çok tatilci bunun hakkını şimdiden vermeye başlamış.

 

KAZANAN EGE OLSUNPorto Koufo’nun plajı, Orange Beach’in kumsalı, Kavala’nın kurabiyesi, Dedeağaç ’ın şahane yemekleri derken kendimizi bir anda İpsala Sınır Kapısı’nda buluverdik. Euro’nun böylesi yüksek olmasına rağmen yenilen, içilenler düşünülünce hala daha Komşu, güzel bir alternatif olarak bir köşede duruyor. Gerçi yaz başladıkça daha çok Türk akını olacak elbette ama zaten kış boyu da – özellikle hafta sonları- yöre insanı bol bol geçiyormuş karşı tarafa. Nihayetinde hepimizin birbirimize ihtiyacı var. Karşılıklı gidiş gelişler, kültürel ve gastronomik alışverişler, turizme ve doğayı korumaya yönelik fikir almalar her iki tarafı da daha güzel yapacaktır ki, en çok kazanan elbette ki Ege olacaktır. Bu şahane coğrafyanın, eşsiz denizin, muhteşem havanın değerini bilip, doğayla uyumlu yaşayalım bu yeter. Haydi iyi tatiller size.

Yazının devamı...

Barcelona her zaman Barcelona’dır

8 Haziran 2018

Kış boyu Katalanlar’ın İspanya’dan ayrılmak için yaptığı eylemleri, referandumu, sonuçlarını ekranlarda bol bol anlatmıştım. Sular duruldu şimdilik bu cephede, hayat da devam ediyor malum ve bununla beraber hayat Barcelona’da gerçekten devam ediyor.

Son derece canlı, heyecanlı, neşe dolu diğer taraftan da ağır, hareketsiz ve tadına vara vara gidiyor. Bu bir çelişki değil bana kalırsa bu yaşamı dibine kadar özümseyip, kırmadan, yormadan, saygılıca yaşama ve yaşatma güzelliği. O nedenle anladım ki bir kez daha bu kenti seviyorsam, sakinlerinden ötürüdür desem tespitim şahane olur. Barcelona Futbol Takımı’nın kentin duyurulması ve markalaşması anlamında muhteşem katkıları olmuş elbette. Takıma sempati üst düzeyde olunca, ilgi de çoğalıyor malum. Fakat Barcelona sakinleri için bu durum hiç de iç açıcı değil zira 3-4 günlük tatil için gezmesi tozması harika bir kent olan Barcelona bu kadar çok turistle, kenti mesken tutmuş sakinleri için keyifsiz bir durum yaratıyor.

Özellikle 1992’deki Olimpiyatlarla beraber kaderi değişen Barcelona’nın bu pozitif yönlü istikrarına sürekli ivme kazandırması kent yöneticilerinin ve açık görüşlü Barça Halkı’nın en büyük başarısı. Bu başarının güzelliğini en çok plajlardan oluşan Barceloneta ‘da çok daha iyi hissediyorsunuz. Flamenko’nun gelenekselliği bir yanda, bir yanda Barceloneta’nın çağdaş devinimsel yüzü. Gerçekten şahane bir kent burası!   

Paella hep 1 numara

Bu gezimde Türkiye’den kalkıp Barcelona’ya gitmiş ve oraya yerleşmiş Pelin ve Onur Akkuş kardeşlerin el ele, omuz omuza vererek kurduğu ve büyüttüğü Olaspain isimli tur firmasıyla dolaştım. Nam-ı diğer @pelinlegez olan Pelin Akkuş, Hürriyet Seyahat için de gezi yazıları kaleme alıyor. İşinde son derece disiplinli ve canlı. Zaten orada yaşadığı 14 yılın sonunda iyiden iyiye İspanyol olmuş diyebilirim. Zira kusursuz İspanyolcası ve İspanya bilgisiyle son derece verimli geçti bu seyahatim. Her Barcelona seferimde uğradığım Can Travi Nou Restaurantı’nın şahaneliği yine dillere destandı.

Yazının devamı...

İsviçre ’nin Uzungöl ’ü, Ayder ’i…

29 Mayıs 2018

Evet! Hem de fazlasıyla. Rakamları ortaya döküp de bakın ne kadar da zengin, nasıl da müreffeh bir toplum demek beni de sıkar, sizi de ama değinmek istediğim hadise elbette başka. Parayla, pulla ilgisi olmayan bir doğa kültüründen söz etmek istiyorum. Yeşile, doğaya duyulan saygı ve elbette ki sevgiden. Ağacı çocuğu gibi gören, doğaya gözü gibi bakan bir anlayıştan bahis açıyorum. Son İsviçre gezimde İnterlake ve Zug mekanlarını dolaştım. İnterlaken tam bir cennet. Bern Kantonu içinde. Doğa sporlarının, ağırlıklı olarak da yamaç paraşütünün yapıldığı şahane ötesi bir kasaba. Thun ve Brienz gölleri arasına kurulmuş içinden nehir geçen büyülü bir yerleşim yeri. Neredeyse tüm Avrupa’ya yayılmış Hapimag Oteli buranın en büyük ve en keyifli otellerinden. Eğer yolunuz düşerse tavsiye ederim. Bilen bilir, Türkiye’deki temsilcisi ise Bodrum, Yalıçiftlik’e konumlanmış Sea Garden Resort Hotel.

Aynı doğa Karadeniz’de de var ama…

İnterlaken de baharın da tadı bir başka tabii. Bu aralar Uzakdoğulu ve Hint – Pakistanlı turistlerin hayli yoğunlukta olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Yöre tam anlamıyla bizim Karadenizimiz’i andırıyor. Yüksek yüksek dağlar arasında boylu boyunca uzanan vadiler, yaylalarımızı andıran yaylalar, pek tabii ki düzenli, nizamlı, intizamlı yapılmış yayla ya da dağ evleri. Hiçbirine yollarla, asfalt yollarla ulaşamıyorsunuz. Beton, asfalt kültürü yok burada. Burada dağ ve tepelere çekişli tren ya da teleferik sistemiyle ulaşıyorsunuz. 1322 metre yükseklikteki, kartal yuvası Harderklum’a füniküler sistemiyle çıkıp da çevreye şöyle bir baktığınız zaman ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız.

Yeşilin içine gömülmüş doğayla uyumlu evler, Ayder Yaylası’yla aynı doğaya sahip ama bizdekinin aksine yeşile son derece saygılı bir yapılaşma, Uzungöl’ün tıpkısının aynısı olup da kıymeti bilinen, doğaya ihanet edilmiş bir mimari… Elindekini daha da güzelleştirme çabasıyla zıtlaşmayan, eğri büğrü yapıları güzelim doğanın orta yerine dikmeyen, estetik yoksunluğuyla alakası olmayan bir kültür ve ahlak zenginliği içinde kurulmuş köyler, kasabalar. İşte bunun için diyorum, bu yeşile saygı kültürünün dinle, imanla, parayla, pulla, zenginlikle alakası yok. Olmayacak da. Birazcık doğaya sahip çıkma dersi alsak iyi olacak bence. Yoksa elimizdeki cennet giderek çoraklaşıp, betonlaşıp, asfaltlaşacak.

Tatil için yazlığa, kışlığa gerek yok!

Yazının devamı...
Murat Güloğlu Kimdir?

Murat Güloğlu