"Musa Dede" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Musa Dede" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.
Musa Dede

Teslim Baba

15 Temmuz 2018

Matematikte yıldız, Slav diyaleklerinin yanında İngilizce, Fransızca, Almanca ve İtalyanca da öğreniyor, hem bu dillerde şiir yazıp okuyacak kadar. Eğitimle açıklanamaz becerisi fakat; o ileride “bilimin şairi” olarak anılacak. Zor bir çocukluğun ardından..

Gerçekle bağını koparan görüntüler zihnine ışık patlamaları halinde geliyor, yeşil ışıltılar ve hemen sonrasında icat edeceği şeylere dönüşecek gri bulutlar. İyi ki şizofreni teşhisi koyabilecek tecrübesiz bir psikolog yok o zamanın okul çevresinde. Çünkü anlaşılan bu cılız delikanlı keşfi açık bir Sufi meşrep kendince. Ömrü boyunca icatlarıyla, fikirleriyle insanlığın birliği, refahı, tekamülü peşinde..

Hatıralarından; “Neden ve sonuç arasında bağlantı kurmada önemli becerilere sahip oldum. Kısa bir süre sonra, şaşkınlıkla, aklımdan geçen tüm düşüncelerin dışsal bir izlenimden etkilendiğini farkettim”.. Desene; akıl gibi, ilim de, ilham da, hikmet de Allah’tan…

 

Peki bizimki neler mi zikretmiş heyuladan? “Modern Dünya”yı oluşturan neredeyse herşeyde katkısı var desek, umarım abartmış olmayız. Başlıca;

* Modern “alternatif elektrik”(AC) kullanımını onun sistemler üzerine yaptığı çalışmalara, keşiflere borçludur.

* “Radyo”nun çalışmasını sağlayan en önemli teknolojilerin(yüksek frekanslı jeneratörler, eşlenmiş devreler, döner seri kıvılcım boşlukları, yağla insüle edilmiş transformatörler vs) mucididir.

* “Yüksek frekanslı endüksiyon fırınları ve ısıtma” onun fikirleri ve katkıları sayesinde hayata geçirilmiştir.

Yazının devamı...

Beyoğlum!

8 Temmuz 2018

Beyoğlu’nda gezerdik, gözlerimizi süzerdik bir zamanlar biz de. Fakir şimdilik Beyoğlu’nda gezen bizim kuşakların sonuncusuyum.. Büyükbabamdan dinlemişimdir ilk Beyoğlu hikayelerini. Kendisi(Allah rahmet eylesin) o zamanları sadece anlatmaz yaşatırdı da sanki. Takım ceket ve kıravat giymeden çıkılmadığı zamanlar Beyoğlu’na, hanımlar da döpiyes ve şapka.. Semtin adından mıdır ne, sanırsınız herkes bey oğlu, bey kızı. Aslında tam öyle de değil büyükbabamın kuşağı; mösyö, madam, matmazel olmak almış artık 30’ların, 40’ların İstanbul’unda beyliğin yerini. Onlar “Cumhuriyet Kuşağı”nın yeniden formatlanmış beyefendileri, hanımefendileri. İki “Dünya Savaşı” görmüş, bir İmparatorluğu unutmak zorunda, zamana uymakla toplumda itibar bulmak isteyen, varoluşu “sessizce kabullenme”ye bağlı bir kuşak. Beyoğlu’nda gezmek de olmasa, zor bir hayat! Büyükbabam da ne yapsın, onu hep kostüm ceket ve fötr şapkasıyla hatırlarım; sanki hep Beyoğlu’nda…

 

Bazen kuşaklar arası bir gezinti gibidir İstiklal caddesinde yürüyüşlerim. Markiz’de bir pasta, Lebon’da limonata, “voulez-vous dancer avec moi?”.. Aşağı yukarı böyle tanışmışlar, aileleriyle Asmalı Mescit’te oturan annem ve Kumbaracı yokuşunda yaşayan babam. Travma sonrası kalanlardan.. Travma dediğim de 6-7 Eylül olayları. Sene 1955; bindirilmiş kıtalar, Beyoğlu’nu yağmalıyorlar, baş hedef Rumlar, ama Rumu Yahudiyi ayıramıyorlar ki; cadde boyunca açılmış top top kumaşlar, en iyi İngiliz kumaşı, “Dormeuille” falan bakmadan, plaçka…

Annem babasını genç yaşta kaybetmiş, dayım koruyup kolluyor aileyi, bir de komşular, evin önünden güç bela uzaklaştırılan kalabalığa karışıyor dayım, en iyisi tehlike atlatılana dek onlardanmış gibi davranmak. Halam da az ötedeki “Çitiro Han”da otururmuş, Şişhaneye doğru. 90’ların sonuna yakın oraya taşınacağımı söylediğimde pek hoş karşılamadı ailem. Taşındım yine de. Perküsyoncuyum ya, orası da iş hanı, gece boşalıyor yani ve çalabiliyorum gönlümce.. Köşedeki yaşlı bakkal o kriz günlerini iyi hatırlıyor, Rumca ve dahi Ladino konuşuyor, müşterilerin çoğu gayrimüslimlerden olunca mecbur öğrenmiş…

 

Beyoğlu zaten eskiden beri gavur eli; Haçlı-Latin istilasından sonra gelişimine Bizans’tan ayrı devam eden İtalyanlar, şarap bağları, bahçeler, sonra Osmanlıyla birlikte yabancı elçilikler, misyonlar, 19.yy’dan itibaren ise içimizdeki Avrupalılar’ın küçük Paris/Londra’sı, ticaret-kültür-eğlence diyarı. Ve 1913; tramvayla Şişli’ye bağlanmasıyla yavaş yavaş Müslüman Türkler de artık Beyoğlu piyasasında, akıyorlar alemlere. Ve entellektüeller, Lebon pastanesinin müdavimlerinden Namık Kemal, Şinasi, tanışıyorlar. Zaman hızla değişiyor, dertleri var… “Devr-i menhus-i cehalet bitti / Geldi tahsil-i kemalin hini / Şark ü Gayb’a dökülün sa’y ederek / Utlub-ül ilme velev bissini”(N.K.)

 

İşte birkaç kuşak sonrası “Depresyon Kuşağı” büyükbabamlar, “Savaş Sonrası Piyadeleri”nden babam, “Baby Boomers”(bebek bombardımancıları) kuşağından annem ve ben “X Kuşağı” çocuğu… Beyoğlu’ndayım! Bağlamı farklı gibi görünse de hep aynı dert; “Hürriyet”! 1955’te ebeveynlerimin çocukluğuna damga vuran mevzubahis olaylar yaşanırken Beyoğlu’nda, “Beat” kuşağı da istemeden, sonrasında bizi de ziyadesiyle etkileyecek olan bir entellektüel devrime önayak olmaktaymış Amerika’da, “Baba Beat”lerden Allen Ginsberg’in “Uluma”(1955) şiirinin şu ilk satırları zamanında yaşadığım Beyoğlu’nun arka sokaklarında yazılmış dense ben de inanırdım doğrusu;

Yazının devamı...

İlla edep, illa edep!

1 Temmuz 2018

Pek çok şikayetimiz var gidişattan, hayattan! Herkes derviş olacak değil ki “Dervişin edebi şikayeti kesmektir” diyebilelim. Bunun için herşeyin Hakk’tan, herşeyin yerli yerince olduğunu müşahade edebilmek gerekir. Henüz kusur gören gözlerimizi kör edemesek de bizler, bari görülen kusurların düzelmesi için gayret etmelidir. Herşeyin yerli yerinde, olması gerektiği gibi ve en hayırlısı olduğunu bilenler dahi “marifetullah”ın gereği “Halka hizmet Hakk’a hizmettir” diyerek Allah’ın rızasınca hareket etmeye çalışmakta, hepimizden fazla iyilik peşinde koşmaktadır. Hayat tembel işi değil; Tasavvuf öğretisinde “miskinlik” dedikleri ise Hakk’a teslim olmuş olarak, nefsini aradan çekip, fiillerinin sahibini bilmekledir, yoksa atalet degil..

“Edebi edepsizlerden öğrendim”(Lokman)

Biz de arıyoruz işte; bir sihirli değneğimiz olsa, onunla dokunduğumuz nokta iyileşse ve öyle olsa ki o noktadaki iyileşme diğer tüm sıkıntılı noktalarda da iyileşme getirse. Cahillik giderilse, güvenliğimiz pekişse, rızkımız genişlese.. Sokakta herkes birbirine selam verse, anlayış gösterse, olan olmayanla paylaşsa, kardeşler birbirinin sıkıntılarını gidermeyi bilse.. Bas bas bağırmasa gecenin bir saatinde şu komşular, naralar atmasa sokaktan geçen gençler, silahlar patlatmasa sevinmeyi bilmeyen bazı vatandaşlar, gürültü kesilse, taciz bitse, her türlü kirlilik silinse, yoksulluk gitse, kimse kendine yapılmasını istemediğini diğerine etmese… Merkez Efendi Hazretleri değiliz ya “elinizde bir sihirli değnek olsa ne yapardınız?” diye soran mürşidine “şunu değiştirirdim, bunu düzeltirdim” gibi cevap veren diğer dervişlerden farklı olarak “Hakk’ın tesis ettiği düzeni aynen devam ettirirdim, zira herşey zaten merkezinde” diye cevap verelim.

“Biz çok ilimden ziyade az da olsa edebe muhtacız”(Abdullah b. Mubarek)

Fakir, çevremizde şikayetçi olduğumuz tüm kötülüklerin, çirkinliklerin kökeninde “edep” eksikliğimiz olduğunu düşünüyor, bir sihirli değneğim olsa, biz Dünya’ya hükmetme gücünü elinde bulunduran insanların, bilhassa da kendimin edep üzere olması yönünde kullanırdım zannediyorum. Demiş ya şair; “Ehl-i irfan meclisinde aradım kıldım taleb / İlim geride kaldı, illa edeb, illa edeb”… O halde hazır geride bıraktığımız seçim neticesinde geleceğe dair umutlarımızı yeşertmeye namzet seçilmişler önümüzdeki yılların planlarını hazırlıyorken, talep edelim; edebin incelikleri ancak edep sahiplerinden öğrenileceği için, bu konudaki köklü tecrübe ve birikimlerinden yararlanmak üzere ehl-i irfan meclisleri uyandırılmasına önayak olsunlar memleketin her yerinde. İlimin yanına irfanı koyalım yeniden, çünkü bu zaten var genlerimizde, geleneğimizde. Hem şimdi geçmişin de tecrübesiyle eskisinden iyisini yapmak inşaallah elimizde.  

“Edebiyat fennî bir marifettir ki, insana edep hasletini kazandırdığı için ona edep, edebiyatçıya da edip denmiştir”(Şinasi)

Herşeyin bir edebi var. Bilim, eşyanın edebini bilmekle. Sanat, ruhun edebi. İyi bir cemiyet hayatı ise insani edepleri gözetmekledir. Edep, herşeyi gereğince ve yerince yapmaktır, kendini bilmek, gelişmişliktir. Keza edebin iyisi neredeyse, iyi yaşamak isteyenler onun peşinde. Kimi yetişmiş insanımızın, gençlerimizin başka ülkelerde yaşama hayalleri varsa, bu ola ki o ülkelerde edebe bizden fazla riayet edilmesindendir. Halbuki kültürümüz ve dinimiz bu hususta en önde olmamızı nasihat ediyor. Nitekim “Gönül gözümüzü açıp Allah kelamına bakınca görürüz ki ayet ayet bütün Kuran’ın manası edeptir…” diyen Hz.Mevlana ve nice ehl-i edep bizim değerlerimizden.. Öyleyse neden?

Yoksa istemiyor muyuz Lütfi Filiz Efendi’nin hayalini kurduğu gibi “edepli insanlar”ın rol modelleri olduğu bir toplumsal düzen: “Edepli insan, aklı feraset noktasına erişmiş, zeki, akl-ı selim ve kalb-i selim sahibi, güzel düşünceli, hile hurda bilmeyen, insanlık katarından ayrılmayan, her tarafta Hakk’ı gören, Allah’tan ve kendisinden korkusundan kötü bir iş yapamayan, kimseye zarar vermeyen, kainatı bir noktada toplayan kimsedir. Böyle bir kimse, herkesi Allah’ın yarattığını bile bile ‘şu Musevi’dir, bu Hıristiyan’dır, öbürü Çingene’dir vb’ diyerek ayırımcılık yapabilir mi? Bir ülkenin tüm fertleri bu hale gelse, o ülke, kalkınması dahil her yönüyle örnek bir ülke olmaz mı? Tüm fertleri böyle olan bir ülkede şeriatın fertlere ’şunu şöyle, bunu böyle yap’ diye emirler yağdırmasına gerek kalmadan herkes yapması gerekeni yapmaz mı? İşte en büyük namaz olan ‘Daimi namazda kalanlar başka’(Mearic 70;23) ayetinin açıklaması budur. Artık şekilden kurtulunup marifete ulaşılmıştır”..

Yazının devamı...

Bir oy, bir gelecek!

24 Haziran 2018

Heyhat, sadece bir oyumuz var. Onu da en beğendiğimiz, vaadlerini gerçekleştirebileceğine inandığımız bir adaya, bir partiye vereceğiz. Hiçbirini beğenmiyorsak ve fakat boş oy kullanmayacaksak “ehveni şer”(kötünün iyisi) ilkesine göre hareket edeceğiz, kendimizce…

“Aklın öğütlediği herşeyi tutkuya kapılmaksızın yerine getirmek için sağlam bir kararlılık gerekir. Bence erdem bu karar sağlamlığıdır… Erdem, iyi saydığımız şeyleri yapmakta gösterdiğimiz karar ve sabırdan ibarettir… Erdemin ödülü olan hoşnutluk, erdemin yolundan gidilmedikçe kazanılamaz”(Descartes)

Tüm vatandaşların akl-ı selim, kalb-i selim ile oy vermesini diliyorum. Çıkan sonuçlar ne olursa olsun onu olgunca kabul edebilmek ve millet iradesi sonucu oluşan tablonun olabilecek en hayırlı sonuç olduğuna inanmak durumundayız. Milletçe kalkınmanın yolu, -beğensek de beğenmesek de- seçilmişlerin bize en iyi hizmeti verebilmeleri için elimizden gelen ne katkı varsa sunmada devamlılık göstermekten geçiyor. Çün “Bir ulusun büyüklüğü nüfusunun çokluğuyla değil, akıllı ve erdemli kişilerinin sayısıyla belli olur”(Victor Hugo)

Kim gelirse gelsin beklentilerimiz belli; Özgürce, onurlu bir yaşam, barış, huzur, refah, adil bir yönetim, iyi bir eğitim ki “Bir ülkenin geleceği, o ülke insanlarının göreceği eğitime bağlıdır”(Einstein) Ve başta sağlık, tüm sosyal hizmetlerden hakça yararlanabilme imkanı, neticede bunların sürekli geliştirilmesiyle insanlık seviyesinde olabildiğince ileri gidebilmek…

Dünya konjonktürü güçlü olmamızı gerektiriyor. “Özgürlüğün de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası ulusal egemenliktir”(K.Atatürk) Bağımsızlığımız, bekamız, güvenliğimiz, bu dönem de tercihlerimizi oluştururken dikkate aldığımız birincil etmenler. Zira yakinen biliyoruz, Byron’un dediği gibi; “Bir devleti kurmak için bir yıl ister, yıkmak için bir saat yeter”… Ve yine biliyoruz ki adil bir yönetimin hüküm sürdüğü yerlerde halk devletine canla başla sahip çıkar. Onun için “Devletin dini adalettir” demişler. “Adaletin güçlü, güçlülerin de adil olması gerekir”(Pascal) Öyleyse irfan ocaklarımızla beraber yaşamsal öneme sahip tüm kurumlarımızın, bilhassa da adalet sistemimizin ihyası en önemli beklentilerimizden…

Hz.Ali’nin(ra) yöneticilere öğütlerinden birkaçını zikretmek isterim bu bağlamda;

* Adalet, halkın dirliği ve düzeni, idarecilerin süsü ve güzelliğidir.

* Hükümdarın devleti, adalette saklıdır. Hiddetine, öfkene, eline ve diline hakim ol. Sakın halkından uzun müddet uzak durma veya gizlenme. Halka sevgi ve merhamet besle. Alçak gönüllü ve ölçülü ol. Denetime önem ver. Hiçbir işi ihmal etme. Sana helal olmayan şeylerde nefsine karşı sıkı dur.

Yazının devamı...

Baba, Gool!

17 Haziran 2018

Yakın ilişkileri sevgiyle yaşamak çokça hoşgörü, iyi niyet, özen ve hassasiyet istiyor. Bunu beceremediğimiz anlarda ise affedebilmek. Bu şekilde ilişkilerimiz bizi büyütüyor; babalaştırıyor. Bugünde hepimiz için temennim bu, hem bayram, hem babalar günü; “baba” bir gün diliyorum!

Kimimiz babasını mezarı başında anıyor, onlara Allah’tan rahmet diliyorum. Kimi baba evladını yokluğunda hasretle anıyor, onlara da sabır ve metanet diliyorum. Herkese selamet diliyorum!

Çok şükür benim sevgili babam yaşıyor. Allah uzun, sağlıklı, afiyetle geçecek hayırlı bir ömür versin. Bayram tatilinde. Onu telefonla arayacağım ancak. Babamlar tatilden dönünce ise anlaşmamız var; olabildiğince “Dünya Kupası” maçlarını beraber izlemek üzere. Ve fakir şimdiden, perşembe akşamı bayram arifesiyle eşzamanlı başlayan “2018 Fifa Dünya Futbol Şampiyonası” maçlarına göz attıkça anılarımızı hatırlıyorum birlikte. Futbolseverler için bu da ayrı bir bayram. Benim içinse şimdi anlıyorum ki; jenerasyon farkı yaşayan baba oğul iki kuşak için birarada zaman geçirilen, birleştirici, bazen de eğitici bir olaymış bu bir zaman. Eminim yakın kuşak pek çok kimse için de böyledir.

Şimdi, futbolun kitlelerin afyonu olması, kapitalist dünyanın avam bir eğlencesi olması tezlerini(ki haklılık payı vardır) bir kenara bırakıp iyi taraflarına odaklanalım istiyorum. Baba oğul ilişkisi bağlamında…

 

İşte Dünya, bir mücadele alanı, ancak bu mücadelenin de bir edebi, ahlakı, kuralları var. Estetiği var. Herşeyin üzerinde bir hikmeti, bir hakemi, hakimi var. İşte halklar, kavimler, renk renk, onca aynılığın yanında bazı farklı nitelikleri de var. Hepsi kıymetli fakat kendi içlerinde uyumlu, verimli olanlar öne çıkar.

Skor şampiyonlukları var, centilmenlik şampiyonları var, gönüllerimizin şampiyonları var. Oyuncular var, seyirciler var, yorumcular var. Hocalar var, öğrenciler var. Umut var, korku var. İnanç var. Temsili bunlar; merak eden hakikatlerini arar…

Anlayacağınız futbol dahi bir babanın evladına hayatı anlatabileceği bir mecra; “Evladım, ileriye gitmek için önce kalenin sağlamlığını gözetmelisin, eldekinin kıymetini bilir korursan açılır önün.. Evladım, futbolda ofsayt var, akl-ı evvellik taslayıp haksız rekabet edersen ofsayta düşebilirsin.. Evladım, faullu oynayıp arkadaşını bilerek isteyerek incitmek yakışıksız olduğu gibi, hayattaki fauller karşısında kuvvetli olup, ayrıca intikam tuzağına düşmeyesin, centilmenlikten uzaklaşmayasın.. Evladım, top taca çıkar bazen, girişimler etkisiz kalabilir, hayat devam ettikçe hep yeniden başlayabilmeyi bilmelisin. Umudunu asla kaybetme, skor değişebilir son anda.. Sonuç kadar süreç de önemlidir. İyi mücadeledir, elinden gelenin en iyisini ortaya koyabilmektir aslolan. Kazanmak kadar kaybetmek de var, böyle böyle olgunlaşır insan.. Evladım, golleri kişiler atsa da arkasında takımlar var, taraftarına, destekçisine kadar, başarı hepsine yazar…”

Yazının devamı...

Ey Hazreti Leyle-tü’l Kadr(Kadir Gecesi)…  

10 Haziran 2018

“Gel ey talib-i Rahmani / Sev Allah’ı, sev Allah’ı / Ver yoluna can-u teni / Sev Allah’ı, sev Allah’ı // Mecazi hissine aldanma / Onu baki kalır sanma / Hakiki aşktan usanma / Sev Allah’ı, sev Allah’ı // Şemsi Hakk’ı sevenlerden / Alıp himmet erenlerden / Ol Allah’a erenlerden / Sev Allah’ı, sev Allah’ı”… ve ekledi; “Bu öğüdü tutarsan eğer, gerçekleşmiştir dileğin meğer” ve dahi öyle bir nazar itti ki, hod gönlüme bir ateş ilişti, ilişti de halim değişti ve şu nazire dudaklarımdan dökülüverdi;

“Hoş görür dost sevdiğini / Sev Allah’ı sever seni / Affeder dost sevdiğini / Sev Allah’ı sever seni // Açmak için sen kalbini / Dost ararsın dost da seni / Dürüst isen yolu belli / Sev Allah’ı sever seni // Sevdiğini ayrı sanma / Aslına bak Hakk’ı anla / Başkasından medet umma / Sev Allah’ı sever seni // Bir yudumcuk gönlündeki / Tüm sevginin ‘O’ çeşmesi / Sevmek dili, hayat eli / Sev Allah’ı sever seni // Musa gayret edenlerden / Himmet görüp erenlerden / Ol Allah’ı sevenlerden / Sev Allah’ı sever seni”… Sevdi mi de tüm kainat hayrına çalışır değil mi ey ibnü’l vakt(zamanın oğlu)!

Gece dostlar için, bu gece Ol Dost için, yakin için, aslında yine bizim için. Arttırsın Rabbim hepimizin ilmini irfanını, aşkını… Yukarıdaki paragrafta dilini taklid etmeye çalıştığım Hakk dostlarından Kaygusuz Abdal Hazretleri, “Ebu’l Vakt”(Zamanın Babası) dilinden anlatıyor düzeni, alalım bereketini; “Bu cihan bir kubbe misalidir. Ay ve gün kandile benzer. Gice gündüzü bildirir. Yedi kat yerler vücudumdur. Sular damarlarım, gökler çadırımdır, Arş seyranımdır, çarh devranımdır. Yıldızlar meşalemdir. Bu nakş-ı pürkârlar(nakşedilmiş eserler) seyranımdır, yedi kat yer bir avuç, dokuz felek bir tekke, yerden göğe bir kulaç, yerin eni ve uzunu bir karış. Gece vilayet, gündüz nübüvvet. Doğmak bahar, ölmek güz, sağlık gülistan, sayrulık(hastalık) zindan. Yalan dimek zagallık(alçaklık), doğru dimek erlik. Uyku münacat(yakarış), uyanıklık ariflik, hulk(iyi huy) cennet, kahr cehennem, evliya vezir, peygamberler elçi, akıl Cebrail, kitablar vasf-ı hal, bahillere(serserilere) zahmet, cömerdlere rahmet, münkirlere zulmet, ariflere vahdet, aşıklar ferah, cahiller melül(üzgün), nâdanlara(cahillere) mihnet(sıkıntı), âdillere nur, zalimlere ateş, pirlere bereket, yiğitlere sıhhat, sabilere(küçük çocuklara) selamet…” Bu pazardan ne beğenirsen, gel dualarınla resmet! Paylaşalım tamamı…

Zam’an, ânın zamlanmışı, asırlar, yıllar, aylar, günler, geceler, saatler; hep o tek ânın türevidirler; Kadir gecesi içre bulunur ki o an, geri kalan tüm geceler onun peşinde, beşer ise İnsan-ı Kamil’in izince. Biz de onların taklidinde, hakikat peşinde, bu mübarek gecede o Veli Peygamber’in(sav) “Kim Kadir Gecesi’ni, faziletine inanarak ve alacağı sevabı Allah’tan bekleyerek ibadet ve taatla geçirirse geçmiş günahları bağışlanır”(Buhari, Leyletü’l-Kadir 1) müjdesine binaen bu gece edilmesini nasihat ettiği duasından da sebeplenelim keşke; “Allah’ım sen çok affedicisin, affı seversin, beni affet”.. Ki affı isteyen cenneti istemekte, affı isteyen cemali istemekte, temizlik, güzellik, dostluk ve nice hazinelerin kendisine açılmasını istemektedir.. O ise dualara icabet eden yek muktedir, Gani Sultan’dır, zaman da bu zaman ve tam buluşulası an… Öyleyse kadrini bilerek, takdirle an! Çün kaderin burada pinhan(sırlı, gizli, saklı)…

“Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla; Doğrusu Biz, onu (Kurân'ı) Kadir gecesinde indirdik. Kadr gecesinin ne olduğunu bilir misin sen? Kadir gecesi; bin aydan daha hayırlıdır. O gece Rableri’nin izniyle Ruh ve melekler, her türlü iş için iner de iner… Artık o gece bir esenliktir gider… Tâ [ki] tan ağarana kadar…”(Kadir Suresi 97;1-5)

Kuş dili söylediler, hürriyetine hasret kafesteki can kuşuna sırrı bildirdiler; Sev Allah’ı, Sev Allah’ı, El Kadir’i, Ol Rahman’ı… Bildiysen haydi uç artık, dolaş uçmağı(cennet mekanı), şimdi bayram zamanı! Kutlu olsun! Hu

 

Musa Dede

Yazının devamı...

Seyyid Ahmed er-Rifai Hazretleri’nden(ks) nasihatlar…  

3 Haziran 2018

Geçen haftaki yazımızda Rifai Hazretleri ve Tasavvuf anlayışı hakkında bazı bilgiler verme imkanı bulmuştuk.. 1118-1182 yılları arasında yaşadığı bilinen bu ulu Pir’in bilhassa İslam Dünyası’na, Türk toplumuna ve hakça yaşamak isteyen tüm insanlara büyük hizmetleri dokunmuştur. Allah’ın lütfu, Hz.Peygamber’in(sav) sünnetinin bereketi sayesinde o, örnek şahsiyeti, anlatılmaya devam edilen menkıbeleri, hikmetleri ve nasihatleri, süregelen silsilesi ile, Hakk’a giden yolu aydınlatan bir meşale misali yaşamaya ve hizmetine devam etmektedir..

 

Tevazusuyla bilinen Seyyid Ahmed’in yolunu ve yöntemini en güzel kendi sözleri anlatıyor; “Allah’ın emrini yüceltmekte, yaratıklarına şefkatle ve Resulullah’ın(sav) sünnetine uymada, Hakk’a giden yol olarak, taat, fakr ve alçakgönüllülükten daha yakınını ve kolayını görmedim”, “Sufiler topluluğu birkaç fırka olmuş; Ahmedceğiz ise horluk hakirlik, alçakgönüllülük, acizlik ve ızdırap fırkasıyla beraber kalmıştır”…

Hem Seyyid(Hz.Hüseyin-ra- soyundan) hem Şerif(Hz.Hasan-ra- Soyundan) idi, “Ebu’l Alemeyn” yani çifte sancak sahibi olarak anılmasının bir sebebi de ola ki buydu.. “Adına Hamid de diyordu. (Hakk’a yürümesine yakın)Bir gün arkadaşlarına; ‘İçinizden kim ki, bu Hamid’de bir ayıp görür; ona bildirsin’ dedi. Aralarından biri kalkıp şöyle dedi; ‘Efendim, sende büyük bir ayıp var’.. ’Söyle ey kardeşim, o ayıbım ne ola ki?’ O şahıs da şöyle dedi; ‘Senin ayıbın bizim gibi müridlerin olmasıdır’… Sohbette bulunan fukara hep birden hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Rifai hazretleri de onlarla birlikte ağlıyordu. Bir ara ağlamaları diner gibi olunca şöyle dedi; ‘Ben size hizmetçiyim.. Ben hepinizden aşağıyım’…

 

Bu haftaki yazımızın devamında Hazret’in kendisinden nakledilen bazı nasihatlerine, hikmetlerine yer vereceğiz:  

“Vuslat kapıdır, Allah’ın lütfu anahtardır, cömertlik merdivendir, ihlas kuvvettir. İhlas sahibi olduğun vakit merdivene çıkarsın, cömert olduğun vakit anahtara ulaşır, Allah’ın izniyle kapıyı açarsın. Tarikat; doğruluk, ihlas, iyi huy ve kerem üzerine kuruludur. Zenginlik ilimle ve süs hilim(yumuşak huy) iledir…”

“İnsanların ayıbına bakmamak dervişin şartlarındandır”

Yazının devamı...

Ebü’l Alemeyn  

27 Mayıs 2018

Onbir ayın Sultanı Ramazan’da, Sultan’ül Evliya Rifai Hazretleri’ni anmakla bahtiyarım bugün; Sultanlar arasında… Seyyid Ahmed’in(ks) gelmiş geçmiş ulular, pirler arasındaki müstesna yeri belli ki Sultanlar Sultanı Peygamberimiz Muhammed Mustafa(sav) Efendimize muhabbette, sünnetine bağlılıkta en ön safta yer alışındandır. İslam aleminde tevatür derecesinde meşhur olan şu hadise bu yakınlığa delil kabul edilebilir;

Rifai Hazretleri 1160 yılında(demek 41 yaşında iken) ilk hac vazifesini yerine getirdikten sonra, büyük dedesi olan Resulullah’ın(sav) kabrini ziyarete gitmişti. Medine’ye yaklaşırken ayakkabılarını çıkarıp Ravza’ya kadar yoluna yalınayak devam etti. Hz.Rifai bu hal üzere Efendimiz’in(sav) kabri önüne vardıkta kıbleye dönerek; “Esselamü aleyke ya ceddi” diye selam verdi ve diz çökerek şu beyiti okudu; “Uzakta iken ruhumu elçi yolluyordum, Toprağını öpsün diye vekil tayin ediyordum, Şimdi ise huzurunda hazır bekliyorum, Uzatıver elini, dudaklarım yansın istiyorum”.. Akabinde binlerce hacının gözleri önünde Resulullah’ın “Aleykümselam ya veledi” cevabıyla beraber mübarek eli de nurani bir şekilde kabirden dışarı uzanmış ve Ahmed er-Rifai bu eli öpmüştür. Şahitler içinde Geylani Hazretleri(ks) başta olmak üzere evliyadan ve ulemadan pek çok zat vardı ve vaktin ileri gelen tarihçileri de bunu aktarırlar. Nitekim halkın arasında müthiş bir cezbe hali meydana gelmiş, olağanüstü haller görülmüş, Rifai Hazretleri de bu hallerin yolundan gelenlere miras kalmasını niyaz ederek, müthiş bir tevazuyla kerametin kendinden kaynaklanmadığını nefsihana ispat için olsa gerek Mescid-i Nebevi’nin kapı eşiğine boylu boyunca uzanarak namaza girenlerin üzerine basıp girmelerini istemiştir. Rifailiğin alamet-i farikası diyebileceğimiz “burhan”ın(ispat, delil göstermek) en büyüğü aslında bu hal olup, bu yolun düsturu da yolun Pirinin tüm üstün hallerine galebe çaldığı anlaşılan bu tevazu, alçakgönüllülüktür.. 

Kadiri yolunun Piri Geylani Hazretleri’nin, Hz.Rifai için; “Sahabe-i Kiram, müçtehidin dışında tabakat-ı evliyadan hiç kimse Ahmed er Rifai’nin makamına vasıl olamamıştır” dediği rivayet edilir. Rifai Hazretleri’nin, yakın dost ve akraba olduğu Gavs’ül Azam Abdülkadir Geylani Hazretleri ile birlikte, zaman içinde geniş kitleleri etkileyecek olan kurumsallaşmış Tasavvuf ekollerinin ilk büyük kurucu öncüleri oldukları söylenebilir. Keza genel kabul Rifai, Geylani, Bedevi ve Dusuki Hazretleri’nin(hepsine selam olsun) Tarikat-ı Aliye’nin dört kutbu oldukları yönündedir.

Kerametleri saymakla bitmeyecek Seyyid Ahmed er-Rifai’nin bir lakabı “Ebü’l Alemeyn” olup, çift sancak sahibidir. Bunu iki kez “Gavs”lıkla şereflendirilmesi ve iki cihan Sultanı olması ile açıklamak mümkün. Rifai sancağı siyah ve beyaz, iki renklidir; beyaz nuraniyeti, temizliği temsil ederken siyah ise kusurların üzerini örtmeyi temsil eder. Gece ve gündüz gibi.. “Ebü’l Ureyca”, “sakat kızın babası” olarak anılması da bilhassa hastalara, sakatlara sahip çıkması, adeta babalık etmesine işaret eder. Fakirlerin, gariplerin koruyucusu olmuştur. Yaşamını sürdürdüğü Ümmüabide köyünde(Bağdat ile Basra arasında) dergah olarak tahsis ettiği ata yadigarı konağında her gün dervişleriyle beraber yüzlerce kişiye sofra açar, bizzat hizmetlerinde bulunur, kendisi ise çoğu zaman kalan sofra artıklarıyla beslenirmiş. Mahallenin uyuz köpeklerini tedavi etmesi, bakması, hayvan dostu olmasıyla da bilinirdi..

Seyyid Ahmed(ks) ilimde de zamanının en ileri şahsiyetlerindendi. Yedi yaşında Kuran’ı hatmetmiş, İslami ilimlerde kemali bulduktan sonra Tasavvuf ilmide yükselmiştir. Hocalarından Vasıti Hazretleri’nin “Herkes hocasıyla övünür, ben talebem Rifai ile övünürüm” dediği bilinir. Tarikatı alışının beş biatte olduğu rivayet edilse de ilk biatini aldığı dayısı Şeyh Mansur Betaihi Hazretleri’nin ondaki yeri ayrıdır ve onu hep sitayişle anardı(selam olsun).

Yetiştirdiği onlarca halife dışında daha sonra Hz.Seyyid Mahmud Hayrani, dolayısıyla Nasreddin Hoca, Sarı Saltuk ve dolayısıyla Tapduk Emre’den Yunus Emre, ayrıca Selahaddin Eyyubi gibi bir komutanı ortaya çıkaran Nureddin Zengi gibi İslam tarihinde önemli rol oynayan pek çok şahsiyetin bu ulu Pir’den nasip aldığı söylenmektedir. Pir Seyyid Ahmet Hazretleri’nin erkanı gibi tasarrufu da halen devam etmektedir. Yakın tarihimizde 2.Abdülhamid Han’ın hocası Ebu’l Hüda es-Sayyadi Hazretleri, Sivas Kongresi’nin düzenlenmesine önayak olan Abdullah el Haşimi Hazretleri, Kenan Rifai Hazretleri sayabileceğimiz bir kaç isim..

Kendisinden “Ahmetçik” diye bahseten bu yüce şahsiyete haset eden çevrelerden, ulemadan pek çok saldırı olmuş, Hazret asla öfkelenmemiş, hatta aralarına girip çıktıktan sonra soran dervişana “aralarında en edna kendimi gördüm” diyebilmiştir. Ona hakaretler içeren nice mektuplar yazan kimselere hep kibarlıkla cevap vermiş, “az bile söylediniz, Ahmetçik ancak sizlerin aciz hizmetkarınızdır, ne yapayım ki yüce Allah beni böyle yaratmış” mealinde yanıtlarını müteakiben, izan sahibi olanları pes etmiş, pişmanlıkla özür dilemiş, niceleri talebesi olmak üzere kendisine gelmişlerdir. Nefsine yönelik eziyetlere sabırla, tevazuyla katlanır, Hakk’a, Hak dostlarına, yoluna yönelik saldırılara karşı ise korkusuzca ve mertçe taviz vermeden durudu. Her toplumda olduğu gibi toplumumuzda da bu hal üzere kimselerin artmasına, bizlere referans noktası olacak, gönül açan, umut saçan böylesi şahsiyetlere ne de çok ihtiyacımız var!

Elbette bir makalenin kısıtlı imkanları içinde bu Koca Sultanı hakkettiği gibi anlatabilmekten aciziz. Gönlünün genişliği malum olduğundan, affına sığınmakla bir miktar rahat buluyoruz. Öyleyse bu yazıyı da Hazret’in güzel sözlerinden birkaçını sizlerle paylaşarak -haftaya devam etmek üzere- böylece sırlayalım;  

Yazının devamı...