Hüseyin Alp – Volimo Huso

“Türkiye’nin en uzun adamı vestiyer oldu.” 21 Ekim 1962 tarihli Milliyet gazetesinin iç sayfalarında kısacık bir haberin başlığı böyleydi. Sivas mahreçli haberde, “Uzun Ömer’den sonra, iki metre 12 santim boyu ile Türkiye’nin en uzun adamı olan Hüseyin Alp dün Belediyenin Turistik Lokantasına 400 lira ücretle vestiyer olmuştur,” diye yazıyordu. Aradan çok geçmeden, 4 Kasım’da yine Milliyet gazetesinin bu kez spor sayfasındaki kısa haberler sütununda şöyle bir haber vardı: “Sivas’ta bulunan Türkiye’nin ikinci uzun adamı Hüseyin Alp, İstanbul Teknik Üniversitesi basketbol takımına transfer edilmiştir. 2.15 metre uzunluğundaki Alp, önümüzdeki günlerde şehrimize gelecek ve bu sene Teknik Üniversite takımında yer alacaktır.” Nitekim 1962 senesinin 10 Kasım’ında İstanbul’a geldi Hüseyin Alp. Gelir gelmez de,  o güne dek Tuncer Kobaner dışında 2 metrelik oyuncunun bile bulunmadığı basketbol camiamızın bir anda en popüler şahsiyeti haline geldi. Hatta o güne dek basketboldan haberi olmayan insanlar bile onun sayesinde böyle bir sporun varlığını öğrendiler. Şimdi başa dönelim ve jübile kitabından onun anlatımıyla hayat hikâyesini okuyalım.

“1935 yılı Mayıs ayının 12’sinde dünyaya gelmişim. Anamın dediğine göre 4 kilo imişim doğduğumda. Sivas’ın Kangal ilçesinin Hamal köyündenim ben. Çocukluk yıllarım, köyün diğer çocuklarından farksız geçti. Okul çağı geldi sonra. Köyümüzde ne bir okul binası, ne de öğretmen vardı. Köy odasında köy eğitmeninin önünde derslere başladık. Sıra da, iskemle de yoktu köy odasında. Evden götürdüğümüz post veya minder üzerinde otururduk. Defter ise en büyük lüks sayılırdı bizim mektepte. Kimsenin defteri yoktu. Boşalmış tütün paketleri ve sigara kutuları ile ambalaj kâğıtlarının üzerine taş kalemle yazı yazmaya çalışırdık. Böylece okudum, ilkokulu bu şekilde tamamladım. Yaşıtlarımın arasında en iri ve en güçlü olanı bendim. En iyi koşan da ben olurdum hep. Yaşım ilerledikçe boyum da alabildiğine uzamaya başladı. 18 yaşına basmadan boyum 2.04’ü bulmuştu. Askerlik çağım gelip çattığında ise 2.09 olmuştum. Boyumun böylesine hızla uzaması beni halsiz ve kansız düşürmüştü. Günden güne tükendiğimi hissediyordum. Sivas’a inip doktorlara başvurdum. Baktılar, ettiler, sonunda beni İstanbul’a göndermeye karar verdiler. Kendimi Gureba Hastanesinde buldum. Yıl 1955 idi. Önce müşahede altına alındım. Doktorlar, ‘Sende büyüme var,’ demişlerdi. Tam üç ay yattım hastanede. Bunun 32 günü elektrik tedavisi altında geçti.”

“Köyüme Hamal’a döndüm. Fakat boyumun uzaması durmamıştı. Ziraatçilik bana ağır geliyordu. Bir türlü gücüm yetmiyordu. Çevrede hatırı sayılır bir pehlivan olan babam anlayışlı insandı. O zamanın parasıyla cebime 50 lira koyup beni Ankara’ya yolladı rahmetlik. Yol parası, Ankara’da otel ve yemek parası derken bu para suyunu çekiverdi. Ertesi sabah cebimde kalan son 150 kuruşla bir tas çorba için Belediyenin yolunu tuttum. İş istedim. Allah razı olsun, bana Gençlik Parkının giriş kapısında bilet kontrollüğü verdiler. Boş zamanlarımda 19 Mayıs Stadının yanındaki açık hava sahasında basketbol oynayan çocukları seyrederdim. Oynadıkları oyunun adını dahi bilmezdim, fakat o yüksekteki çembere topu sokabilmek benim için çok kolay görünürdü. Orada oynayan çocuklardan biri çıkıp da bir defa olsun bana ‘Gel sen de oyna,’ dememişlerdi. Böylece orada tanıdığım basketbol oyununa karşı içimde uyanan ilk heves de kursağımda kalmış oldu.”

(Cihat İlkbaşaran arşivi)

Hüseyin Alp 1960’ta bir kez daha köyüne dönüp evlenir. İlk çocuğu dünyaya gelir. Fakat babası hastalanınca onu Sivas’a götürüp hastaneye yatırır. Hastaneden otele giderken hayatının akışını değiştirecek bir insanla karşılaşır. Adam ona, “Biraz baksana delikanlı,” diye seslenir. “Tanımadığım bir kimseydi benimle konuşan fakat yine de çağırdı diye yanına gittim. Nereli olduğumu sordu, söyledim. ‘Sen basketçi misin?’ diye sordu. Bu kelimeyi ilk defa duyuyordum, bir şey anlamadım. Biraz konuştuk, sonra beni alıp spor salonuna götürdü. Elime bir top verdi. Topu ve beni karşısına diktiği potayı görünce Ankara’daki oyunu hatırladım hemen. Başladım topu çemberden içeri sokmak için uğraşmaya. Bir foto muhabiri de gelmiş, resimlerimi çekiyordu.”

(Cihat İlkbaşaran arşivi)

Ona “Sen basketçi misin?” diye soran şahıs, Sivas Dört Eylül Kulübü başkanı Nusret Akça’ydı. Hüseyin Alp bu karşılaşmanın ertesi günü köyüne dönmüş, 10 gün sonra babasını ziyaret etmek için tekrar Sivas’a gelmişti. Fakat bu 10 günlük sürede, İstanbul gazetelerinde haberlere konu olmuş, artık Türkiye’nin en uzun ikinci adamı olarak tanınan biri haline gelmişti. “Sivas’a geldiğimde, isimlerinin Öztaş Okçugil ve Naci Özkaya olduğunu öğrendiğim iki yüksek mühendis ile tanıştım. Beni alıp İstanbul’a götürdüler onlar. Bir akşam saat 18’de kendimi Teknik Üniversite salonunda buldum.”

İTÜ’deki ilk sezon. Minik Önder, Hüseyin Alp’in sırtında. Ortada Ayhan Kahyaoğlu, Akın Gönülşen ve Süder Omaç. Oturan Erdal Poyrazoğlu.
(Önder Okan arşivi)

Hüseyin Alp basketbolu bıraktığı zaman TRT Televizyonu için dönemin genç muhabiri Ümit Aktan’a verdiği röportajda o ilk günü şöyle anlatmıştı: “İlk defa salonu ve topu orada gördüm. İçeri girdiğimde hangar gibi bir salon. Sivil kıyafetle potaya doğru yürüdüm. Potaya uzandım, elimle çember arasında 10 santim filan bir mesafe kalıyordu. Sonra salona geri döndüm, akşam saat 6’ydı. İşte antrenörün Yalçın Granit dediler. Sporcu olabilmem için defalarca antrenman yaptık. Dripling çalıştık. Ribaunt almak, hook shot atmak, cemşat atmak, pas alıp pas vermek, topları tutmak, çembere top atmak, ribaunt alıp arkadaşlarına çabuk hareketle pas vermek,  havadan pas vermek, alttan pas vermek – bunların hepsini büyük bir enerji sarf ederek, defalarca yapıp hazırlandım. Akşamları takımla antrenman yapardım. Sabahları da Yalçın Granit gelirdi, bana özel olarak gerekli antrenmanları yaptırırdı. Faul atışları gibi her türlü şeyi gösterirdi. Bana Yalçın Granit’in çok emeği geçmiştir.”

(Ali Granit arşivi)

Yalçın Granit de, birkaç yıl önce kendisiyle yaptığımız bir röportajda, Hüseyin Alp’in Türk basketboluna kazandırılması sürecini şöyle anlatmıştı:  “Bir gün gazetede bir haber gördüm. Doğuda bir şehirde bir adam lokantanın önünde body-guard olarak duruyor, boyu 2.15. Bunu getirsek de basketbolcu yapsak dedim. O zaman İTÜ’nün rektörü de Necmettin Erbakan’dı. Necmettin Bey’e durumu anlattım. Bu şekilde Hüseyin Alp’i İstanbul’a getirdik. Ayakları çok büyüktü. Antrenmana başlayacağı zaman onun ayağına uyan ayakkabı bulamadık. Ali Uras’ın ameliyat yaparken kullandığı lastik ayakkabılar varmış. Onlardan bize iki tane verdi. Hüseyin Alp basketbola böyle başladı.”

(Mehmet Baturalp arşivi)

İlk resmi müsabakasına, İstanbul Basketbol Liginin 1962-63 sezonu başladıktan birkaç hafta sonra, Kadıköyspor maçında çıkan Hüseyin Alp, televizyon röportajında o günleri şöyle anlatıyor: “26-27 yaşında spora başladım. Herhalde daha erken başlasaydım, dünya ve Avrupa çapında bir basketbolcu olabilirdim. O yaşta dizlerimde ve kollarımda çok ağrı sızı olmuştur. Onun için biraz zorluk çektim. İlk resmi maçım Kadıköyspor maçıydı. Eşofmanlar yapıldı, formalar yapıldı. 15 numarayı bana vermişlerdi. ‘Abi niye 15 numara oluyor benim?’ diye sordum. ’15 numara son numara, sen de bu takımın en uzun boylu oyuncusu olduğun için son numarayı sana veriyorlar,’ dedi. ‘Peki, canla başla kabul ediyorum,’ dedim. Maça çıktık. Sergi Sarayı dolmuş, ilk defa öyle bir kalabalık önüne çıkıyorum. Tabii çok heyecanlandım. Basketbolun kaideleri çok olduğu için onda da zorluklar çektim, ısınamadım iyice. O kadar kalabalık önüne çıkıp oynamaya alışmamışım. O maçta 6 sayı yapmıştım. Antrenörüm çok ümitlenmişti.”

Cihat İlkbaşaran, Hüseyin Alp’in takım arkadaşlarına “yavru kurtlar” diye hitap ettiğini söylüyor. “Baba ve yavru kurtları” 1967-68 sezonunda bir maçtan önce. Soldan sağa üst sıra: Nuri Tan, Kemal Erdenay, Mahmut Layık, Hüseyin Alp, Reşat Güney, Şükrü Tek. Oturanlar: Halit Keskinpala, Mustafa Özoran, Öner Şaylan, Ahmet Acaroğlu, Cihat İlkbaşaran. (Cihat İlkbaşaran arşivi)

Milli formayı ilk kez 18 Eylül 1964’te, Bükreş’te Yunanistan’la oynanan Balkan Şampiyonası maçında giydiğinde 30 yaşına girmesine bir yıldan az kalmıştı. Televizyon röportajında o günlerle ilgili hoş anısını şöyle anlatıyordu: “Federasyon tarafından 15 numaralı eşofman ve forma terziye sipariş edilmiş. Bir süre sonra terzi geldi, ‘Ölçüyü yanlış verdiniz herhalde, koskoca, hangar gibi bir kıyafet oldu bu,’ dedi. O arada beni ayağa kaldırdılar. Terzi beni görünce, ‘Affedersiniz abi, ben ilk defa görüyorum bu şahsı,’ dedi.”

Gazeteci Nurhan Aydın ile.
(Cem Atabeyoğlu arşivi)

Dört sezon boyunca İTÜ formasıyla, İstanbul Basketbol Liginde mücadele eden Hüseyin Alp, Türkiye Deplasmanlı Basketbol Liginin ilk sezonu olan 1966-67’de Altınordu forması giydi ve İzmir ekibinin, ligin ilk şampiyonu olmasında önemli rol oynadı. Ertesi sezon İTÜ’ye dönerek bir lig şampiyonluğu da ilk kulübünde yaşadı. 1968-69 sezonunda ikinci kez Altınordu’da oynadıktan sonra, tekrar İTÜ’ye döndü ve basketbolu bırakana kadar da ayrılmadı. İTÜ’nün 1969-73 arası üst üste dört kez lig şampiyonu olarak toplam şampiyonluk sayısını beşe çıkaran tarihi kadrosunun temel oyuncularından biriydi Hüseyin Alp. Parlak başarılarla dolu bu dönemde, iki de Türkiye Kupası kazanmayı başarmıştı efsane kadro.

1966-67 lig şampiyonu Altınordu’nun ilk beşi. Yukarıdan aşağıya: Hüseyin Alp, Halil Dağlı, Haluk Tunçeri, Akın Gönülşen, Yılmaz Vardaroğlu.(Milliyet)
İTÜ beş lig şampiyonluğunun ilkini 1967-68 sezonunda kazanmıştı. (Fotospor)

1972-73 sezonunda kazanılan son şampiyonluktan sonra, Hüseyin Alp basketbolu bırakmaya karar vermiş, jübile programını da yapmıştı. Ancak 1973-74 sezonunda, tarihi kadrodan Kemal Erdenay, Reşat Güney, Cihat İlkbaşaran, Nuri Tan, Zeki Tosun ve Osman Gündüz askerlik veya transfer nedeniyle ayrılınca, İTÜ takımı adeta dağılma noktasına gelmişti. Genç takımdan alınan oyuncularla yola devam etmek durumunda olan kulüp yöneticileri, tecrübeli bir isim olarak takımın başında olması için Hüseyin Alp’ten bir sezon daha oynamasını istemişlerdi. Böylece yöneticilerin hatırını kıramayan altın kalpli dev adam 1973-74 sezonunda son kez bordo-beyazlı formayla mücadele ettikten sonra, Spor Sergi’de tamamen dolu tribünler önünde, eski takım arkadaşlarının katıldığı parlak bir jübileyle basketbola veda etti.

73 kez ay-yıldızlı formayı giyen Hüseyin Alp, Milli Takım’daki son müsabakasını Saraybosna’da yapılan Balkan Şampiyonası’nda, 29 Temmuz 1972’deki Romanya maçında oynadı. Türkiye’de sporla alakası olmayan insanlar dahil herkesin sevgisini kazanmış dev adamın, komşu ülkelerde bile deyim yerindeyse özel seyircisi vardı. Yalçın Granit’in bu konudaki ilginç anısı, sanırız bu “özel seyirci” tabirinin abartı olmadığını ortaya koyuyor: “Balkan Şampiyonası için Selanik’e gittik. O sırada Milli Takım sorumlusuydum. Bir Bulgar koçumuz vardı. Maçı oynarken bütün Yunan seyirciler onu görmek istediğinden sürekli ‘Alp, Alp, Alp,’ diye bağırıyordu. Fakat koç onu oyuna sokmadı.” Jübile kitabı için bir veda yazısı kaleme alan Cem Atabeyoğlu, yurt dışına taşan Hüseyin Alp sevgisini şu satırlarla ifade ediyordu: “Sarajevo’da yapılan 1972 Balkan Basketbol Şampiyonasında şans bizden en ufak bir tebessümünü dahi esirgemiş ve tek maç olsun kazanamadan sonuncu olmuştuk. Kapanış törenindeki büyük üzüntümüz arasında en büyük teselliyi, salonu dolduran binlerce seyircinin içten kopup gelen tezahüratında bulmuştuk: ‘Volimo Huso… Volimo Huso…’ Bosna seyircisi, ‘Biz Huso’yu seviyoruz!’ diye bağırıyordu. Basketbolumuzun zedelenen gurur ve itibarını işte o Huso tek başına kurtarmıştı Bosna’da.

Devir basketbolcuların henüz geçimini sağlayacak kadar para kazanamadığı devirdi. Oynarken bir bakkal dükkânı açan Hüseyin Alp, basketbolu bıraktıktan sonra da spor malzemeleri imalatıyla uğraşmıştı. Dev fiziğinin yarattığı ilgiden yararlanmak isteyen reklamcılar ve sinemacılar da onu birkaç filmde oynattılar. Yönetmenlerin ona verdiği kötü adam rolleri, herhalde Türk sinema tarihinin en sempatik kötü karakterini yaratmıştı. Daha sonra bir müddet gazetelerin gündeminden uzaklaştı. 1982 sonlarına doğru tekrar gazetelere haber konusu olduğunda, bu ne yazık ki yakalandığı hastalıkla ilgiliydi. Kansere yakalanmıştı sempatik dev adam. O dev cüsse bu sinsi hastalığa direnemedi ve 8 Ocak 1983’te son nefesini verdi. 48 yaşında hayata veda eden Hüseyin Alp, onu çok seven sporcu arkadaşlarının bir araya geldiklerinde tebessümle hatırladıkları anılarında yaşamaya devam ediyor.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Google fotoğrafı

Google hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s