Sosyal medyada ikinci Ercüment Ovalı vakası

Bilim dünyası Prof. Dr. Ercüment Ovalı’nın yaptığını iddia ettiği bir açıklamayla çalkalanıyor. İddiaya göre COVID’e yakalanan Prof. Dr. Ovalı kendi geliştirdiği bir antikor kokteyli ile ciğerlerine inen virüsten 72 saatte kurtuldu. İddia haliyle akıllara ‘Aşıya gerek yok mu?’ sorusunu getirirken, sosyal medyada da ‘antikor kokteyli’ esprileri almış başını gidiyor. Şu ana kadar sessizliğini koruyan Prof. Dr. Ovalı ile konuştum. Onun ağzındanmış gibi yazılıp çizilenler karşısında şaşkın. ‘Antikor kokteyli diye bir şey olur mu?’ sorusuna gelince... Uzmanlar bakın nasıl yanıt verdi.

'BÖYLE BİR AÇIKLAMAM YOK'

Prof
. Dr. Ercüment Ovalı COVID-19’a karşı yerli ilaç geliştirmek için karantinaya girmiş ancak sonucunda önerdiği Dornaz Alfa isimli ilaç halihazırda Yeni Zelanda’da kullanımda olması nedeniyle hayli eleştirilmişti. Sonrasında da hiç konuşmadı. Ta ki düne kadar... Ortada ‘Antikor kokteyli’ denilen yeni bir ilaç iddiası olunca hemen aradım. ‘Böyle bir açıklama yaptınız mı?’ diye sordum. Yanıtını virgülüne dokunmadan veriyorum.

Sosyal medyada ikinci Ercüment Ovalı vakası

ŞAŞKIN VE ÜZGÜNÜM

“23 Nisan’da bir TV kanalına verdiğim röportajdan başka hiç konuşmadım. Bir toplantıda yaptığım bu konuşma da sanki basına demeç vermişim gibi servis edilmiş. Israr ve inatla, anlayamadığım bir şekilde benimle uğraşılıyor. ‘Beni affedin, konuşmak istemiyorum’ dedikçe sanki konuşmuşum, sansasyonel açıklamalar yapmışım gibi haberler çıkıyor. İnanın şaşkın ve üzgünüm. Nasıl bir iştir bu? Anlayamıyorum. Toplantıda konuşulmuş, kulaktan kulağa yayılmış, benim demecimmiş gibi yazılmış. Şunu söyleyeyim böyle bir açıklama yapmadım.” Prof. Dr. Ovalı “Korona oldunuz mu? İyi misiniz? İlaç geliştirdiniz mi?’ gibi sorularıma ise “Ayrıntıya girmeye gerek yok” diyerek yanıt vermedi.


TRUMP’A ANTİKOR KOKTEYLİ UYGULANDI

Yeni tip korona virüse karşı plazma tedavisi dünyada Çin’in ardından ilk kez İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi’nde kök hücre nakli ve aferez ünitesinden Prof. Dr. Mehmet Ali Erkurt’un liderliğini yaptığı ekip tarafından uygulanmıştı. Konu antikor tedavisi olunca hemen aradım ve ‘Antikor kokteyli diye bir tedavi var mı?’ diye sordum. Prof. Dr. Erkurt, eski ABD Başkanı Trump’a COVID-19 tedavisi için antikor kokteyli uygulandığını belirterek “İlacın adı ‘Monoklonal (tek hücreden çoğaltılmış) antikor kokteyli’. İlk önce Regeneron sonra da Eli Lilly firması bu kokteyli ilaç olarak üretti ve her ikisi de ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) tarafından onay aldı” dedi ve ilacın nasıl çalıştığını şöyle anlattı: “Hastalığın erken döneminde hastaya plazma yerine bu antikor veriliyor. İlk 72 saatte, hastalık ilerlemeden kullanılırsa, bu saf antikorlar virüsü engelliyor, yok ediyor, hastalığın yayılmasına engel oluyor.”

Sosyal medyada ikinci Ercüment Ovalı vakası

ONAYLANMIŞ BİR TEDAVİ DEĞİL

Prof. Dr. Mehmet Ali Erkurt TÜBİTAK toplantısında Prof. Dr. Ercüment Ovalı’nın gündeme getirdiği versiyonun, FDA onaylı ilaç versiyonundan farklı olduğunu söylüyor. Nedir farkı? Şöyle izah ediyor: “Kendisinin bahsettiği yöntem poliklonal (farklı hücrelerden çoğaltılmış) antikor kokteyli. Bu yöntem ile hastadan alınan doğal plazma saflaştırılır; içindeki zararlı olabilecek yabancı protein ve faktörler temizlenir. Hastaya temizlenen bu antikorlar verilir. Yeni bir yöntem değil. Monoklonal (tek hücreden çoğaltma) yöntemi ise rekombinant DNA teknolojisi ile sentetik yani doğal olmayan antikor üretip çoğaltma işlemidir. Ercüment hocanın bahsettiği poliklonal kokteyl geliştirilebilir mi? Olmayacak iş değil ama onda da yine plazmanın toplanıp çoğaltılması lazım. İşin çoğaltma kısmına girmek demek ise ileri teknoloji demek. Şu an Türkiye’de yapılabileceğini sanmıyorum. Dünyada da onaylanmış, ilaç haline gelmiş durumda değil.” Aşının koruyucu yani hasta olmamak için kullanılan bir yöntem olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Erkurt “Antikor kokteyli hasta olduktan sonra, hastalığın erken dönemde tedavi edilmesini ve hastalığın ilerlememesini sağlayabilecek bir yöntem. O nedenle ikisi ayrı şeyler. Hasta olmamak için aşı her zaman şart” diyor.


AŞIYA ALTERNATİF DEĞİL

Bilim Kurulu üyesi Doç. Dr. Afşin Emre Kayıpmaz vücudun hastalığa karşı antikor üretmesinin ancak COVID-19 geçirmek veya aşılanma ile mümkün olduğunu ve buna ‘aktif bağışıklık’ denildiğini, bahsedilen yöntemin ise ‘pasif bağışıklama’ olduğunu söylüyor. Doç. Dr. Kayıpmaz “Monoklonal antikorlar; bağışıklık sistemimizin virüslere karşı verdiği yanıtın bir benzerini oluşturan, laboratuvarda üretilmiş proteinlerdir. Bu yolla sağlanan pasif bağışıklamanın, virüslerin çoğalmasını ve hastalık yapıcı etkisini azalttığı düşünülmekte. Biraz teknik olacak ama bunu da koronavirüsün diken (spike) proteiniyle, insan hücresindeki ACE2 almacının etkileşimini engelleyerek sağlıyorlar” diyor.

ACİL KULLANIM ŞARTA BAĞLI

Faz-2 çalışmalarında ayaktan tedavisi yürütülen hastalarda virüsü nötralize etmede olumlu sonuçları gözlenmiş bu antikorlar için FDA’dan acil kullanım izni alındığını belirten Doç. Dr. Kayıpmaz şöyle devam ediyor: “Bu izinle bamlanivimab, casirivimab ve imdevimab kombinasyonunun 12 yaş-40 kg üzerindeki hastalar ile COVID-19’u ağır geçirme olasılığı yüksek 65+ ve kronik hastalıkları olanlarda kullanılmasının önü açıldı. Hastaneye yatışı gereken, oksijen ihtiyacı olan hastalarda ise acil kullanıma izin verilmemiştir.”

Sosyal medyada ikinci Ercüment Ovalı vakası

ZAMAN VE PARA GEREK

“Yöntemin umut verici sonuçları olsa da yaygın olarak kullanılması için büyük miktarda üretilmesi zaman alan ve oldukça pahalı bir süreçtir. COVID-19 aşıları oldukça düşük maliyetli, daha hızlı üretilebilir, yaygın olarak uygulanabilir ve daha hasta olmadan bağışıklık sistemini virüse hazır hale getirmeyi amaçlayan korunma yöntemiyken monoklonal antikorlar yalnızca hastalanmış kişiler için umut vaat eder.”

Haber Yorumlarını Göster
Haber Yorumlarını Gizle
X

Vaka sayıları kısmi düşüşte ancak yolumuz uzun

Son 1 aydır uygulanan tedbirler meyvesini vermeye başladı. İstanbul’daki vakalarda yüzde 25 düşüş var. Böyle giderse, 6 aylık aranın ardından geçtiğimiz hafta sonu yeniden başlayan tam kapanmanın da etkisiyle, tünelin sonunda ışık var. Uzmanların çoğu seyahat gibi ekstra yasakların uygulanmasının da sonuca daha hızlı etki edeceği görüşünde. Ancak yasak olsun olmasın, ortak görüş zorunlu olmadıkça evden çıkılmaması yönünde. Zira yoğun bakım doluluk oranları hâlâ yüzde 70’lerde...

VİRÜSÜN GÖÇ ETMESİ ENGELLENEBİLİR

SAĞLIK Bakanlığı Toplum Bilimleri Kurulu üyesi Prof. Dr. Mustafa Necmi İlhan, hafta sonu tam kapanmanın etkisinin 7-10 gün içerisinde etkisini göstereceğini, İstanbul’da vaka sayılarında yaşanan yüzde 25 düşüşün ise kısmi kısıtlamaların sonucu olduğunu söylüyor. ‘Ancak’ diyerek uzunca bir parantez açıyor: “Türkiye geneline baktığımızda Samsun gibi Hatay gibi vaka sayılarının arttığı illerimiz var. O nedenle vaka sayılarındaki düşüşün devamı ve tüm illere yayılması çok önemli. Şu an plato çiziyoruz. Hastalarda 6 bin, vakalarda 30 bin civarında sabitiz. Bu gidişi aşağı yönlü çevirmek zorundayız ki ‘Başardık’ diyebilelim. Bu da kurallara harfiyen uyulması, seyahat yasağı gibi uygulamalarla olabilir.”

GÖRECELİ AZALMA VAR

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı da olan Prof. Dr. İlhan, “Son birkaç gündür bizim fakülteye başvuranların sayısında da göreceli bir azalma gözlemliyoruz. Bunun kalıcı olması için 2 yol var. İlki toplumun kurallara uyması. İkincisi de kamusal anlamda alınacak ekstra önlemler. Ben ikincisine gerek kalmaması için ilk kuralın önemine vurgu yapmak isterim. Çünkü bu yasaklar bizlerin sağlığı için. Mesela şu an! Sizinle konuşurken camdan bakıyorum. Sokağa çıkma yasağı devam etmekte! Ama sitenin bahçesinde ve hemen dışarıdaki yürüme yollarında bir kalabalıklaşma, banklarda koyu bir sohbet var. Oysa zorunlu haller dışında sokağa
çıkılmamalı” diyor.

SEYAHAT YASAĞI UYGULANABİLİR

Salgının başka illere yayılmasının önlenmesi adına şehirlerarası ulaşım kısıtlamasının faydalı olabileceğine dikkat çeken Prof. Dr. İlhan, şöyle devam ediyor: “Zorunluluk ya da görev dışında seyahatin engellenmesi virüsün göç etmesini engelleyebilir. İlla bir yasağa da gerek yok. Toplum bu konuda hassas olmalı. İller arası seyahat haziran ayına kadar yasaktı biliyorsunuz. Yazın gelmesi ve yasağın kalkması ile salgın Anadolu’da da yaygın hale geldi. Tekrarı yaşanmaması için zorunlu haller dışında bir yere kıpırdamamalı. Ayrıca akşam sokağa çıkma kısıtlamaları belki daha da daraltılabilir. Ama önemli olan bu aşamaya gelmemek. Çekirdek aile ile bir süre daha evde kalmak ve ziyaretçi kabul etmemek gerekiyor. Bunu başarabilirsek salgının üstesinden gelebiliriz.”

Yazının Devamını Oku

Komplo teorileri 'yok artık' dedirtiyor

Genetik kodumuzun değiştirilmesinden, milyonlarca kişinin bedenine mikroçip yerleştirilmesine ve hatta aşıların içinde cenin dokusu olduğuna kadar birçok söylenti ‘kulaktan kulağa’ yayılıyor. Hele de sosyal medyada iddiaların alıcısı çok! Oysa tüm bu iddialar bilimsellikten çok uzakta. Yükselen aşı karşıtlığı trendini, aşıların içinde ne olup olmadığını, neye inanıp inanmamak gerektiğini uzmanlara sordum. İşte yanıtı...

BU İŞ ARTIK PSİKİYATRİNİN KONUSU

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Tufan Tükek, hem Çin hem de Alman aşılarının faz 3 çalışmalarını yapan ekibin de üyesi. Aşı ile ilgili sayısız kongre konuşması ve konferans veren Prof. Dr. Tükek, işin uzmanı olmayan, sürekli komplo teorisi üreten kişilerin özgüvenleri konusunda şaşkın. Söylentilerin Bill Gates’in kimlerin iyileştiğini, kimlerin test edildiğini ve kimlerin aşı olduğunu gösteren ‘dijital sertifikalar’ olabileceğini söylediği bir konuşmayla alevlendiğini belirten Prof. Dr. Tükek, “Ama bu konuşmada kimse mikroçiplerden bahsetmedi. Kaldı ki böyle bir teknoloji de yok. Bu komplo teorilerine inanılıyor olması bizim değil psikiyatrinin konusu artık” diyor.

AKIL ALIR GİBİ DEĞİL

Aşıların kısırlaştırdığı, genetiğimizle oynandığı gibi komplo teorilerinin uzun yıllardır ‘aşı karşıtları’ tarafından çekinmeden kullanıldığını belirten Prof. Dr. Tükek “Yüzyıllardır aşı var. Suçiçeği, kabakulak, kızamık gibi onlarca hastalığı bu sayede yok etmişiz. Aşı olmasaydı herhalde insanlığın sonu gelmişti. Bunları görmeyin; bilimsel hiçbir dayanağı, kimin seslendirdiği belli olmayan teorilere inanın! Akıl alır gibi değil. Sesleri çok çıkıyor olabilir. Sosyal medyayı çok iyi kullanıyor olabilirler ama aşı karşıtları aslında ellerinde bilimsel veri olmayan bir avuç insan” diyerek ülkelerin salgın ile mücadelede çok fazla gücü kalmadığına da dikkat çekiyor.

BAŞKA ÇARE YOK

Yazının Devamını Oku

5 soruda COVID-19 aşısı

Faz-3 çalışmaları başlayan Çin aşısı CoronaVac’tan 50 milyon doz, BioNTech-Pfizer aşısından ise 1 milyon doz yolda. İlk aşamada sağlık çalışanları, 65 yaş üstü ve engelliler aşılanacak. Ancak tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de aşıların güvenilirliği ve yararı tartışma konusu! Çin aşısı ile ilgili spekülatif yorumlar da cabası! Peki olmalı mı? Olmasak ne olur? Ben sordum, Bilim Kurulu üyesi Doç. Dr. Afşin Emre Kayıpmaz yanıtladı.

1) KOMPLO TEORİLERİNE İTİBAR ETMEYİN

Soru: Bugüne kadar “Ah bir aşı bulunsa da rahat etsek” diyorduk. Bugünse masada 11 farklı aşı adayı var. Ancak şimdi de aşı karşıtlığı ile mücadele ediyoruz. Ne değişti? Korkunun sebebi ne?

Cevap: “Ülkemizde aşı karşıtlığı değil ancak bir ‘aşı tereddüttü’ olduğunu düşünüyorum. İnsanlar bilmediklerinden korkarlar. Bir konuyla ilgili temel düzeyde bilgi arttıkça tereddüt de azalır. Bu noktada tüm aşıların geliştirme yöntemleri, etki mekanizmaları, olası yan etkileri halkın anlayacağı sadelikte basın ve sosyal medyada yer almalı, ekranlar bilimsel kongrelere dönmemeli ki kafalar karışmasın. Ayrıca halkımız bu noktada sosyal medyadaki asılsız bilgi ve komplo teorilerine itibar etmemelidir.”

2) SAHADA EN GÜÇLÜ SİLAH AŞIDIR

Soru: Buradan hareketle aşı olmalı mıyız? “Evet” ise neden?

Cevap: “Koruyucu sağlık hizmetleri, tedavi edici sağlık hizmetlerinden önce gelir. Başarıya insanları hastalıktan koruyarak ulaşabilirsiniz. COVID-19 gibi yaygın bir hastalıkla mücadele ederken yoğun bakım yatak kapasitesini arttırarak sorunu çözemezsiniz. Sorunun kaynağına inmeli ve çözümü kaynakta aramalısınız. Yani hastalığa yakalanmanın önüne geçilmeli. Maske, mesafe, temizlik ve kalabalıklardan kaçınma bunlar arasında. Aşı ise bu salgından kurtuluşumuz için en etkili araçtır. Hastalığı daha hafif atlatmamızı sağlayacaktır. Ayrıca toplum bağışıklığını sağlamanın da en etkili yolu aşıdır. Toplumun yüzde 60’ından fazlasını aşılamalısınız ki siz salgından kurtulabilesiniz.”

3) MUTLAKA AŞI OLUNMALI

Yazının Devamını Oku

Siber dolandırıcıların 'Efsane' vurgunu

‘Efsane’ kampanyaları alışveriş çılgınlığı yaşattı. Online alışverişte bir önceki yıla göre yüzde 103 artışla rekor kırdık. Ancak madalyonun bir de ‘öteki’ tarafı var. Binlerce kişi ucuza alırım hevesiyle çıktıkları yolda siber dolandırıcıların hedefi oldu. Banka, tüketici hakem heyeti ve savcılığa başvuranların sayısında artış var. Hesaptaki parasına bloke konulan ya da alışveriş adı altında kredi kartından para çekilen mağdurlar ne yapmalı? Nereye başvurmalı? Paralarını geri almaları mümkün mü? Uzmanlara sordum.

BEN YANDIM, SİZ YANMAYIN

PİLATES eğitmeni Nur Üzümcü, siber dolandırıcıların ağına ‘sahte site’ aldatmacasıyla düştüğünü fark ettiğinde hesabındaki paranın 5 bin lirası çoktan gitmişti. Üzümcü “Sosyal medya üzerinden ünlü bir alışveriş sitesinin ‘Efsane’ indirimi linkine tıkladım. Bütçeme uygun bir etek beğendim. Maaş kartımla, şifremi girerek siparişimi verdim. Vermez olaydım. Daha 1 saat geçmeden arkadaşlarım aramaya başladı. Güya onlara ‘indirim’ kuponu ile bir link göndermiş, gönderdiğim linke tıklamalarını tavsiye etmişim. O an dolandırıldığımı anladım. Hemen bankayı aradım. Ama çok geçti” diyor.

SESİMİ DUYAN OLMADI

Üzümcü, pandemi nedeniyle işlerinin eskiye oranla az olduğunu ve bu olay nedeniyle büyük sıkıntıya düştüğünü söylüyor. Soluğu İzmir Emniyet Müdürlüğü Siber Suçlar ile Mücadele bölümünde alan Üzümcü, şikâyetinin burada değerlendirilemeyeceği söylenerek geri gönderilmiş. Çalıştığı bankaya da giden ancak olumlu bir dönüş alamayan Üzümcü, “Dolandırıcılar sitenin birebir aynısını yapmışlar. Ben gerçek olup olmadığını anlayacak profesyonellikte değilim. Her şeyi geçtim, kendilerine mesaj atılan birçok arkadaşım da benim yüzümden aynı tuzağa düştü. Belki benim de dolandırıcı olduğumu düşünüyorlar. Maddi-manevi yaşadığım bu zorluğun hesabını kim verecek?’ diye soruyor.

PARANIZI GERİ ALMAK MÜMKÜN

BİLİŞİM konusunda uzman avukat Halil İbrahim Çelik, salgınla alışveriş alışkanlıklarımızın da değiştiğini ve internet üzerinden yapılan harcamaların geçen yıla oranla yüzde 500 arttığını hatırlatıyor. Buna bir de ‘efsane’ kampanyalar eklenince çoğumuz dolandırıcıların açık hedefi haline geldik. Avukat Çelik “Paranızı geri almanız mümkün” diyor. Peki nasıl olacak? “Dolandırıcıların 2 yöntemi var” diyen Çelik şöyle anlatıyor: “İlk yöntem hesabınızdaki paraya bloke koymak. Böyle bir durum varsa hemen savcılığa suç duyurusunda bulunun. Sonrasında da dilekçe ile bankaya gidin. Gerekli yasal sürecin ardından, bu bazen 2-3 yıl sürebilir, paranın üzerindeki bloke kaldırılır, para tarafınıza geri ödenir.”

TERS İBRAZ YAPIN

Yazının Devamını Oku

Adaletin bu mu TCK

24 yıl hapis cezası aldı, 3 yıl yattı, çıktı! Yazması bile korkunç ama gerçek! Ekranların fenomen sunucularından Müge Anlı’nın programına katılan ve hakkında 20’den fazla dosya bulunan sabıkalı genç 24 yıl ceza almasına rağmen 3 yılda hapisten çıktığını söyleyince sosyal medya ‘Adaletin bu mu dünya?’ diyerek ayağa kalktı, gözler ceza kanununa çevrildi. Böyle bir şey mümkün mü? Hırsızlar, dolandırıcılar, adi suçlardan hüküm giyenler... Hepsi aramızda mı? Hukukçulara sordum.

CEZAEVLERİNİ ISLAH EVLERİNE DÖNÜŞTÜREMEDİK

İstanbul Barosu Başkanı Mehmet Durakoğlu’na göre sorun sistemin kişinin ıslah edilmesi değil de daha çok infaz yasası üzerinden yürütülmesinden kaynaklı. Durakoğlu “Kısa süre önce infaz yasasında yapılan değişiklik, hemen arkasından, salgın nedeniyle çıkarılan izinler her ne kadar sistem üzerinde yapılan iyileştirmeler gibi görünse de bunların gerçek bir iyileştirme olduğunu söylemek mümkün değildir. Cezaevlerinden yaklaşık 90 bin kişinin tahliye edilmesini sağlayan infaz düzenlemesi iyileştirmeden çok ‘örtülü af’ niteliğindedir. Ceza vermek suretiyle, cezaevinde ‘ıslah’ edilmesine yönelik bir çalışma yapmanız gereken bir mahkûmu, henüz ıslah olmadan salıveriyorsun. Sistem, böyle işlediği sürece bu örneklerle karşılaşmaya da devam edeceğiz” diyor.



Baro Başkanı Durakoğlu cezaevinden bu yolla salıverilen mahkûmların neredeyse

Yazının Devamını Oku

Bundan böyle 'abone değiliz!'

Yonca Evcimik, yeni şarkısı ‘Ayıp Şeyler’de kullandığı ifadeler nedeniyle eleştiri oklarının hedefinde. Yonca Evcimik ile konuştum. “Erkek şiddeti kadar kadının kadına uyguladığı şiddet ve haksızlıkları, ahlaksızlıkları, üçüncü kadınları gündeme getirmek istedim” diyor ve bunun için kendisine kocaman bir ‘bravo’ veriyor. Kadına karşı şiddet konusuna yıllarını veren kadınlar ise şarkının ataerkil düzene hizmet ettiği ve ‘cinsiyetçi’ olduğu görüşünde ısrarcı! “Acil düzeltilmeli” çağrısı yapıyor.

KADIN KADININ KURDU DEĞİL YURDUDUR

AVUKAT Tuba Torun, kadına karşı şiddet kadın cinayetleri davalarında, eylemlerinde hep ön sırada. “Şarkıyı dinledin mi?” diye aradım. “Maalesef” dedi. Nedenini sorunca da şöyle açıkladı: “Türkiye’deki kadın hareketinin önemli reflekslerinden biri de mümkün olduğunca bir başka kadını hedef tahtasına koymamak, kalp kırmadan, rencide etmeden yorum yapabilmektir. O nedenle Yonca Evcimik’i rencide etmek gibi bir niyetimiz asla yok. Ama keşke doğru bir şarkı, doğru bir çıkış olsaydı.”

FEMİNİST BİLİNÇTEN UZAK

Şarkının bir paragrafında “Bakma sevgilime be kadın, çıkacak adın. Mesaj atma kocama, gözünü dikme ocağıma. Nasıl bozuldunuz böyle, açarsan mahremini içeri girer işte öyle” deniliyor. Tepkinin birçoğu da şarkı aralarındaki bu ve bunun gibi ‘cinsiyetçi’ ifadelere... Avukat Torun, “Yonca Evcimik’in şarkıyı iyi niyetle, kadına karşı şiddeti gündemde tutmak için yaptığını varsayalım ancak kullandığı dil feminist bilinçten uzak, ataerkil düzene hizmet etmekte. Bizde ‘Kadın kadının kurdudur’ gibi sözde özlü, gerçekte cinsiyetçi bir lakırdı var. Oysa Türkiye gibi gücün erkeğe atfedildiği sistemlerde kadınlar ancak birbirini desteklerse güçlenebilir. Yani, ‘kadın kadının kurdu değil yurdudur.’ Düşünün, niçin kaynana-gelin, görümce-gelin, eltilik gibi müesseseler var. Niçin hep kadın çekişmesi? Çünkü mevcut sistemde güç erkeğe atfedilmiş. Erkek üzerinden kendini tanımlayan kadınlar da geri planda çekişip duruyor. Yonca Evcimik’in de sözleri ile yaptığı bu: Diğer kadını ezmek! Ataerkil bir yapıda yaşıyoruz. Bu bilinç bize doğuştan kodlanıyor. Ancak mücadele geliştikçe neyi söyleyip neyi söylemememiz gerektiğinin farkına varıyoruz. Bilmemek ayıp değil ama keşke sorup öğrenseydi. Kadına yönelik şiddete karşı mesaj vermek isteyenlerin eserlerini ortaya koymadan önce konunun uzmanlarına danışmasını öneririm. Daha doğru sözler içeren bir çıkış bekliyoruz kendisinden” diyor.

‘MAKBUL KADIN’ DAYATMASI VAR

SOSYAL psikolog Duygu Buğa’ya göre bizim gibi ataerkil toplumlarda yetişen kadınlar, zaman zaman farkında olmadan, cinsiyetçi sistemi destekleyen söylemler içerisine düşebiliyor. Evcimik’in şarkısı da buna bir örnek. Ne demek bu? Buğa, “Toplum bize ‘makbul kadın’ olgusunu dayatıyor. Yani ‘Çizilen kurallara uyar, ahlaklı olursan sana bir şey olmaz. Ahlaksızsan başın derde girer’ diyor. Ve maalesef ki kadınların başına gelenleri yaptıkları şeyler yüzünden hak ettiklerine dair adil bir dünya inancı var. Kadınlar ne zaman özgür olmak, çalışmak, para kazanmak, istediğini giymek, istediği yere- istediği saatte gitmek isteseler ataerkil sistemin şiddetine maruz kalıyorlar. Ve bu şiddeti her zaman erkekler yapmıyor. Kadınları da ‘Kendini korumayı bil’ ya da ‘Erkeğini doğru seç’, ‘İffetli giyin’ gibi söylemler içinde görüyoruz. Oysa burada mesaj verilmesi gereken kişi kadın değil erkek! Bu bilinci yıkmaya çalışırken böyle bir şarkı yapılması hoş değil” diyor.

SÖZ SAVUNMANIN: ‘BRAVO BANA’

Yazının Devamını Oku

Bir COVID’li ile yaşamanın 10 altın kuralı

Sağlık Bakanlığı’nın verileri tırmanışa geçti. Dün koronavirüs vaka sayısı 28 bin 351 olarak açıklandı. Yani artık neredeyse her evde COVID-19 pozitif biri var.

Virüs en sık aynı ev içinde yaşayanlar arasında bulaştığından, tedavinin evde sürdüğü durumlar da kritik! Bulaşı azaltmak için hasta ve yakınlarının kurallara tam uyum göstermesi şart. Peki o kurallar ne? Hastaya kim, nasıl bakacak? Aynı kaptan yiyip içebilecek miyiz? Bir COVID-19’lu ile aynı evde yaşamanın kurallarını araştırdım.

SIKI SIKIYA UYULMALI
ACIBADEM Taksim Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Çağrı Büke COVID-19 PCR testi ile tanı konulanların neredeyse yüzde 80’e yakınının tedavilerinin evde yürütülebilecek düzeyde olduğunu belirterek “COVID-19’un en önemli bulaşma ortamının ev ortamları olduğu da unutulmamalı. Evdeki izolasyon sürecinde belirlenen kurallara sıkı sıkıya uyulması, aynı evde yaşayan bireylere bulaşma riskini en aza indiriyor” diyor. Nedir o kurallar? Şöyle cevaplıyor:

SIKI SIKIYA UYULMALI

ACIBADEM Taksim Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Çağrı Büke COVID-19 PCR testi ile tanı konulanların neredeyse yüzde 80’e yakınının tedavilerinin evde yürütülebilecek düzeyde olduğunu belirterek “COVID-19’un en önemli bulaşma ortamının ev ortamları olduğu da unutulmamalı. Evdeki izolasyon sürecinde belirlenen kurallara sıkı sıkıya uyulması, aynı evde yaşayan bireylere bulaşma riskini en aza indiriyor” diyor. Nedir o kurallar? Şöyle cevaplıyor:

BANYO HER KULLANIMDAN SONRA TEMİZLENMELİ

Soru:

Yazının Devamını Oku

Bireysel özveri şart

Tüm dünyada vaka sayıları kritik eşiği aşarken, Türkiye’de de günlük hasta sayısı yeniden 6 binin üzerine çıktı. Artık kritik eşikteyiz. Toparlanamazsak tünelin sonu karanlık! Umutlar aşının bir an önce çıkmasına ve geçtiğimiz hafta sonu yeniden uygulanmaya başlanan kısıtlamaların işe yarayacak olmasına bağlı. Kısıtlamaların vaka sayılarını düşürmede ne kadar başarılı olacağı ise 7-10 gün içinde belli olacak. Kısmi yasakların ilk 3 günü nasıl geçti? Nerede yanlışlar yaptık? Uzmanlar değerlendirdi.

TEDBİRLERİN ETKİSİNİ EN AZ 7 GÜN İÇİNDE GÖREBİLİRİZ

SAĞLIK Bilimleri Üniversitesi Enfeksiyon Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. İlyas Dökmetaş, en az 10 gün sonra, aralık ayı başında, kısıtlamaların faydalı olup olmadığını görmeye başlayacağımızı söylüyor. “Ama” diyerek bir parantez açıyor: “Şöyle söyleyeyim: Bu iş çok zor. Kartopu gibi büyüyor. Rakamlar tırmanışa geçti, yüzde 10-15 artıyor ki böyle giderse, hiç istemem ama yakında 10 binleri görebiliriz. Bir kere 10 bine çıktı mı düşürmek çok zor.”

MASKELER FORA

Kısıtlamaların ve bireysel tedbirlerin tam da bu noktada önemli olduğuna vurgu yapan Prof. Dr. Dökmetaş, hafta sonu ilk kez uygulanan kısıtlı sokağa çıkma yasaklarının birkaç aksaklık dışında başarılı olduğu görüşünde. ‘Nedir o aksaklıklar?’ diye soruyorum. Prof. Dr. Dökmetaş “Bilim insanları olarak bizler
8 aydır söylüyor, uyarıyoruz. Ama maalesef yine bazı kurallar hiçe sayıldı. İnsanlar tabii ki AVM’ye de gidecek, gezecek de yiyecek de. Ama kurallara uymak şartıyla. Yiyeceklerini paket olarak alırken mesafe kuralını hiçe sayanlar gördüm. Maskeler yine foraydı. Esnaf kurallara uymuş. Masa, sandalye kaldırılmış. Ancak insanların bireysel umursamazlığı söz konusu. Yiyeceklerini paket yaptırıp açık alanda ya da evde yiyebilecekken AVM’de yerde yiyorlar. Bu olmaz! Kısıtlamaların amacı kalabalıklaşmayı önlemek. Manzara bu olacaksa kısıtlama bir işe yaramaz” diyor.

ATEŞ DÜŞTÜĞÜ YERİ YAKAR

Prof. Dr. Dökmetaş, bireysel özveri ve bilincin bu noktada devreye girdiğini belirterek, şöyle devam ediyor: “İnsanlar virüs onlara ya da sevdiklerine hiç bulaşmayacakmış gibi düşünüyor. Oysa

Yazının Devamını Oku

Nostalji trenine bindik, gidiyoruz! Peki nereye kadar?

TV’de de müzik sektöründe de ‘nostalji’ pik yaptı. Kemal Sunal’lı, Türkan Şoray’lı Yeşilçam filmleri reytingleri hâlâ altüst ederken, ücretli bir film platformunda yayımlanan ‘Bir Başkadır’ dizisinin jeneriğindeki Ferdi Özbeğen şarkılarından tutun, 9 yıl sonra ekranlara dönen İbrahim Tatlıses’e kadar, ‘önüm, arkam, sağım, solum’ 80’ler-90’ların ikonlarıyla çevrili. Soru şu: Yeni içerik mi üretilmiyor? Yoksa eskiye duyulan özlem mi arttı? Dahası, hep bahsedilen Z kuşağı bu sanatçıları tanıyor mu?

İNSANIN ESKİYE DUYDUĞU ÖZLEM ASLA BİTMEZ

AKADEMİSYEN yazar Prof. Dr. Uğur Batı, eskiye duyulan özlemin artık hayatımızın bir rutini haline geldiğini, hepimizin bir noktada “Eskiden müzikler ne güzeldi. Barış Manço vardı mesela. Nerede eski bayramlar? Nerede eski komşuluklar?” diye hayıflanıp durduğunu söylüyor. Haksız da değil. Sıklıkla eski albümleri, kasetleri, hatıra defterlerini kurcalarken buluyorum kendimi. Yaşlanıyor muyum? Prof. Dr. Batı, “Geçmiş yalnızca yabancı bir ülke değildir, hepimiz sürülmüşüzdür o ülkeden. Bütün sürgünler gibi oraya dönmek isteriz. Bu özleme nostalji denir” diyerek açıklıyor.

MADEM SONU VAR, ANLAMI DA OLSUN

Nostaljinin zaman algısıyla da alakalı bir kavram olduğunu belirten Prof. Dr. Batı, “Sonuçta insan ölüm bilincine sahip tek varlık. Dolayısıyla, doğum ile ölüm arasındaki o hayat yolculuğunu mümkün olduğunca anlamlandırmak istiyor. Bu noktada da zaman devreye giriyor. Zamanın varlığı ise algı ile sınırlı. Mesela, 1 dakika 60 saniyedir. Ancak 1200 km saat/hız ile ilerleyen bir jetin içinde geçirdiğiniz 1 dakika ile bir su kaynatıcısının başında suyun kaynamasını beklerken geçirdiğiniz 1 dakika arasında fark var. Zamanın algısal olması meselesini bir cebimize, insanın ölüm bilincine sahip olmasını da ötekine koyalım. İşte bu noktada insan yaşam denen bu döngüyü daha anlamlı hale getirmek için ‘Madem sonu var, kıymeti olsun’ diyerek ‘nostalji’ye tutunuyor. Hayatının en güzel, en anlamlı, en pozitif anlarından bölümleri ayıklayıp şimdiye katıyor” diyor.

KAPİTALİZM NOSTALJİYE BAYILIR

Prof. Dr. Uğur Batı’ya göre talep olunca arz da oluyor. Yani bu işin bir de ‘satış’ tarafı var. Şöyle devam ediyor: “Siz de ben de görmek isteyince ‘nostalji’ de satar hale geliyor. Kapitalizm her şeyi göğsünde yumuşatıp yeniden dolaşıma sokar. Mesela, 60’ların çiçek çocuklarını düşünün. Kime karşıydılar? Çokuluslu şirketlere, uluslararası ticarete. Puantiyeli, asimetrik kesim kıyafetleri, farklı saç şekilleri, özgürlükçü söylemleri... Peki kapitalizm ne yaptı? 20 yıl sonra tüm bu değerleri aldı, tam da çiçek çocuklarının karşı olduğu şekilde, uluslararası moda şirketleri eliyle, yeniden dolaşıma soktu. Popüler kültürün bir uzantısı yapıverdi. Nostalji kapitalizmin en çok kullandığı kavramdır çünkü iyi satar.”

DUYGULAR VAR OLDUKÇA ‘NOSTALJİK MÜZİK’ DE VAR OLACAK

Yazının Devamını Oku

Bakıcı mı öğretmen mi tartışması büyüyor

Yüz yüze eğitimin kademeli açıldığı okullar salgın tedbirleri kapsamında bir kez daha kapandı ama bu kez bir farkla. Anaokulu ve kreşlerde yüz yüze eğitim pazartesiden itibaren devam edecek. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un bu açıklamayı yaparken kullandığı ‘çalışan anneler’ ifadesi ise tepkiye neden oldu. Okulöncesi öğretmenlerin bir kısmı ‘Bakıcı değil öğretmeniz’ diye isyan ederken bir kısmı da ‘Anaokulları açık kalmalı’ diyerek veliler ile meslektaşlarını topa tuttu. İşte eğitimcilerin ‘bakıcı’ polemiği!

OKULÖNCESİ KURUMLAR AÇIK KALMALIÖzel Anaokulları Derneği’nin başkanı Murat Kuş, Milli Eğitim Bakanlığı’nın aldığı ‘Okulöncesi eğitime devam’ kararının öğretmenleri böldüğünü, teşekkür edenler kadar tepki gösterenlerin de olduğunu doğruluyor. Kuş “Aslında her ikisinin de ekonomik boyutu var. Özel anaokulu öğretmenleri, yaklaşık 35 bin öğretmen, maaşlarının kısa çalışma ödeneği olan kısmını alıyorlar ki bu da 1000-1300 liraya tekabül ediyor. Takdir edersiniz bir öğretmenin bu maaşla ailesini geçindirmesi çok zor. Birçok öğretmenimiz görevlerinin başında kalacakları için memnun ve istekli. Tepki ise daha çok MEB öğretmenlerinden. Onlar için ise maaş kesintisi söz konusu değil” diyor.



İŞİMİZİ DOĞRU YAPIYORUZ

16 Mart-1 Haziran arasında, kapalı kaldıkları 3 ay boyunca, 3 bine yakın kurumun kapandığını, binlerce öğretmenin işsiz kaldığını söyleyen Kuş “Anaokulları en son kapanıp ilk açılan yerlerdir” diyerek şöyle devam ediyor: “Yeniden eğitime başladığımızdan bugüne, belirli sayıda velimiz ve öğretmenimiz hasta oldu. Ancak çocuklar arasında vakaya neredeyse hiç rastlanmadı. Bu da işimizi doğru yaptığımızı gösteriyor.”

SAĞLIK ÇALIŞANLARI NE YAPSIN

Yazının Devamını Oku

Kısıtlamalar başlıyor

Tüm dünyada vaka sayıları kritik eşiği aşarken, Türkiye’de de kısıtlamalar yeniden başlıyor. Bu kapsamda 65 yaş ve üzeri ile 20 yaş altına belirli saatlerde, hafta sonları saat 20.00’den sonra da hepimize dışarı çıkmak yasak. Ancak bu “Madem dışarı çıkamıyoruz, evde partileriz” demek değil! Akşam çayına komşuya, maç izlemeye arkadaşınıza, doğum günü partisi için akrabanıza gitmeyeceksiniz. Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Tevfik Özlü uyarıyor! Aksi daha geniş kısıtlamalar demek.

DURUM MART-NİSAN AYINDAN DAHA VAHİM

3-4 aylık bir aranın ardından koronavirüs kısıtlamaları bugün yeniden hayatımıza giriyor. Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Tevfik Özlü, “Çünkü durum nisan-mayıstan daha vahim” diyor. Bu tedbirlerin bize “Durum sandığınız gibi değil, bıçak kemiğe dayandı” mesajını vermeye çalıştığını anlatan Prof. Dr. Özlü, artık salgının vahametini kavramamız gerektiğini belirterek, şöyle devam ediyor: “Herkes kendi kafasına göre hareket edip, kısıtlamaları bir şekilde bypass ederse alınan tedbirlerin hiçbir etkisi olmaz. Daha vahimi, daha büyük bedeller ödemek zorunda kalabiliriz.” Ancak görüyorum ki ‘Bu kadarcık kısıtlama ne işe yarayacak?’ diyenler ve kısıtlamaların tam olarak içeriğini anlamayanlar çoğunlukta. O nedenle madde madde ben sordum, Prof. Dr. Özlü yasakların nedenlerini anlattı.

AİLE AKRABA VE ARKADAŞTAN BULAŞIYOR

Soru: Hafta içi çok çalışıyorum. Bir tek hafta sonum vardı. Onda da evde oturmak istemem. 20.00’den sonra, evde olmak koşuluyla kapı komşuma çaya, arkadaşıma maç-film izlemeye gidebilir miyim?

Cevap: Gidemezsiniz. Bizde âdettendir, ‘Evde yalnız oturma, çay demledim haydi gel’ denir. Komşuculuk, arkadaşlık önemlidir. Benim de en çok korktuğum durum bu maalesef. Aynı apartmanda, aynı sitede, aynı mahallede oturanlar ‘Nasıl olsa evdeyiz’ deyip sosyalleşirlerse saat 20.00’den sonra dışarı çıkma yasağının uygulanmasının hiçbir anlamı kalmaz. Zaten amaç, insanların kalabalıklaşmasını, toplaşmayı engellemek. Unutmayın ki bulaşın en yoğun olduğu yer aile ve ev içleridir. Bir araya geldiğiniz kişinin asemptomatik ya da pozitif olup olmadığını gözüne bakarak nasıl anlayacaksınız?  Pozitif olduğunu saklayan ya da asemptomatik olduğu halde bunun farkında olmayan binlerce kişi aramızda. Siz o kişiye güvendiğiniz için ‘Bir şey yoktur yahu’ varsayımı ile kendinizi güvende sanabilirsiniz. Ama bu yalancı bir güven. ‘Ben de dahil çevremdeki herkes COVID pozitif olabilir’ diye düşünüp, buna göre hareket etmek zorundasınız.

8 MADDEDE KORONA KISITLAMALARI

Yazının Devamını Oku

Bilim dünyasında gargara tartışması

Galler’de yapılan ve ağız çalkalama suyunun tükürükteki koronavirüsü 30 saniye içinde öldürülebileceğine işaret eden araştırma, bilim insanlarını karşı karşıya getirdi. Prof. Dr. Canan Karatay, salgının ilk günlerinde, ‘karbonatlı suyu’, 2 gün önce de Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu ‘adaçayı-ebegümeci’ karışımı ile gargara yapılmasını önerdi. Birçok bilim insanı ise hem araştırmanın hem de önerilerin bilimsel bir çalışma, ‘kesin bir çözüm’ gibi sunulmasına şiddetle karşı! Bilim dünyasının gargara polemiğini masaya yatırdım.

Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu

İŞE YARAYABİLİR

İç hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Osman Müftüoğlu: “Ağız gargaralarının mekanik olarak fayda sağlayacağı kanaatindeyim. Cardiff Üniversitesi’nin araştırmasında söz edilen maddenin ciddi bir ağız içi dezenfeksiyonu sağladığı kesin. Eğer yüzde 0.07 oranında setilpiridinyum klorür içeren bir gargara, günde 3 defa 30 saniye kullanılırsa, sadece ağız hijyeni değil, COVID-19’la mücadele açısından da işe yarayabileceğini öngörüyorum.

GARGARAYA GETİRİLMEYECEK KADAR ÖNEMLİ

GÖĞÜS hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta: “Bilim dünyası sadece ilaç ve aşı peşinde. Elbette bu çalışmalar devam etmeli. Maske-mesafe-hijyen gibi tedbirlere sıkı sıkıya riayet edilmeli. Ancak yüzlerce yıllık geçmişi olan ve mikrobik, alerjik burun-boğaz hastalıklarında etkinliği çok iyi bilinen, tuzlu suyla burun yıkama ve gargaraların da yardımcı bir tedavi olarak uygulanmasında fayda var. Bu uygulamaların hiçbir riski yok! Maliyeti sıfır. Bilim dünyasının bir kesimindeki gargara yaygarasını anlamıyorum. Bana kalırsa gargaralar gargaraya getirilmeyecek kadar önemli.”

ENDÜSTRİNİN İLGİSİNİ ÇEKMİYOR

Virüsün vücuda ilk girdiği burun-boğaz-ağızda yerleşmesi ve buradaki virüsün azaltılmasına yönelik araştırmalar var ama sayıları çok az, çünkü bunlar endüstrinin ilgisini çekmiyor. Koronavirüsün su ve sabunla eriyip gittiği gerçeği dikkate alınmıyor. Tabii ki ağzı sabunlu su veya çamaşır suyu ile yıkayalım demiyorum ama bu gerçekten hareketle burun ve ağızda kullanılabilecek kimyasallar üzerinde çalışılmalı. Ağzı tuzlu su ile gargara yapmanın epitel hücrelerinin antiviral kapasitelerini artırması çok önemli bir çıkış noktası olabilir. Tavsiyem, günde birkaç kere, 1 su bardağı suya 1 çay kaşığı tuz ve yarım çay kaşığı karbonatın eritilerek burnun yıkanması ve gargara yapılmasıdır.”

ORTADA BİLİMSEL HİÇBİR VERİ YOK

Yazının Devamını Oku

Aşı karşıtları sahada

Daha düne kadar dünyaya diz çöktüren koronavirüse karşı ‘Aşı bulunsa da rahat bir nefes alsak’ diyorduk! Bugün hasretle beklediğimiz aşılar geliştirilmeye başlandı. Ancak bu kez de aşı karşıtları aşının ‘kısırlık’ ve ‘alzheimer’ yapacağı iddiaları ile sahada. Tüm bu iddiaları bilim insanlarına sordum.

AŞI KARŞITLARINA ‘AŞI OLUN’ ISRARIMIZ YOK

GAZİ Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Esin Şenol, aşı karşıtlığının ciddiye alınacak bir tarafı olmadığını belirterek “Komplo teorisyenleri ile ‘Aşı karşıtıyım’ diyerek propaganda yapanlara en büyük tavsiyem yarın öbür gün piyasaya çıkacak aşıyı olmamalarıdır. Bu konuda bilim insanı olarak inanın bir ısrarım olmaz. Zira aşı olanlarla olmayanlar arasındaki farkı görmemize olanak sağlayacakları için bilime katkı da sunmuş olurlar. Bir zihniyet de böylelikle yok olup gider” diyor. Prof. Dr. Şenol aşıların güvenli ve etkili olduğunu belirterek şöyle devam ediyor: “Aşı karşıtları ile ‘Dünya düzdür’ diyenler arasında bir fark yok. İnsan zihninin tüm buluşlarına ve akla karşılar. Koronavirüs aşısının, ortada hiçbir belge, bulgu, çalışma olmadığı halde, ‘kısırlık’ ya da ‘Alzheimer’ yaptığı söylemine sığınan bu insanlar zaten virüsün kendisinin de komplo teorisinden ibaret olduğunu düşünüyorlar. Kendilerine acil şifa diliyorum. Zaten aşıların tam güvenli ve etkin olduğu ispat edilmeden piyasaya sürülmesi olası değil.”

AŞI KARŞITLIĞI TOPLUMA KARŞI İŞLENEN SUÇ

AMERİKAN ilaç şirketi Pfizer ile Alman BioNTech firmasının geliştirdiği COVID-19 aşısı denemeleri için gönüllü olan Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Necmettin Ünal, aşının zararlı olduğuna dair komplo teorilerini topluma yaymanın ‘suç kapsamına’ alınması gerektiğini belirterek, şöyle devam ediyor: “Sadece ‘Kısırlık yapıyor’ değil ‘Bize çip takıyorlar’, ‘Genetiğimizle oynuyorlar’, ‘Bizi Bill Gates’e bağlayacaklar’ gibi inanılmaz komplo teorileri var. Bu ülkenin genel sağlık gidişatı açısından sorunlu bir durum. Sanırım bilim insanları olarak bizler halka yeterli bilgiyi verememişiz.”

Aşı karşıtlığı ile koronavirüs aşısına karşı ‘tereddütte kalmak’ arasında fark olduğunu belirten Prof. Dr. Ünal, “Sosyal medya hesabımdan ‘Aşı geldiğinde olacak mısınız?’ diye sordum. 22 bin 184 kişi yanıtladı. Yüzde 57’si ‘Olmayacağım’ demiş. Bu çok ciddi bir oran. Ama sonradan fark ettim, sorduğum soru da hatalı. Çünkü binlerce kişiden ‘Biz hayır dedik ama aşı karşıtı değiliz! Aşı daha ortada yok, bilimsel verileri yok. Sonuçlar çıksın, ne olduğunu bir görelim, sonra karar verelim’ mesajları aldım ki ben bu endişeyi de haklı buluyorum” diyor.

Yazının Devamını Oku

Gökyüzünde aksiyon bitmiyor

2020’nin bir özeti yapılsa, sanırım 5 ciltlik seri çıkar. ‘Neredeyse’ başımıza gelmeyen kalmadı zira. Birçok astroloğa göre bunun nedeni Merkür retrosu, Mars geri hareketi, mavi ay, Jüpiter-Satürn kavuşumu gibi 100 yılda bir görülen gökyüzü hareketleri. Daha dün sabah akrep burcunda bir yeni ay meydana geldi. Bu ne anlama geliyor? 2020’den sağ çıkabilecek miyiz? Alanında hayli deneyimli astrologlar yorumladı.

ARTIK HAREKETE GEÇME ZAMANI

MODERN çağın Nostradamus’u olarak tanınan astrolog-yazar Can Aydoğmuş, 2020 yılı başında kısa bir dönem hariç, bugüne kadar gezegenlerin hep ters hareket ettiğini söylüyor ve şöyle devam ediyor: “Gezegenlerin ters dönmesi hayatın, yaşamın yavaş akması, işlerin durması, ters gitmesi, sıkıntılar çıkması demek. Bu dönemde bir durduk, inceledik, düşündük, araştırdık. Yani öyle yapmak gerekirdi, çünkü gezegenler ters giderek bize ‘Şimdi harekete geçme değil, sorunları çözme zamanı’ dedi. O nedenle başladığımız her yeni iş yarım kaldı, sonuca varamadı. Şimdi bu yeni ay ile, gezegenler düz seyrine başlayacak. Yani artık harekete geçebilirsiniz. Olaylar şimdi daha hızlı gelişecek.”

18 KASIM ÖNEMLİ

Yeni ay ile dolunay arasında eğer yeni bir işe başlarsanız o iş yükseliş içinde ilerler. 2020’nin en uğurlu günü de 18 Kasım’dır. Jüpiter kendi evinde olacak. Merkür gölgeden çıkacak. Gezegenler düz seyrine başlayıp, en iyi konuma ulaşacak. Çok nadir bir durum bu. O nedenle yeni bir başlangıç yapmanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Örneğin daha önce hiç çalışmadığınız bir bankadan, 10 liralık bile olsa hesap açın. Hesabın asla boş kalmadığını göreceksiniz. Bu pozitif etki ocak ayının ortasına kadar devam edecek. Ancak parantez açalım. 30 Kasım ve 14 Aralık’ta tutulmalar var ki bu tutulmalar ABD, Çin ve Türkiye’yi çok etkileyecek. Azerbaycan’da şu an sular durulmuş gibi gözükse de bazı yeni gerginlikler de yaşanabilir.”

DOĞAL AFETLERE DİKKAT

Astrolog Aydoğmuş, Amerika’da sokak olaylarının, protestoların artacağını, Çin’in ekonomik ve sosyal anlamda gerileyeceğini ve yükselemeyeceğini söylüyor. Araya girip Türkiye için tahminini soruyorum. Aydoğmuş, “Doğal afetler, depremler gündemde olacak. Ekonomik ve siyasi anlamda sıkıntılar olabilir. Dış düşmanlar yeniden sahneye çıkabilir. Terör olayları gündeme gelebilir. Huzursuz bir dönem anlayacağınız. Kendinizi güvende hissedeceğiniz bir yerde olun. Pek dışarı çıkmayın. Bol bol dua etmek, meditasyon yapmak iyi gelebilir” diyor.

TARİH TEKERRÜR EDER

Yazının Devamını Oku

Sigara yasağı rahat bir nefes aldıracak

Otobüs durağında bekliyorsunuz, yanınızdaki kişi maskesini indirip, alelacele yaktığı sigaranın dumanını yüzünüze üfleyiveriyor! Bakın bir etrafınıza! Çocuğunuzu ‘hava alsın’ diye çıkardığınız parkta da alışveriş için çıktığınız cadde de durum benzer. Yani benzerdi. Ama artık 81 ilde cadde ve sokaklar da sigara içmek yasak. Tiryakiler için zor ama ne yalan söyleyeyim milyonlarca pasif içici bir ‘oh’ çekti. Sigaranın Korona virüsü ile bağlantısını ve ‘fırsat bu fırsat’ deyip bırakmanın yollarını uzmanlarına sordum.

VİRÜS SİGARA DUMANIYLA DAHA ÇOK YAYILIYOR

BİLİM Kurulu üyesi Prof. Dr. Tevfik Özlü’ye son 2 gündür duyduğum “Koronavirüsle sigaranın ne alakası var?” serzenişlerini soruyorum. Prof. Dr. Özlü, “O kadar çok alakası var ki” diyor, şöyle sıralıyor:

1) Sigara içen kişi maske takamaz. Maskesiz olduğu için de hem kendisi bulaş riski altında hem de etrafına bulaştırma riski taşıyor.

2) Gün içinde sıklıkla sigara içen kişi, sürekli ‘maske indir-tak’ yaptığı için genelde ‘maske uyumsuz’ olur. Maske ya sürekli çenesinin altındadır ya da hiç takmaz.

3) Sigara içen kişiler, dumanı pozitif bir kuvvetle dışarı doğru üfledikleri için virüs parçacıklarını daha uzak mesafeye ulaştırabilirler. Kişiler arasındaki fiziki mesafe sigara içilmeyen bir alanda 2 metre ise sigara içilen açık bir alanda en az 3-4 metre olmalı.

4) İşyerlerinde, hastane önlerinde, restoranlarda, mola saatlerinde birlikte sigara içme alışkanlığı var. 3-4 kişi ayaküstü bir araya geliveriyor. Maske-mesafe yok. Bu da risk demek.

5) Sigara içenlerin daha kolay bu virüsü kaptığını, kapanların daha zor iyileştiğini kanıtlayan araştırmalar var. Sigara akciğer dokusunu harap ediyor, damar hastalıklarına sebep oluyor. Dolayısıyla sigara içenler büyük risk altında.

Yazının Devamını Oku

Özel hayatın gizliliği nereye kadar

Sosyal medya genç bir kadının, 5 yaşındaki oğlunun “Sen yokken eve başka bir kadın geliyor” demesi ile aldatıldığından şüphelenip yatak odasına kamera yerleştirmesini konuşuyor. Zira genç kadın görüntüleri izleyince anlıyor ki iç çamaşır ve kıyafetlerini giyen kişi bir kadın değil, 10 yıllık eşi! Ortada bir fantezi, cinsel yönelim yoksa çocuğa cinsel taciz mi var? Çocuğun üstün yararı için ne yapılmalı? ‘Gizli çekim’ ile elde edilen görüntüler özel hayatın mahremiyetine gölge düşürür mü? Uzmanlar yanıtladı.

GİZLİ ÇEKİM İSTİSNAİ DURUMLARDA SUÇ DEĞİL

AVUKAT Ayşegül Mermer, önceden hazırlıklı ve planlı şekilde ‘ses ve video kaydı’ alınmasının TCK kapsamında suç olduğunu söylüyor, “Ancak” diyerek bir parantez açıyor: “Ele aldığınız bu dava bir istisna. Kişinin ani gelişen bir durum karşısında, durumun ispatını sağlayabilmek amacıyla plansız, önceden kurulan bir düzenek olmaksızın ses, video kaydı alması suç olarak değerlendirilmemekte.” Ne demek bu? Sonuçta ortada bebek kamerası ile bir takip var. Mermer şöyle açıklıyor: “Diyelim ki eşiniz ya da iş arkadaşınız size sürekli hakaret ediyor, tehdit ediyor. Bunu video-ses kaydı olmadan ispatlayabilir misiniz? Hayır. Burada ses ve video kaydı bir gereklilik. Karşı tarafın bilgisi ve rızası olmaksızın elde edilen ses, video kaydı, fotoğraf normal şartlar da delil olamazken, Yargıtay bazı istisnai durumlarda diğer eşin bilgisi ve rızası alınmadan elde edilen kayıtları delil sayıyor.”

BİR DAHA KANITLAMA ŞANSI YOKSA

Nedir bu istisnai durumlar? Avukat Mermer, “Kişinin kendisine veya aile birliğine yönelen, onurunu zedeleyen bir durum karşısında haksız saldırıyı önlemek, kaybolma olasılığı bulunan kanıtların kaybolmasını engelleyip, yetkili makamlara sunarak güvence altına almak amacı ile alınan görüntüler, karşı tarafın bilgisi/rızası dışında elde edilmiş olsa dahi, delil olarak kullanılabilir” diyor.

EŞCİNSEL BABA VELAYETİ ALABİLİR

Senaristlik yapan genç kadının ‘nitelikli cinsel taciz’ ve TCK’nın 233/3 maddesi gereği ‘anne-babanın çocuklara zarar verecek şekilde davranması’ suçları kapsamında eşi hakkında suç duyurusunda bulunduğunu ifade eden avukat Mermer, “Anne veya babanın alışkanlık haline gelmiş sarhoşluk, uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanması ya da onur kırıcı tavır ve hareketleri sonucu maddi ve manevi özen noksanlığı nedeniyle çocuklarının ahlak, güvenlik ve sağlığını ağır şekilde tehlikeye sokması halinde kişiler hakkında 3 aydan 1 yıla kadar hapis istemi ile dava açılabilir” diyor. Hâkimin velayetin boşanan taraflardan hangisine bırakılacağını belirlerken sadece çocuğun menfaatini göz önüne alacağını belirten Mermer, şöyle devam ediyor: “Baba ya da annenin cinsel tercihinin farklı olması mahkemeyi ilgilendirmez. Çocuğun menfaati neyi gerektiriyorsa velayet o kişiye verilir.”

PSİKOSOSYAL GELİŞİM AÇISINDAN SIKINTILI

Yazının Devamını Oku

Ata vasiyeti gerçek oldu: Şuşa 28 yıl sonra işgalden kurtarıldı

Dağlık Karabağ savaşında 42. güne girilirken, Azerbaycan ordusu tarihi bir zafer daha kazandı. Dağlık Karabağ’ın kalbi Şuşa 28 yıl sonra Ermeni işgalinden kurtarıldı. Şuşa’yı kurtaran Azerbaycan ordusu, Dağlık Karabağ’ın sözde başkenti Hankendi’ye doğru ilerlerken, Ermeni siviller şehirleri terk etmeye başladı. Peki şimdi sırada ne var? Azerbaycan işgal altındaki topraklarını geri alıp ilerlemeye devam mı edecek, yoksa Ermenistan Azerbaycan’ı anlaşma masasına oturtmaya mı çalışacak?

ERMENİSTAN tarafından 8 Mayıs 1992’de işgal edilen Şuşa 1752’de Karabağ hanı Penahali Han tarafından kuruldu. Şehir, çok sayıda tarihi anıta sahip olmasının yanı sıra seçkin bilim ve kültür insanlarının burada doğması dolayısıyla Azerbaycanlılar için haklı bir öneme sahip. Şuşa hem bölgeye hâkim coğrafi konumu, hem de Dağlık Karabağ’ın en büyük şehri Hankendi’ne giden yol üzerinde bulunmasından dolayı stratejik öneme de sahip.

ERMENİSTAN BU SAVAŞI KAYBETTİ

İstanbul Aydın Üniversitesi öğretim üyesi ve emekli Tuğgeneral Dr. Naim Babüroğlu, Şuşa için “Dağlık Karabağ’ın kalbi” diyor ve kültürel, tarihi ve stratejik konumu dolayısıyla önemli olduğu kadar, işgalden kurtarılmasının Azerbaycan ordusu açısından psikolojik önem arz ettiğini söylüyor.

TERÖR ÖRGÜTLERİ YARDIMA KOŞABİLİR

Dr. Babüroğlu, “Azerbaycan ordusu, 27 Eylül’de başladığı operasyonda, 4 kent merkezi, 3 kasaba ve 220 civarında köy ile bazı önemli tepeleri Ermenistan’ın işgalinden kurtardı. Şuşa’nın da alınmasıyla hemen kuzeydeki Hankendi’nin ele geçirilmesi kolaylaşmış oldu. Ermenistan-Karabağ ana lojistik hattı olan Laçin koridoru da açıldı. Dahası, Hankendi geri alındığında Karabağ tümüyle kuşatılmış olacak ki bu Ermenistan ordusunun geriye çekilmesi ve savaşı kaybettiği anlamına gelir” diyor.

Azerbaycan ordusunun, harekât alanında, kendi topraklarını kurtarmak için verdiği mücadelede üstünlüğünü ispatlamış olduğunu belirten Dr. Babüroğlu, askeri strateji açısından

Yazının Devamını Oku