Radikal-çevrimiçi
<  İ N T E R N E T  B A S K I S I  >  6 Kasım 2005 
 Kodunuz: Şifreniz: (Ücretsiz üye olmak istiyorum) 

 Bugünkü Radikal
 Ana Sayfa
 Yaşam
 Türkiye
 Politika
 Yorum
 Dış Haberler
 Ekonomi
 Spor
 Kültür/Sanat
 Yazarlar
 Haber Listesi
 Sanal Alem
 Radikal2
 Cumartesi
 Kitap

En aktif üyeler

Günün Sözü
Kinimiz büyüdükçe, kin beslediğimiz kimseden daha küçülürüz.
La Rochefoucauld
Tarihte Bugün
Takvimler 06 kasım tarihini gösterdiği zaman...

1927 yılında,
Bünyan Mensucat Fabrikası işletmeye açıldı.
1936 yılında,
İzmit'te Birinci Kağıt ve Karton Fabrikası açıldı.

Haberi YazdırYazdır Haberi YollaYolla | Arşive Ekle Türkiye 

Binlerce insanın hayatını değiştirdi

Binlerce insanın hayatını değiştirdi
Saylan yaşadıklarını 'Giderayak' adlı kitapta topluyor.
Öncü olduğu girişimlerle cüzamın kökü kazındı, binlerce kız okula, onlarca köy yola kavuştu. Türkan Saylan bugün 70 yaşında ve hâlâ çağdaş hayat için çalışıyor

(1084 kişi okudu)

UMAY AKTAŞ (Arşivi)

İSTANBUL- "Vefat etmeden birkaç gün önce tedavi gördüğü hastaneye ziyaretine gitmiştik. Yeşil hasta gömleğiyle yatağından kolunda serumu ile kalktı beni karşılamak için. Yanına oturttu. 'Bu iş bitsin artık üzülüyorum' dedi. Bir de baktım ki yeni bir protokol hazırlamış. 3 trilyon daha bağışladı. Bir nevi vasiyet gibiydi. Bütün aile oradaydı. 'Türkan hanımı yalnız bırakmayın, tüm ihtiyaçlarını temin edin' dedi."
Sakıp Sabancı'nın hasta yatağında Türkan Saylan'a söylediği bu sözler 19 yıl önce yanan ve 10 yıldır restore edilmeye çalışılan tarihi Kandilli Kız Lisesi'ni hayata döndürdü. Bina Sakıp Sabancı Kandilli Eğitim ve Kültür Merkezi olarak nihayet 12 Kasım'da açılıyor.
Müzik öğretmeni piyano başında şarkılar çalarken kızlar aynalı salonda saatlerce dans ediyordu. Yere kadar uzanan beyaz elbiseler içinde çoksesli koro şarkıları söyleniyor, uyumadan önce yatakhanenin görkemli tavanına baka baka 'genç kızlık hayalleri' kuruluyordu.

Alevler her yeri sardı
Bir döneme eğitimi ve yetiştirdiği mezunlarla damgasını vuran Kandilli Kız Lisesi, İstanbul'un en güzel yerlerinden birinde, tarihi 1856 yılına kadar uzanan Adile Sultan Sarayı'nda eğitim veriyordu. Ta ki 1986 yılında sabaha karşı elektrik kontağından çıkan yangına kadar. Yangın sonrasında koca saraydan geriye sadece dört duvar kalmıştı. Öğrenciler yangından korku içinde kaçıp sığındıkları otobüsün içinde göz yaşlarıyla tarihi yuvalarının yok olmasına tanık olurken kötü haberi alan mezunlar da daha gün doğmadan okula koşmuştu. Okulla ilgili anısı bulunan herkes inanılmaz bir hüzün yaşıyordu.
Yaşamlarının en güzel yıllarını o görkemli binada geçiren mezunlar vakit kaybetmeksizin kafa kafaya verip çalışmaya başladı. Yapılacak şey belliydi: Tarihi binayı restore edip yeniden ayağa kaldırmak. Ancak bunu yapmak düşünüldüğünden daha da zordu. Devletin ilgili birimlerini harekete geçirmek için büyük çaba gerekiyordu. Yıllar geçiyor, bürokratlar değişiyor, bütçeler değişiyor ama mezunlar pes etmiyordu. Her değişen bürokrata usanmadan yeniden başvuruluyor, restorasyon için devletin yanı sıra iş dünyasından da katkı isteniyordu. Tarihi bina için savaşan ekibin başında ise okulun mezunlarından Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan da vardı. 1941 yılında Kandilli Kız Lisesi'ne başlayan ve eğitim hayatı boyunca bir sarayda yaşadığını söyleyen Saylan, yılan hikâyesine dönen restorasyon çalışmalarını şöyle anlatıyor:

'Her işle mezunlar uğraştı'
"1988'e kadar manzara şuydu: Dört duvar ve ortada simsiyah bir çukur... Bu harabe karşısında ağladık durduk. Mezunlar arasında mimarından mühendisine, avukatına kadar pek çok meslekten arkadaş vardı. 'Gelin örgütlenelim ve Milli Eğitim Bakanlığı'na gidelim' dedim. 1993 yılında Kandilli Kız Lisesi Kültür ve Eğitim Vakfı'nı (KANKEV)kurduk. O zaman Milli Eğitim Bakanlığı makanımda Nevzat Ayaz vardı. Gittik, 'Biz vakıf olarak elimizden geleni yapacağız, para toplayacağız, planları yapacağız. Burayı bize verin. Protokol yapıp, bunu onaralım. İşletmeden kazanılan geliri de sıkıntıda olan Kandilli Kız Lisesi'ne aktaralım' dedik. 1995'te protokolü yaptık. Mezunlarımızdan mimar Prof. Dr. İmre Orhon bir ekip kurdu. İki sene boyunca restorasyon, restütüsyon, rölöve ve maket çalışmalarını yaptılar. Bunun ruhsatı alındı, proje Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nden geçti. Bina inşaat yapılacak hale geldi. Ancak büyük meblağda bir para bulmamız lazımdı. Bakanlığa 'Şimdiye kadar yaptığımız projelerle üç milyon dolarlık bir yatırım yaptık. Gelin siz de katkınızı yaptık' dedik. Ama bakanlar değişiyor, para yok... O sırada Kutlu Aktaş İstanbul valisiydi. Projemize çok sıcak yaklaştı. İl Özel İdaresi'nin de katkısı oldu. Zamanla binanın çatısı yapıldı. İki defa Milli Eğitim Bakanlığı'ndan 100'er milyar lira geldi. Duvarlar ve katlar tamamlandı. Bezemeler, pencereler, kapılar, altyapısı, elektriği, suyu... Bunlar için de 6 trilyon lira gerekiyordu. Sakıp Sabancı ile konuştuk. Önce para ayıramam dedi. Sonra bir gün aradı ve 'Benden bir talepte bulunmuştunuz. Size çok güveniyorum. 3 trilyon lira vereceğim. Ama aynı parayı valilik de versin ortaklaşa yapalım' dedi. 2003 yılında Vali Muammer Güler de ikna oldu. Ancak eksikleri tamamlamak için bir üç trilyona daha ihtiyacımız vardı. Sakıp bey vefat etmeden önce hastanede bize üç trilyon lira daha verdi. 500 milyar lira da merkezin donanımı için para bağışladı."

Dört dörtlük merkez
Hacı Ömer Sabancı Vakfı'nın büyük katkılarıyla hayata dönen tarihi bina, Sakıp Sabancı Kandilli Eğitim ve Kültür Merkezi olarak 12 Kasım'da açılacak. Yaklaşık 17 bin metrekarelik bir arazi içinde bulunan merkez 5625 metrekare kapalı alandan oluşuyor. Merkezde 500 ve 200 kişilik iki toplantı salonunun yanı sıra kokteyl ve sergiler için de bin 300 metrekarelik bir salon buluyor. Ayrıca 20 adet seminer odası ve müze de olan merkezde 150 kişilik bir restoran ve 60 kişilik te kafeterya yer alıyor.

İlk yatılı kız lisesi
Kandilli sırtlarında bir yandan Marmara'yı diğer yandan da Karadeniz'i gören yapının hikâyesi Sultan Abdülmecid'in konağı 1856'da kız kardeşi Adile Sultan'a hediye etmesiyle başlıyor. Sultan Abdülaziz konağı yıktırarak 1861'de şimdiki sarayı yaptırıyor. Ancak Osmanlı Hanedanı içinde divan sahibi tek kadın şair Adile Sultan 1868'e kadar sarayda oturuyor. Eğitim sisteminde köklü değişiklikler yapılması için savaş veren İlk Meclis-i Mebusan Başkanı Ahmed Rıza Bey, yabancı dilde eğitim veren yatılı bir kız lisesi açılması için bina ararken, 40 yıldır harap halde duran Sultan Sarayı akla geliyor ve 1916'da Türkiye'nin ilk yatılı kız lisesi 'Adile Sultan İnas Mekteb-i Sultanisi' adıyla açılıyor. Zamanla öğrenci sayısı artıyor ve okulun korusu içine ek binalar yapılıyor. Sarayda ise yemekhane, yatakhane ve etüt odaları kalıyor.

Mezunlar anlatıyor
1969 yılında lisede okumaya başlayan Nursel Gülter, 10 yıllık çabanın sonuçlanmasından çok mutlu. Okulun klasik derslerin yanı sıra hayata hazırlayan bilgiler de verdiğini anlatan Gülter, "Topluma çok fazla sayıda yararlı kişi yetiştirdi. En azından bilinçli anneler kazandırdı. Binalarımızın taşlarını dahi seviyorduk. Yerlere kadar uzun boy aynaları vardı, kabul salonunda kuyruklu piyano ve mobilyalar vardı. 30 yıldır her ay belli bir gün 28 sınıf arkadaşı toplanır eski günleri hatırlarız" diyor.
Restorasyon çalışmalarının proje başkanı Prof. Dr. İmre Orhon ise tarihi binanın mimar olmasında bile etkili olduğunu belirterek şunları anlatıyor: "Okula 11 yaşında başladım 17 yaşında mezun oldum. Bugünkü kişiliğimi ve kariyerimi bulmamda Kandilli Kız Lisesi'nin büyük yeri var. Yatakhanenin görkemli bir tavanı vardı. Genç kızlık hayallerimizi bu tavana bakarak kurduk."
"Okulun bir diğer mezunu ise mühendis Ülkü Arıoğlu. Binanın yeniden doğması için firması Yapı Merkez ile 10 yıl uğraş vermiş. "Firmamız okul ile bağlarımı bildiği için 10 yıl boyunca KANKEV'in arkasında durdu" diyen Arıoğlu şöyle devam ediyor: "Üç yıl yatılı okudum. Kişiliğimi etkileyen derin bir eğitim aldım. Mezun olalı 50 yıla yaklaştı ama okula gittiğim zaman her şey sinema filmi gibi bütün canlılığıyla gözlerimin önünden geçiyor."



Çağdaş melek: Türkan Saylan
Türkiye'de cüzamla mücadelede en büyük pay onun. Birçok köy, okulunu ve yolunu ona borçlu. Binlerce kız onun sayesinde okuyor. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı 70 yaşındaki Türkan Saylan hâlâ dur durak bilmeden çalışıyor

"Bu bir tercih meselesi..." İdealleri peşinden giderken eksik kalan bir şeyler olup olmadığını sorduğumuz Türkan Saylan, bu yanıtı veriyor. 70 yıllık yaşamında tercihini hep toplumdan yana kullanan, özverili çalışmalarıyla yüzlerce cüzam hastasının iyileşmesini, birçok köyün okula, yola kavuşmasını, binlerce kız çocuğunun okumasını sağlayan Saylan, sözlüğünde bir tek 'umutsuzluk' kelimesine yer olmadığını söylüyor. Objektife poz verirken hastalığı nedeniyle dökülen saçlarına inat "Artık daha güzelim. Başımı kapatmayacağım. Böyle çekin, insanlara mesaj vermek istiyorum" diyor.
Hayatına pek çok işi sığdırmayı başaran kadınlardan Prof. Dr. Türkan Saylan. Doktor, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) Genel Başkanı, Yükseköğretim Kurulu (YÖK) üyesi ve hem iki oğlunun hem de Anadolu'daki binlerce kızın annesi... Kendi deyimiyle dakika dakika yaşıyor ve saatini 'en önemli şeyim' diye tanımlıyor. Arnavutköy'de 25 yıldır oturduğu iki katlı ahşap evi yıllardır günlük işlerini sıraladığı günlüklerle dolu.

Günde en fazla beş saat uyku
Yaşamak onun için mücadele etmek. Göğüs kanserinden kurtulduktan sonra şimdi de karaciğerindeki rahatsızlık nedeniyle tedavi gören Saylan, yıllardır bulunduğu her ortamı iyileştirmek için mücadele veriyor. Günde en fazla beş saat uyuyan Saylan, erkenden kalkıyor. Önce bütün gazeteleri okuyor sonra kemoterapiye gidiyor, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'ne gidip işlerini yapıyor ve en az haftada bir kere şehir dışında oluyor.
Hastalığının hayatını değiştirmediğini anlatan Saylan dinlenmesi gerektiğinde evden yürütüyor işlerini. Dizüstü bilgisayarım dediği küçük tepsileri kucağına alıyor ve başlıyor fakslanan belgeleri incelemeye. Bu aralar bir de hastalığı hakkında yazılar yazıyor. Yazdıklarını 'Giderayak' ya da 'Sona Yaklaşırken' adlı kitapta toplayacağını söyleyen Saylan, "Hastalığıma dışarıdan bakıyorum. İlgi alanlarımı daraltıyor mu, genişletiyor mu? İnsan istediği şeylerden vazgeçiyor mu? Gözlemek ve başkalarına aktarmak yararlı olur" diyor.
Saylan'nın doktorluk serüveni 12 yaşındayken başlıyor. Çünkü daha ortaokuldayken köy hekimi olmaya karar veriyor. Yıllar boyunca Türkiye'yi karış karış gezerek cüzam hastalığını yok etmeye çalışırken hayatı öğreniyor ve gördüğü gerçeklere asla sırtını çeviremeyeceğini deanlıyor. Anadolu'ya yaptığı yolculuklar onu doktor olarak geliştirirken, bir sivil toplum hareketi başlatması gerektiğini de o zaman fark ediyor. Dünyadan ve Türkiye'den cüzamı silme konusunda büyük başarı sağlayan ve Gandhi Ödülü'nü kazanmış bir bilim kadını Saylan, içsel yolculuğu şöyle anlatıyor:
"Tıp fakültesi öğrencisiyken evlendim, 23 yaşında ilk çocuğumu doğurdum, tüberküloz geçirdim, ameliyatlar oldum, çocuklarımı büyüttüm. İki yıl çelik korse takarak okula gittim. Yani tıp fakültesini girdiğimden 10 sene sonra bitirdim. Uzmanlığımı kimsenin sevmediği deri ve zührevi hastalıklar konusunda yaptım. Bu konuda ihtisas yapan Türkiye'nin yedinci kadınıydım. İşçi Sigortaları Nişantaşı Hastanesi'nde çalıştım. Orada hiç tanımadığım işçi kesimiyle tanıştım. Aslında orada bir üniversite daha bitirdim diyebilirim. Bir günde 100 hasta bakardık. İhtisastan sonra cildiye hocamız bir gün bana mezun olursan gel seni İstanbul Üniversitesi'ne başasistan olarak alırız demişti.
Akademik kariyeri hiç sevmiyorum. Hâlâ bir cübbem yoktur. Oradaki o küçük çatışmalar hoşuma gitmiyor. Ben bilim yapmak istiyorum. Başvurayım dedim. Hocamız da 'Sen buranın hemşiresisin, başasistanısın, öğretmenisin, buranın kadınısın, her şey senden sorulacak' dedi. Senelerce çok çalıştım. Hastanenin tozundan kirine, hastanın yatağından yarasına kadar hepsini kontrol ettim. Yara sarmayı çok severim, hastalarıma iğnelerini kendim yaparım. O sırada cüzama takmıştım kafayı. Yurtdışı bursu buldum ve İngiltere'ye gittim. Dönünce 1976'da artık cüzam işini üstlenmek istedim. Bakanlığa gittim. Gönüllü olarak bu konuda çalışmak istediğimi söyledim.
İstanbul Lepra Hastanesi'ni kurduk. Hastaneyi yaparken, işçi gibi çalıştık. Sonra da öğrenciler, hemşireler, doktorlar bütün Türkiye'yi taramaya başladık. O zaman Türkiye'de kayıtlı 10 bin cüzamlı kişi vardı. Şu anda 2 bin 500 tane hastamız var. Hepsi tedavilerini görmüş durumda. Onların çocuklarını okutuyoruz, çeşitli projeler yapıyoruz, çoğu artık dilenmiyor. 21 yıl başhekimlik yaptım. 2002'de emekli oldum. Bir ölümlüye nasip olan en güzel şey büyüttüğü bir çocuğun kendi ayakları üzerinde durduğunu görmektir."

'Çocuklarım kafama kakmadı'
Beş çocuklu bir ailenin en büyüğü olarak büyüyen ve kardeşlerine hem annelik hem de ablalık yapan Saylan'ın sorumluluk bilinci aslında ta o yıllardan geliyor. Öğrenme ve kendini geliştirme yeteneğini İsviçreli annesi Lilly, daha doğrusu babasıyla evlendikten sonra Müslüman olup Leyla adını alan annesinden almış.
İdealizminin peşinde koşarken tercihlerinden hiç pişman olmadığını anlatan Saylan seçimlerini şöyle anlatıyor:
"Çocuklarım hiçbir zaman eksik annelik yaptığımı kafama kakmadılar. Benim çocuklarımla ilişkim bir arkadaşlığa dönüştü. Ama çok da telafi ettim. Çocuklarım liseye, üniversiteye giderken ikisinin de dörder arkadaşı gelirdi. 10 kişinin donunu çorabını yıkadım ben. Şimdi Türkan teyze diye etrafımda pervane olan bir sürü doktor ve akademili çocuk var. İki evlilik yaptım, ilkinde dokuz yıl evli kaldım. Eşim belli bir düzeyde kalmak isteyen biriydi, öyle kaldı. Benimse kendimi geliştirme hırsım vardı. Onun beklentisi ev hanımı olmamdı. Anne de oldum, iş kadını da, ev kadını da. Bunların hepsini birlikte yapmayı öğrendim ben. Bir tek o tablonun içinde eş bulunduramadım.
İkinci eşimden de boşandım. Bir erkeğin her dakika yanımda olup beni sevmesini seçmedim. Bu bir tercih meselesiydi...


Bu haber için puan veren 11 üyemizin puan ortalamasını yanda görebilirsiniz. Puan verme işleminden yalnızca üyelerimiz faydalanabilir.
puan
9

Türkiye sayfasındaki diğer haberler
Sanal Alem'den...

ÖZLÜ SÖZ #340
"- - Civciv ezen adam mı?
- Hayır bütün zamanların en baba rock efsanesinden söz ediyorum. O iş yanlışlıkla olmuş."
Sabah'tan Mansur Forutan'ın, Ayşe Hatun Önal'a "Ozzy Osbourne dinliyor musun?" diye sormasıyla birlikte...

Haber Arama
Site içinde aradığınız habere ait anahtar kelimeleri aşağıya yazıp 'Ara' düğmesine basınız.
ÇİZGİLER
Ofis cehennemine hoşgeldiniz... Dilbert
Kedilere güven olmaz... Garfield
Cathy'nin bitmeyen maceraları... Cathy
Babalar... Babalar
Günümüzün taş devrine bir bakış... Cilalı Taş Devri
İlişkiler ve tehlikeleri... Tehlikeli İlişkiler
Sizden, bizden ve onlardan... Ademler ve Havvalar

Künye | Reklam Tarifesi | İletişim Sayfası | Eski Sayılar | Sıkça Sorulan Sorular | XML özetleri

© RADİKAL internet baskısında yer alan tüm metin, resim ve benzeri içeriğin hakları Doğan Gazetecilik A.Ş.'ye aittir. Hiçbir şekilde basılı veya herhangi diğer bir elektronik ortamda (CD, Internet vs.) kaynak gösterilse bile izin alınmadan kullanılamaz.