Dövüşün Sultanları

Sayı: 558 - 15.08.2005 |  Behram Kılıç - Nurullah Kaya  - 

Beş ayrı bayan, beş ayrı spor branşı, beş ayrı başarı öyküsü. Dövüş sporlarıyla madalyaları toplayarak dünyanın zirvesine çıkan bayan sporcularımız Aksiyon için bir araya geldi. Tekvando, Boks, Judo, Karate ve Kick-Boks branşlarında ilklere imza atan altın kızlarımız şampiyonluk hikâyelerini bizimle paylaştı.

Tekvando, karate, judo, boks ve kick-boks. Beş ayrı spor branşı. İlk bakışta tabiatlarında sertlik barındıran spor dalları bunlar. Karşı tarafa zarar verdiğin müddetçe başarılı olabiliyorsun. Biraz daha içine girdiğinde disiplin, azim, dayanıklılığın esas mayayı oluşturduğunu görüyorsunuz bu spor dallarında. Hamide Bıkçın Tosun, Yıldız Aras, Neşe Şensoy, Gülsüm Tatar ve Kıymet Karbuzoğlu. Bu beş spor dalıyla uğraşan beş başarılı Türk kızı. Beşi de birbirinden değerli. Tekvando’da Hamide Bıkçın Tosun, olimpiyatlarda Türkiye’ye madalya getiren ilk bayan sporcu. Karatede Yıldız Aras, elde ettiği Avrupa Şampiyonluklarının sayısına ne bayan ne de herhangi bir erkek sporcumuz hâlâ ulaşamadı. Judoda Neşe Şensoy’un kazandığı uluslararası madalyaların hepsi dalında ilk. Boksta Gülsüm Tatar, ülkemize ilk Avrupa Şampiyonluğu getiren sporcumuz. Hem boks hem kick boksta Kıymet Karbuzoğlu, her iki dalda da derece yapmayı başaran nadir bir sporcu.

Onların ilgilendiği bu spor dalları daha çok ‘erkeklerin yapması gerekir’ dedirtecek cinsten. Ama beş bayan buna katılmıyor: “Biz de bu sporları yaparız. Hem de dünya standartlarında yaparız.”

Hepsini bir araya getirmek kolay olmadı. Kimi İzmir’den, kimi Ordu’dan geldi. Bu buluşma için bizden daha çok gayret gösterdiler. Onlarla dört saat kadar süren bir söyleşi gerçekleştirdik. Bazen dertlerini bizimle paylaştılar, bazen başlarından geçen ilginç olayları anlattılar. Bazen sitem ettiler. Bazen güldüler, bazen düşündüler. Birbirlerinin hayat hikâyelerini de sayemizde öğrendiler.

Beş bayan sporcu Türk sporunun mevcut halinin birer özetiydi adeta. Bir yanda dönen dolaplar, ikili ilişkilerdeki sorunlar, bu sporlara yapılan yatırımlar, ödül yönetmelikleri, federasyon başkanlarının çalışmaları, tutulmayan sözler ve daha birçoğu. Diğer yanda spora başlamalarındaki ilginç hikâyeleri, madalyalarla gelen mutluluklar, gözyaşları ve müsabakalarda yedikleri darbeler. Bizden tek bir ortak istekte bulunuyorlar. “Ağlayıp, sızlanma başlıklarından bıktık. Başımız dik yürümek, aldığımız madalyalarla gündeme gelmek istiyoruz.”

Sözü ilk önce, tekvando dalında 2000 Sydney Olimpiyat Oyunları’nda bronz madalya kazanan ve olimpiyatlar tarihinde Türkiye’ye tüm spor branşları içerisinde ilk kez madalya getiren bayan sporcumuz Hamide Bıkçın Tosun’a veriyoruz. “11-12 yaşlarındaydım. Açıkcası spor nedir bilmiyordum. Bizim orada bir salon açılmıştı. Öylesine gittim. Tekvando salonuymuş.” Gittiği salonun ne olduğunu bilmeden başlıyor tekvandoya. Çocukluğunda da çok hareketli olduğunu söylüyor. “Mahallede herkesi döverdim. Benden büyükleri bile... Beni babama şikayet ederlerdi. Futbol maçlarının da aranan oyuncusuydum.”

Hamide’nin gittiği spor salonunu Cihat hoca çalıştırmaktadır. Cihat hoca, Avrupa ve dünya şampiyonlukları elde eden bir sporcuydu. Hamide ilk zamanlar ona özenir. Ondan çok şey öğrenir. Hocası da Hamide ile yakından ilgilenir. Onu kamplara götürür. Daha sonra Hamide, Türkiye şampiyonu olur, milli takıma girer ve 1994 yılında Avrupa Şampiyonası’na gider. Orada gençlerde Avrupa şampiyonluğuna ulaşır. 1995 yılında ise dünya şampiyonudur. Bu şampiyonluktan sonra aynı yıl beklenmedik bir şekilde yorgunluk ve bıkkınlık gerekçesiyle tekvandoyu bırakır.

“Enaniyet gibi olmasın ama...”

Sporu bırakma kararından sonra 1997 yılında evlenir. 98’de kızı Zeynep dünyaya gelir. “Zeynep doğduktan sonra yeniden tekvando yapma isteği uyandı bende. Antrenman yapmak istiyordum. Bir gariplik oldu. Baktım, yeniden tekvandoya başlamışım.”

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin sporcusu olan Hamide bugün 27 yaşında. “Enaniyet gibi olmasın ama benim kadar antrenman yapan sporcu olmamıştır.” diyor. “Kamp haricinde günde 2 antrenman yapıyorum. 365 gün antrenman yaptığım oldu. Sydney’de çok bunalmıştım. Ailemi, Zeynep’i özlemiştim. Ama madalya gelince de çok sevinmiştim.” Kızı Zeynep bugün 7 yaşında. Her kampta, her turnuvada aklında sadece o var. Zeynep sadece kazandığı bir turnuvanın ardından okunan İstiklal Marşı sırasında aklına gelmiyor.

Gazi Beden Eğitimi bölümü öğrencisi Hamide, tekvandoyu nankör bir spor olarak nitelendiriyor. “Biraz boş verdin mi, düşersin.” diyor. Bu sporda ikili ilişkilerin çok önemli olduğunu dile getiriyor; “Antrenörünle yaşadığın bir sıkıntı, en ufak bir moral bozukluğu senin bir turnuvana sebep olabiliyor.”

Rakibinin elmacık kemiğini kırdı

Zaman zaman dayak yediği oluyor. “Yüzüme bugüne kadar pek bir şey olmadı Allah’a şükür. Ama ayakta, çarpışmalardan dolayı morluklar oluyor, bazen sekerek yürüyoruz. Lakin alıştık.” Rakiplerine de zarar verdiği oluyor. “Bir mübabakada rakibimin elmacık kemiği kırılmıştı. Onun üzüntüsünden 1 ay spor yapamadım.” Her şeye rağmen tekvandoyu savunma sporu olarak tanımlıyor. Özellikle dört büyük kulübün bu spora destek vermesini istiyor.

En büyük derdi ise devamlı kilo düşmek zorunda kalması. “Arkadaşlar benim en çok soda içmekten hoşlandığımı sanıyorlar. Oysa kilo düşmek için soda içiyorum.” diyor. Eşinin de büyük desteğini alıyor Hamide. Tekvandoyu ise tüm yorgunluğuna rağmen şimdilik bırakmayı düşünmüyor.

Yıldız Aras, Van Damme filmlerinin etkisiyle karateye başlayan bir sporcumuz. Bugüne kadar 10 kez Avrupa şampiyonu oldu. Hem erkeklerde hem de bayanlarda hiçbir Türk sporcusuna nasip olmayan bir başarı bu. “Küçükken çok yaramazdım. Başka mahallenin çocukları bizimkinden geçemezdi. Ellerindeki her şeyi alıyor, ‘buradan geçemezsiniz’ diyordum. Bunu erkek çocuklarına da yapıyordum.” diye anlatıyor hayat hikâyesini. Onun bu halini gören hemen evlerinin yanındaki karate salonunun hocası, Yıldız Aras’ı kendi salonuna davet eder. “9-10 yaşlarındaydım. Ben de kabul ettim bu daveti.” diyor.

Yıldız Aras kısa zamanda başarıyı yakalar; “İlk maçımı kaybettim. Onun dışında Türkiye’de beni kumitede yenen olmadı.” Bilindiği gibi karatede iki branş var. Kata ve kumite. Aras, katada çok iyi olmadığını belirtiyor. Aras şu an +60 ve açık sıklette müsabakalara çıkıyor.

Son Akdeniz Oyunları’ndan da madalya ile dönen Aras şu an Ersoy Çırlar Spor Kulübü’nün sporcusu. Haliyle bir belediye veya kulüp takımında olmadığı için sosyal güvencesi yok. “Bıraktığım zaman diğer arkadaşlar gibi benim maaşlı bir işim olmayacak. Şu an bize bir yıl boyunca gelir sağlayacak sadece bir Avrupa ve iki yılda bir yapılan dünya şampiyonası var. Onun için çok çalışmak zorundayız.” diyor.

Ersoy Çırlar, yaklaşık 12 yıldır onun hocalığını yapıyor. Onun olmadığı maçlarda performansı düşüyor. “Beni ve rakiplerimi çok iyi tanıyor. Yerinde ve zamanında taktikler veriyor. Onun sayesinde tam kaybedecekken çevirdiğim maçlar oldu.” yorumunu yapıyor. “2000 yılı Dünya Şampiyonası’ydı. İlk kez finale çıkmıştım. Rakibim şampiyonluk yaşamış Fransız bir sporcuydu. Maç uzatmaya gitti. Uzatmaların son saniyelerinde rakibim bir puan aldı. İki üç saniye daha vaktim vardı. Ama hakemler maçı bitirdi. Hani iki üç saniyede ne olacak, maç bitmiş zaten derler ya. İşte o anda antrenörüm hakemlere itiraz etti. Hakemler de hadi neyse diyerek kabul etti. Ben o iki saniyede bir puan aldım. Maç bir kez daha uzatmaya gitti. Bir puan daha aldım ve hocamın sayesinde ilk dünya şampiyonluğuma ulaştım.” diyor.

Aman senden uzak duralım!

Yıldız Aras müsabaka esnasında çok darbe almadığını söylüyor: “Bir kere rakibin burnunu kırmıştım. Yapacak bir şey yoktu. Ama bizde kural rakibe vurmamak üzere kurulu. Hareketi rakibin üzerinde göstereceksin. Ben sana vurmuyorum, ama vururum demek oluyor bu. Hakemler bu hale puan veriyor. Vurursan ceza alıyorsun.”

İnsanların karateci olduğu için ‘senden uzak duralım’ türü espriler yaptıklarını belirtiyor. Herhangi birinin kendisine kötü davranması durumunda ise “Ben çantayı kafaya indirmem herhalde.” diyerek cevaplıyor bizi. Halen Marmara Beden Eğitimi’nde okuyan Yıldız’ın en büyük isteği ise yaptığı maçların televizyondan verilmesi.

Neşe Şensoy, Türk bayan judosunu tek başına da olsa başarıyla temsil ediyor. Onun aldığı uluslararası madalyaların hepsi ilk. O da tıpkı Hamide gibi spora bilinçli başlamamış: “Judoya, bu sporun ne olduğunu bilmeden başladım. Ortaokuldaydım. Her yıl beden eğitimi öğretmenleri öğrencilere duyurular yaparlardı. Şu şu branşlarda sporcular aranıyor, katılmak isteyen var mı diye. Ben de o kadar branş içinden -neden bilmiyorum- judoyu seçtim. Ama daha sonra bayağı bir zorluklar çekmeme rağmen bu sporu sevdim.”

1990 yılında 48 kilo sporcusu olarak milli takıma katılır. 1997’ye kadar kilosunda hep ikincidir. “Benden iyi bir sporcu vardı. Ancak 1997 yılından itibaren kendimi bulmaya başladım. Yurtdışı müsabakalarına gitmeye başladım. Ondan sonra da dereceler geldi.” diyor. Ona göre, judo çok ağır bir spor dalı: “Diyebilirim ki bir halterci kadar ağırlık kaldırıyoruz, bir koşucu kadar koşuyoruz, bir güreşçi kadar minderde çalışıyoruz. Ayrı olarak özel teknikler, özel antrenmanlar yapıyoruz.”

Neşe Şensoy, Ordu ilinden. Haftanın 6 günü antrenman yapıyor. “Genelde hayatımız kamplarda geçiyor. Bazen günde 6 saat antrenman yaptığımız oluyor.” diye anlatıyor. O diğer arkadaşlarından farklı olarak 7 yıldır beden eğitimi öğretmenliği yapıyor. “Öğretmenlik güzel bir şey ama ikisini bir arada yürütmek çok zor. Bir işi yapınca tam anlamıyla yapmak istiyorum. Bu yüzden şu an ortalarda kalıyorum. Bocalıyorum işin doğrusu. Judo şu an öğretmenlikten daha önce geliyor.” diyor.

3 yıllık evli olan Şensoy, Türkiye’de kazandığı madalyaların sayısını hatırlamıyor. Yurtdışında ise bir dünya ve Avrupa üçüncülüğü Akdeniz Oyunları’nda da şampiyonluğu var. Bu derecelerin öncesi yok, üstelik sonrası da... Uzun bir süre de olmaz diye düşünüyor; “Takım gençleşmeye başladı. Zamana ihtiyaç var. Bu spor dalı özellikle bayanlarda Türkiye’de pek yaygın değil. Avrupa’da ise çok önem verilen bir spor dalı. O yüzden bayağı bir mücadele etmemiz gerekiyor, ki onların seviyesine çıkalım.”

Bayanlar boks yapmasın

Neşe Şensoy, İstanbul Büyükşehir Belediye’nin sporcusu. Belediyeden aylık maaş alıyor. “Derece elde edersen bu sporda para var. Beni yendiklerinde bu sporu bırakacağım, baktım yenilmiyorum, kendim bırakacağım.” diye konuşuyor 31 yaşındaki sporcu. Yaklaşık 17 yıldır 48 kiloda judo yapmasını ise “Kilomu korumak için özel bir şey yapmadım. Sanırım irsî.” diye değerlendiriyor.

Ve geliyoruz boksa. Erkekleri geçtik bayanların bu spor dalını yapması hayli ilginç. İşte bu noktada karşımızda Avrupa şampiyonu boksörümüz Gülsüm Tatar duruyor. O da bize hak veriyor. “Bayanlar boks yapmasın.” diyerek.

Tatar’ın amcaları Selim ve Ensar Tatar eski milli boksörlerimizden. O ise ağabeyi Serkan Tatar vasıtasıyla bu spora 4 yıl önce F.Bahçe’de başlamış. “Boks öğreninceye kadar ilk iki yılım kum torbasını döverek ve dayak yiyerek geçti. Dayak yiye yiye atmasını öğrendim. 2004’te Türkiye şampiyonu oldum. Norveç’te Dünya Kupası’nı kazandım, Ahmet Cömert’te birinci oldum. Şimdi de Avrupa şampiyonuyum.”

Gülsüm boksu ağır bir spor olarak tanımlıyor. “Yumruk yiyorsun, darbe alıyorsun. Bir bayan olarak mesela tırnaklarını uzatamıyorsun. Çünkü ellerin eldiven içinde.” diyor. Her maçtan ve antrenmandan sonra aldığı yumruklardan göz altlarının morarmasına ise alışmış. “Bunlar benim doğal makyajım.” diyor.

Gülsüm, diğer sporcular gibi hayatından pek memnun değil; “Boks çok güzel ama bize sahip çıkan yok. Ne kulüp, ne federasyon sahip çıkıyor. Başarımızda bile bize yardımda bulunan yok.”

Asgari ücretle çalışıyor

Özellikle son ödül yönetmeliğinden sonra aşkı şevki kırılmış Gülsüm’ün. Hatta devleti kendilerine haksızlık yapılıyor diye mahkemeye vermişler üç arkadaşıyla beraber. “Son ödül yönetmeliğine göre bayan boksu olimpik bir spor değil. O yüzden ödüllerimizi 8’de 1’e düşürdüler. Avrupa şampiyonu oldum, bana 9 milyar verdiler. 9 milyar benim oraya gelene kadar yaptığım masraflar zaten. Bize diyorlar ki fedakârlık yapın. Biz boks yaparak zaten fedakârlık yapıyoruz. Maç oluyor kaşımız açılıyor, maç oluyor parmağımız kırılıyor. Daha nasıl fedakârlık yapalım?” diyerek yetkililere sitem ediyor.

Öyle ki Gülsüm ödül yönetmeliği değişene kadar yabancı rakiplerine hiç yenilmemiş. Yönetmelik değişince 4 kez sayıyla yendiği kıza bile mağlup olmuş.

O halen asgari ücretle çalışan bir işçi. Kadıköy’de bir müzik marketin kitap bölümünden sorumlu: “Aldığım para beslenmemi bile karşılamıyor. Benim gibi bir sporcunun çalışmaması gerekirken, hayat şartları sebebiyle çalışmak zorundayım. Günde çift antrenman yapmam gerekiyor ama çalıştığım için haftada 4 gün tek antrenman yapıyorum.”

Bu noktada F.Bahçe Başkanı Aziz Yıldırım’a da kızıyor. “Bir yata 7 milyon dolar vereceğine bizlere sahip çıksa olmaz mı?” diye soruyor. Kadıköy Belediyesi’nin ise kendisi ve Atagün Yalçınkaya’ya iş sözü verdiğini, Atagün’ü belediyeye aldıklarını ama kendisini almadıklarını dile getiriyor.

Boksu ise özel hayatına sokmuyor. Ancak herhangi bir kavga olursa acımadan vuracağını dile getiriyor. Bugün kız arkadaşları onun yanında kendilerini daha rahat hissediyorlarmış. Çocukluğunda ise hiç kız arkadaşı olmamış Gülsüm’ün. “Hep erkeklerle oynadım. Abilerimle ata binerdim. Evcilik kavramına uzağım. Yemek yapmakla da hiç işim olmaz.” diyor.

F.Bahçe Kıymet’in kıymetini bilmiyor

Gülsüm halen Kocaeli Üniversitesi’nde tenis bölümünde okuyor. Kulübü F.Bahçe’nin futbol takımına da bayılıyor: “Futbol hastasıyım. Boksör olmasaydım kesin futbolcu olurdum.”

F.Bahçe’nin bir başka sporcusu ise Kıymet Karbuzoğlu. Kıymet bu kulübün boks kadrosunda yer alıyor. Ancak o 2003 yılında ABD’de kick-boksta dünya şampiyonu olarak tarihe geçti. “Dünya şampiyonu olduktan sonra F.Bahçe kulübü ‘bizim sporcumuz’ diyerek benimle övündü. Kokteyller, davetler verildi. Başkan Aziz Yıldırım’ın huzuruna çıktık. İş paraya gelince ‘bizim o branşımız yok, boks branşımız var’ dediler. O zaman beni neden basının huzuruna çıkartıyorsunuz ki?”

Görüldüğü gibi o da Gülsüm gibi kulübünden dertli. “Boks branşı için sadece bir eşofman veriyorlar. Ayda da 250 milyon lira maaş.” Onun ve Gülsüm’ün mevcut hallerine Hamide ve diğerleri üzülüyor. Hatta Hamide, “Bulgaristan’daki sporcular hiç para almıyormuş, onları düşünün.” diyerek teselli etmeye çalışıyor.

Kıymet Karbuzoğlu, önce tekvando yaparak spor hayatına başlar. “Öyle evde otur otur sıkılırken, kendimi spor salonunda buldum.” diyor. Daha sonra karatede şansını dener. Boks derken son olarak kick-boksa el atar. Kick Boks’u sert bulmuyor. Ona göre tekvando daha sert. Kick-boksun semi, ligt, full olmak üzere üç kategorisi var. O, 65 kiloda ligt kategorisinde dövüşüyor. Boks, tekvando ve karate yapmasının kick-boksta kendisine büyük fayda sağladığını söylüyor. “Kick boksta ayakların iyi olduğu zaman biraz da boks yaparsan dize getiremeyeceğin rakip yok.” diyor.

Bu spor dalında sırta, ayaklara ve kafaya vuruluyor. Dudaklar, gözler, ayaklar darbe alıyor haliyle. “Maçlardan sonra bir tarafım kesin morarıyor. Nişanlı olduğum için ‘nişanlın mı dövdü?’ diye benimle dalga geçiyorlar. Her kadın yüzüne yumruk alma cesareti gösteremiyor. Bu yüzden aramızdan çok ayrılan oldu.” diyerek sözlerini bitiriyor.

Beş başarılı sporcumuz röportajın sonunda hemcinslerine spor yapın çağrısında bulunuyor: “Siz yapamıyorsanız bari çocuklarınızı bir spor dalına yazdırın. Spor insanın sağlıklı gelişmesine, kendine güvenmesine imkan sağlar.” işadamlarından da bir dilekleri var: “Ne olur spor yapan genç nesle sahip çıkın.” Basından da istekleri var: “Bizim başarılarımıza yer verin.”

Son söz, ilk sözü alan Hamide’nin: “Kızlarımız evde oturarak çekirdek eşliğinde pembe diziler izliyor. Sabah kalkıp bir yürüyüş yapmak neden insanlara zor geliyor. Ben badminton oynamasını G.Kore’de 70 yaşlarındaki iki bayandan öğrendim. Ne olur biraz ilgi.”




AKSİYON - HAFTALIK HABER DERGİSİ - www.aksiyon.com.tr