SAYGIDEĞER MİSAFİRLERİMİZ,
SAYGIDEĞER ARKADAŞLARIM.
Yeni adalet yılının başlaması dolayısiyle yapılan bu toplantıya
şeref verdiğinizden ötürü hepinize candan teşekkür ederim.
Acı ve tatlı hatıraları ile bir çalışma yılını daha tarihin
yanılmaz hükmüne terkettik. Bir buçuk aylık dinlenmeden sonra çok özlediğimiz
işlerimizin başına şevk ve neşe ile döndük. 1966 - 1967 adalet yılı Yargıtay
bakımından başarılı ve şerefli bir yıl olmuştur. Mesai arkadaşlarımı candan
tebrik ederim. Aynı gayretin 1967 - 1968 Adalet Yılında dahi gösterileceğinden
başkanlariyle, üyeleriyle, üye yardımcılariyle, kalem arkadaşlariyle olağanüstü
bir çalışma havası içine girileceğinden, Türk Adalet Tarihine parlak bir yıl
daha katılacağından eminim. Değerli arkadaşlarımın adalet ve vazife aşkı bunu
sağlayacaktır. Hak ve adalet yolunda bütün gücünü harcamak isteyenlere bunu
yapabilecek güç, maddi ve manevi imkân, sonsuz başarı, uzun ve faal bir ömür
dilerim.
Sayın Dinleyicilerim,
Tarihi boyunca bağımsız yaşamış, hak ve hürriyetleri için savaşmış
olan, Anayasaya ve hukuk dışı tutum ve davranışlariyle meşruluğunu kaybetmiş
bir iktidara karşı direnme hakkını kullanarak 27 Mayıs 1960 Devrimi'ni yapan
Türk Milleti'nin o zamanki lideri eski Cumhurbaşkanı sayın Cemal Gürsel geçen
adalet yılı içinde 14 Eylül 1966'da fâni âleme veda etmiştir. Geçen yılın en
acı hatırası budur. Zeki, şefkatli, sağ duyusu kuvvetli, kararlarında
isabetli, olduğu gibi görünmesini, gösterişten uzak kalmasını seven, sadelik
içinde büyük olan, büyüklüğünü belli etmek için bir ceht ve gayret göstermek
lüzumu duymayan, Atatürk Devrimleri'ne bağlı, devrimleri korumayı amaç edinmiş,
gericiliğin amansız düşmanı, milletine daha çok ve dürüst çalışmayı daima
tavsiye eden Cemal Gürsel, büyük mümtaz vasıflariyle ve büyük devrim ve Devlet
adamı olarak Türk Tarihi'nde müstesna bir yer almıştır. Olağanüstü devrim
idaresinin Anayasa kuruluşlarına arızasız olarak intikalinde ve demokrasinin
yerleşmesinde Cemal Gürsel'in büyük etkisi olmuştur. Bunu sağlamak için geceli
gündüzlü çalışmış, sağlığını ve hayatını yitirmiştir. Devrimci Türk Milleti
sana minnettardır. Hak'kın Rahmeti üzerinde olsun.
Seçkin Dinleyicilerim,
Geçen adalet yılı içinde fâni âlemden ebediyet âlemine göç eden
hâkim ve savcılara ve diğer adalet görevlilerine, adalete uzaktan ve yakından
hizmet etmiş olanlara Allah'tan rahmet dilerim. Bu arada Yargıtay Birinci Başkanlığından
emekli Selim Nafiz Akyollu, Beşinci Hukuk Dairesi Başkanlığından emekli Yusuf
Kemal Arslansan, Dördüncü Ceza Dairesi Üyesi Zeki Çulfaz, Birinci Ceza Dairesi
Üyeliğinden emekli Âkil Ersöz ve Ferit Yasa, eski Üçüncü Ceza Dairesi Üyesi ve
Cumhuriyet Başsavcı Yardımcısı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarı Muhtar Uğurlu,
Danıştay Sekizinci Daire Başkanı Hikmet Kümbetlioğlu, Dördüncü Daire Üyesi
Mennan Yiğiteıln vefatları hepimizi müteessir etmiştir. Hepsinin adalet
hizmetindeki emeklerini şükranla anmayı ve aziz ve temiz hatıraları önünde
saygı ile eğilmeyi bir borç bilirim. Ailelerine, yakınlarına, arkadaşlarına
hem kendi adıma ve hem Yargıtay hâkimleri namına başsağlığı dilerim.
Geçen adalet yılı içinde Yargıtay ikinci Hukuk Dairesi Başkanı
Hayrettin Şakir Perk, ikinci Ceza Dairesi Üyesi Bahri Bilen, Dördüncü Ceza
Dairesi Üyesi Recai Özme yaş haddi dolayısiyle emekliye ayrılmışlardır.
Askerî Yargıtay ikinci Başkanı Hâkim Tuğgeneral Esat Doğu, Birinci
Daire Başkanı Hâkim Tuğgeneral Kemal Gökçen 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri
Personel Kanunu'nun 49 uncu maddesinin (F) bendi gereğince kadrosuzluk
sebebiyle emekliye sevkedilmişlerdir. Artık bu arkadaşların tecrübe ve
bilgilerinden Yargıtay ve Askerî Yargıtay faydalanamayacaktır. Değeni bir
hâkimin kadrosuzluk yüzünden genç sayılabilecek verimli çağında kamu
hizmetinden ayrılması gerçek bir kayıptır. Hepsine emekli hayatlarında sıhhat
ve uzun ömürler dilerim.
Değerli arkadaşlarımızdan Yedinci Ceza Dairesi Başkanı Fazlı
Öztan, Dokuzuncu Hukuk Dairesi Üyesi Feyzullah Uslu ve Ticaret Dairesi Üyesi
Yusuf Ziya Önel Anayasa Mahkemesi Üyeliklerine seçilmek suretiyle Yargıtay'dan
ayrılmışlardır. Yeni görevlerinde başarılarının devamı en samimi dileğimdir.
Geçen adalet yılı içinde çeşitli adalet nimetlerinde yeni ve
şerefli görev almış hâkim ve savcılara ve bu arada Yargıtay Üyeliğine seçilen
Ahmet Salih Cebi, Sacit Çetintaş, Rüştü Baykal, Sabri Menteş, Nihat
Kejanlıoğlu, Mehmet Raşit Dereli, Halit Ziya Ekmekçioğlu, Mustafa Suat Özüdoğru
ve Mefharet Sezel'e başarılar dilerim.
Sayın Dinleyenlerim,
1966 takvim yılı başında Yargıtay bir evvelki yıldan (22 bin)
küsur iş devralmış idi. 1966 yılı içinde, (174 bin) küsur iş gelmiştir. 1965
yılma nazaran (10 bin)'e yakın bir artış vardır. 1966 yılı iş toplamı, (196
bin) küsurdur. (167 bin) küsur iş çıkarılmış 1967 takvim yılına (29 bin) küsur
iş devrolunmuştur. Çıkarılan iş adedi 1965 yılındakinden daha fazla olmasına
rağmen devir adedindeki artış önlenememiştir. Yargıtay'da aylık iş çıkarma
ortalaması (14 -16 bin)'dir. 1967 yılına devredilen işlerin ortalama iki ayda
çıkması gerekmektedir. Bu rakamlar ortalamadır. Bazı dairelerde işler daha
gecikmekte, bazı dairelerde daha çabuk çıkmaktadır. 27 Haziran 1967 tarih, 887
sayılı Kanun ile Yargıtay'a 30 adet üye kadrosu eklenmiştir. 30 üyenin biran
önce seçilip işe başlattırılmasın! Yüksek Hâkimler Kurulu'ndan beklemekteyiz.
Bu üyeler şimdilik işleri sıkışık dairelere verilecek, gündelik çalışma haline
gelinceye kadar birden fazla kurullar halinde çalışmaları sağlanacaktır. Arkadaşlarımın
bu yolda gerekli gayreti sarfedeceklerine eminim. Yargıtay'da işlerin daha
Çabuk gündelik hale gelmesi için genç hâkimlerden çok miktarda raportör
bulundurulması lâzımdır. Yetkili mercilerden bunu sağlamalarını rica ediyorum.
Yargıtay bakımından isabetli kanun hareketlerinden biri de 15
Haziran 1967 tarih, 884 sayılı Kanunun kabulü ve yürürlüğe konulması olmuştur.
Bu Kanun ile Yargıtay Birinci Başkanı, ikinci Başkanları ve Üyeleri ile C. Başsavcısı
ve C. ikinci Başsavcıları, Yargıtay Cumhuriyet Savcıları, Adalet Bakanlığı
Müsteşarı, Teftiş Kurulu Başkanı, Genel Müdürler, Yasama Meclisi'nin seçtikleri
Yüksek Hâkimler Kurulu Üyeleri kadro aylığı itibariyle bir hizaya getirilmiş,
hepsine birinci derece memurluk kadrosunun aylığı tahsis olunmuştur. Bu suretle
Yargıtay hâkimleri ile Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve Sayıştay Başkan ve
Üyeleri arasındaki ahenksizlik giderilmiştir. Bu iki kanunun hazırlanmasında
ve çıkarılmasında emek ve yardımları geçen muhterem zevata burada teşekkür
etmek benim için bir borçtur.
Ancak, 884 sayılı Kanun Tasarısı yalnız Yargıtay hâkimlerini hedef
tutarak hazırlandığı halde yasama, iller teşkilatındaki hâkim ve savcılardan
1500 lira aylık kadrolu 80 adedi kaldırılmış, yerine 30 adet 2000 lira ve 50
adet 1750 liralık kadro konulmuştur, iller teşkilâtında çalışan değerli hâkim
ve savcılardan bir kısmına kadro aylığı bakımından yükselme imkânı verilmiş
olması bizi sevindirecek bir olaydır. Fakat bu durum Yargıtay üyeliğine rağbete
menfi tesir yapacaktır. Bana öyle geliyor ki, yurdun suyu ve havası lâtif , bir
köşesinde ve işleri yolunda bir mahkemede 2000 lira kadro aylığına kavuşmuş
olan bir hâkim, bir mahkeme üyesi, bir icra hâkimi, bir sorgu hâkimi, bir
Cumhuriyet savcısı, Cumhuriyet savcı yardımcısı Yargıtay üyeliğine, savcılığına
rağbet etmeyecek, Ankara'nın sert iklimi içine ve Yargıtay'ın ezici yükü altına
girmek istemeyecektir. O zat ne kadar değerli olursa olsun kendisinin bilgi,
tecrübe ve değerinden Yargıtay'da, yurt ölçüsünde istifade edilemiyecektir.
Hâkimlik ve savcılık kademesi içinde bir birinci sınıf hâkimlik ve savcılık
kademesi mevcut ise de Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın Yüksek Mahkemeler
unvanı altındaki paragrafında yer alan bir Yargıtay ve bir de Yargıtay'ın
Yüksek Hâkimleri vardır. Anayasa bunların iller teşkilatındaki hâkimlerden
ayrı bir rejime tabi tutulmasını öngörmüştür. Kadro aylıkları bakımından da
farklı bir sistem kurulması Yargıtay üyeliğine rağbeti artıracak üye
seçimlerini kolaylaştıracak, değerli hâkimlerin Yargıtay bünyesi içine
alınmasını sağlayacaktır. 884 sayılı Kanunun ortaya koyduğu bu yanlış durum en
yakın bir zamanda düzeltilmelidir.
Yargıtay'a 30 üye ilâvesi ve iller teşkilatındaki bir kısım
kadrolar aylıklarının 1750 ve 2000 liraya çıkarılması hâkim ve savcılar
kadrolarındaki tıkanmayı kısmen hafiflettiği gibi 15 Haziran 1967 tarih, 882
sayılı Kanun ile 3, 4 ve 5 inci dereceden alınan 400 adet hâkim ve Cumhuriyet
savcısı kadrosu bir refahlık doğuracaktır. Bu kanunlar genç hâkimler arasında
sevinç uyandırmıştır. Bu kadrolardan Yargıtay'a bol miktarda raportör tahsis
etmek imkânının sağlanması bütün Yargıtay hâkimlerinin en samimi arzusudur. Bu
şiddetle hissedilen bir ihtiyaçtır.
Yargıtay Kuruluş Kanunu teklifi ile genel kurullar toplanma yeter
sayısına ilişkin kanun teklifi Millet Meclisi Adalet Komisyonu gündeminde
bulunmaktadır. Henüz konuşulmasına başlanmamıştır. Kuruluş Kanunu teklifi bir
takım ihtilâflara ve tartışmalara yol açacak nitelikte olup, bazı malî
imkânların sağlanmasını gerektirecektir. Bu itibarla kanunlaşması uzun
sürecektir. Diğer kanun teklifi üç maddeden ibarettir. Malî yönü yoktur,
ihtilâflara yol açacak nitelikte değildir. Acele kanunlaşması büyük bir
ihtiyacı karşılayacaktır. Millet Meclisi'nin ilgili komisyon başkan ve
üyelerinden daha yakın bir alâka beklemekteyim.
Hâkimler Kanunu Tasarısı çalışmaları esaslı bir ilerleme
kaydetmemiştir. Evvelce bu tasarıda yer alması düşünülen yardımlaşma kurumu
kanun tasarısı Adalet Bakanlığı'nca hazırlanmış, incelenmek üzere hukukçulara
gönderilmiştir. Arkadaşlarımdan bu tasarıyı inceleyerek tekliflerini
başkanlığa özel surette bildirmelerini rica ederim. Tasarının hazırlanmasında
emeği geçmiş olan Bakanlık Müsteşarı rahmetli Muhtar Uğurlu'yu bu vesile ile anmak
kadirşinaslık borcudur.
15 Haziran 1967 tarih, 885 sayılı Kanun ile Adlî Tıp Müessesesi
Kanununun bazı maddeleri değiştirilmiş, kadrolara ilâveler yapılmış, ödenekler
ve bazı kadro maaşları arttırılmıştır. Fakat bu müessese ilmî şekilde çalışmaya
elverişli bir binaya kavuşturulmamış, yeni tesislerle donatılmamış, adlî tabib
sayısı ihtiyaç ile mütenasip olarak arttırılmamıştır.
Saygı Değer Dinleyicilerim,
Yargıtay hâkimleri ile iller teşkilatındaki hâkimlerin
protokoldaki. yerleri henüz tatmin edici şekilde belirtilmemiştir. Bu hususta
Anayasa'nın tanzim tarzı, Anayasa kuruluşlarına verdiği değer ölçüsü esas
tutulmalıdır. Anayasa, Cumhuriyetin temel kuruluşunu 1 - Yasama, 2 - Yürütme,
3 - Yargı organlarına oturtmuştur. Yasama organı (Büyük Millet Meclisi) dir ki,
Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu'ndan kurulur. Herbirini başkanları temsil
eder.
Yürütme organı arasında Cumhurbaşkanı, Bakanlar kurulu, idarenin
diğer memurları, mahalli idare kuruluşları zikredilmiştir. Cumhurbaşkanı Devletin
de Başkanı ve mümessilidir. Hükümeti Bakanlar Kurulu ve bu Kurulu da Başbakan
temsil eder. Yargı organları adlî, idarî
ve askerî ve özel mahkemelerdir. Anayasa, adliye mahkemelerini ön plâna
almıştır. Buna nazaran Yargıtay, adliye mahkemelerinin verdikleri hüküm ve
kararların son inceleme yeridir. Yüksek bir Mahkemedir. Onun üstünde başka bir
yargı organı yoktur. Merkezde yargıyı Yargıtay'ın onu da Birinci Başkanının,
illerde ise en kıdemli hâkimin temsil etmesi gerekir. Yeni protokol Anayasa'nın
bu temel kuralı gözetilerek düzenlendiği zaman doyurucu bir biçim almış olur.
Sayın Dinleyenlerim,
Türk avukatlarını bağımsız barolara kavuşturacak, baroları
vesayetten "kurtaracak, kendi kendilerini yönetmek imkânını, hastalık,
ihtiyarlık, maluliyet yardımı sağlayacak Avukatlık Kanununu hâlâ beklemekteyiz.
Bugün bölgesi içinde en az 15 avukat bulunan her vilâyet merkezinde bir baro
kurulmaktadır. Türkiye'de 52 baro vardır. Baro levhasına kayıtlı avukatlardan
bir kısmı hasta veya çok yaşlı oluyor, bir kısmı resmî dairelerde müşavirlik,
avukatlık yapıyor, baro ile ilgilenemiyor. Bu sebeple bazı barolarda Avukatlık
Kanununun gözönünde tuttuğu organlar kurulamıyor. Kurulsa dahi kanuna uygun
şekilde işleyemiyor. Toplanan aidat paraları masrafları karşılayamıyor. Bana
göre Baro kurmak için 15 avukat bulunması yeterli değildir. Baroların sayısı
azaltılmalı, üyeleri artırılmalı, maddi ve manevi güçleri çoğaltılmalı, kendi
kendilerini rahatça idare edebilecek bir hale getirilmelidir.
Geçen adlî yıl içinde 14 Şubat ile 24 Şubat arasında Batı Pakistan
Yüksek Mahkemesi'nin (Hight Court) 100 üncü kuruluş yıldönümü dolayısiyle
Yüksek Mahkeme ve Baro tarafından müşterek olarak tertiplenen toplantı, tören
ve konferanslarda bulunmak üzere mahkemelerin merkezi Lahofa gitmek, kadeş
Pakistan Milleti'nin Hâkimleri, Avukatları ve davetli diğer 14 Devletin Yüksek
Hâkimleri ile tanışmak zevkine nail oldum. Davetiye Batı Pakistan Baş Hâkimi
Ekselans Inamullah Khan imzası ile Lahordan adımıza postalanmıştır. iştirak
eden Devletlerden İngiltere ve Sovyet Rusya'dan maadası milletinin çoğunluğu
Müslüman olan devletlerdir. Bunların bir kısmında idarî ve askerî yüksek
mahkemeler bulunduğu halde yalnız adliye mahkemelerinin Baş hâkimleri,
Başsavcıları, Adalet Bakanları çağrılmışlardır. Törenler, konferanslar,
toplantılar büyük bir intizam içinde cereyan etmiştir. Pakistan hâkim ve diğer
hukukçularını kuvvetli batı hukuku kültürünün içinde mükemmel yetişmiş buldum,
Pakistan milleti bu hâkimleri ile iftihar edebilir. Pakistan topraklarında
Türk Delegasyonu'na gösterilen özel ilgi ve yakınlık ve açıklanan kardeşlik
duygusu bizi son derece mütehassis etmiştir. Orada kendimizi evimizde gibi
rahat hissettik. Genç avukatlar mihmandarlık yapmak lütfunda bulundular.
Programı aksatmamak, intizamı korumak, rahat bir misafirlik yaptırmak için
insan üstü gayret gösterdiler. Bunda muvaffak da oldular. Cumhurbaşkanı
Ekselans Mareşal Eyüp Han tarafından özel şekilde kabul edilmek şerefine nail
olduk. Batı Pakistan Yüksek Mahkemesi Başkanı'na, Batı Pakistan Barosu
Başkanı'na, mihmandar avukatlara burada teşekkür etmeyi bir borç bilir,
Pakistan Devleti'nin Sayın Başkanına, kardeş Pakistan Milleti'ne mutluluklar ve
millî davalarında başarılar dilerim.
Pakistan'da Türk sevgisi umumidir. Hepsi Türk Milleti'ne,
Atatürk'e ve onun devrimlerine hayrandırlar. Bana bildirildiğine göre Urdu
Dili'ne birçok Türkçe kelimeler, gramer kaideleri, terimler girmiştir. Orada
Türkler doğruluk ve mertlik örneğidir. Türkî ba Türkî Cevap dena" (Türk
gibi konuşalım, açık, dobra dobra, mertçe görüşelim) halk arasında çok söylenen
bir sözdür. Türkî Hüsn" (Türk güzelliği) beğenilen bir insanın vasfıdır.
Türkî Dum-bah" (En iyi cins koyunun adıdır). Bizim dağlıç dediğimiz gibi.
Pakistan'lı güzel bir şey ifade etmek için onu Türk'e izafe etmiştir. Yaşlı ve
asil Pakistanlı erkekler için Türk'ün eski serpuşu olan fesi (Türkî topi)
giymek ihtihar vesilesidir. Mutbak ve askerlik ile ilgili birçok terimler,
kelimeler Türkçe'dir. Türkçe ve Türk'lük Pakistanlı'ya o kadar yakındır ki,
orada Türk olduğunuzu söylemek size kardeş, hemşehri, çok yakın bir dost
muamelesi yapılmasına yetmektedir.
Hindistan'da Allahabad Yüksek Mahkemesi'nin Kuruluşununun 100 üncü
yıldönümü dolayısiyle tertiplenen tören için 25 Kasım 1966 tarihinde
Allaha-bad'da bulunmak üzere Yüksek Mahkeme Başkam'nın bir davetini aldım. Bu
davet praforma niteliğinde olduğu, Hindistan Hükümeti'nin himayesinde
yapılmadığı, davetiye çok geç elime geçtiği için oradaki hukukçularla tanışmak,
teşerrüf etmek mümkün olamadı. Yalnız Yüksek Mahkeme Başkanı'na bir mesaj
gönderdim. Teşekkür cevabı aldım.
Sayın Dinleyicilerim,
Geçen adalet yılında, 4 Ekim 1966'da, Türk Kanuni Medenisi'nin
yürürlüğe girdiğinin 40 inci yıl dönümü kutlandı, İsviçre Medeni Kanunu'ndan
çok az değişikliklerle aktarılan Türk Medeni Kanunu 4 Nisan 1926'da yayınlandı.
Daha sonra yayınlanan Borçlar ve yürürlük kanunu ile beraber 4 Ekim 1926'da
yürürlüğe girdi. Bu kanun ile medeni hukukun, aile, miras hukuku dahil, tamamı yazılı
kanun sistemine bağlanmakla beraber Atatürk Inkılâpları'ndan biri tahakkuk
ettirildi. Lozan Sulh konuşması sırasında yapılan bir taahhüt yerine
getirildi. Türkiye'de hukuk layık Devlet anlayışına uygun şekle sokuldu. Medeni
hukukta, özellikle, aile hukukunda ilim ve medeniyet yolu tutuldu. Sen"
ferdiyetçi sistem sosyal hukuk düşüncesinin tesiri altında yumuşatıldı. Bazı
haklara, ezcümle, mülkiyet hakkına, toplum yararına kayıtlar konuldu. Kanun
tamamen iktisat, ahlâk kurallarına ve sosyal ihtiyaçlara istinat ettirildi.
Zayıfları kuvvetlilere karşı koruyacak hükümler sevk olundu. Kadının aile
içindeki durumu düzeltildi, erkek ile kadın arasında aile ve miras hukuku
bakımlarından eşitlik sağlandı, insan; temiz havayı teneffüs ederken onun
varlığını ve değerini takdir edemez. Temiz havanın ne demek olduğunu
havasızlıktan ölmek üzere olana sormalıdır. Hukuk ta öyledir, iyi bir hukuk
sisteminin değerini 40 sene o sistem, içinde yaşayanlar gereği gibi takdir
edemezler. Her türlü insanî haklardan ve en basit özgürlükten mahrum ve
iktisadî veya sosyal sebepler zorladığı halde bazı hurafelere kapılarak
ihtiyaca uygun hukuk havası içine girmekten kendisini meneden toplulukları
düşünerek hukuk inkılâbımızı ölçmek lâzımdır.
Medeni Kanunun yürürlüğe girmesi için altı aylık bir süre
konulmuştur. O zaman bazı yabancı hukukçular bu sürenin çok az olduğunu
söylemişlerdir, İsviçre'de bu süre dört yıl olarak tesbit olunmuştur. Atatürk
inkılâbı işin çok çabuk sonuçlandırılmasını, biran önce uygulamaya geçilmesini,
Türk'ün bünyesine, seviye ve seciyesine uymayan kaidelerin biran önce
terkedilmesini emretmiştir, inkılâbın dinamik ruhu bunu başardı. Altı ay sonra
faziletli Türk hâkimleri yepyeni bir hukuk sistemini Atatürk Türkiyesi'nde
uygulamaya başladılar. Birçok yabancı müşahitlerin de teslim ettikleri gibi
bunda hayret edilecek şekilde muvaffak oldular. Türk'ün kabiliyeti, zekâsı,
azmi ve gayreti, doğuştan uygarlığa eyilimi, dünyada hiçbir milletten aşağı
kalmamak isteği bu mucizenin meydana gelmesini mümkün kıldı. Bu mucizenin
oluşunda ve bu başarıda 40 sene içinde adalet hizmetinde nöbet tutmuş olan her
derecedeki hâkimlerin özellikle Yargıtay hâkimlerinin, avukatların, hukuk
hocalarının büyük rol ve şeref payları vardır. Bunlardan ölmüş olanları
rahmetle anar, sağ olanlar için başarılarının devamını faal hizmetten ayrılmış
olanlara uzun ve sıhhatli ömürler dilerim. Atatürk'ün önderliğinde ve hukuk
devriminin süratle başarılması yolunda büyük emeği geçmiş olan inkılâpçı
Devlet adamı, Adliye Vekili Mahmut Esat Bozkurt'un aziz hatırasını burada
minnet ve şükranla anmama müsaade buyurmanızı rica ederim.
Faziletli Türk hâkimleri inkişâf eden iktisadî ve sosyal şartlar
karşısında Medeni Kanunun 40 yaşında olmasına rağmen yeni şartlara uyacak
şekilde uygulamaya ve sosyal nizamı, değişen iktisadî, içtimaî, ahlâkî
kurallarla ahenkli olarak korumaya devam etmektedir. Bunu sağlamak için yeni
içtihatlar yaratmış ve yaratacaktır. Kanun ne kadar mükemmel olursa olsun
zaman onu da yıprandırır. Ehliyetli ve becerikli hukukçular kanunun yıpranma
süresini, uygulamaya elverişli olmak süresini uzatabilir. Fakat her kanun
birgün değişme ihtiyacını gösterecektir. Elbet Medeni Kanun da değişecektir,
ileride daha iyi ve daha mükemmel bir kanuna yerini terkedecektir. Fakat
Medeni Kanunun Türk sosyal bünyesine getirdiği devrim hükümleri hiçbir zaman
eski şekline dönmeyecektir. Onun devrimci niteliği değişmeyecektir. Değişmeler
art düşüncelere, hurafelere, teokratik Devlet esaslarına dayanmayacaktır.
Müspet ilmin sosyal adalet prensiplerine dayanan yeni buluşları Türk hukukuna
temel olmakta devam edecektir. Türkiye'de bir islâm Devleti ve hilâfet rejimi
kurmak, Türk Milleti'ni dini esaslara dayanan bir hukuk düzenine sokmak
isteyen ve bunun için gizli ve açık çalışan mistik hezeyan halindeki bir avuç
meczûb, ruh hastası veya dini, kazanç metaı haline getirmiş kimseler, saf ve
cahil yurttaşın en temiz varlığını, itikadını, imanını geçim vasıtası yapmış
olan bezirganlar - o bezirganlar ki, dinin emrettiğini yerine getirmezler,
yasak ettiklerini gizli gizli yaparlar ve fakat dindar görünürler - evet
bunlar ve bir takım hurafeleri dini esaslar gibi göstermeye kalkan ve bu
suretle halkı uyuşturan kökü dışardaki yurt düşmanları daima hüsrana
uğrayacaklardır.
İster sağda olsun, ister solda olsun aşırı ideoloji ve koyu
taassup, yurt için, saf ve cahil yurttaşlar için her zaman bir tehlike olmakla
beraber Türk gençliğinin, Türk aydınının, Türk hukukçusunun, Türk hâkiminin,
Türk idarecisinin, Türk zabıtasının uyanıklığı, tutumu, yurtseverliği,
inkılâplara bağlılığı kara ve geri eyilimi bir kuvvet olmaktan çıkarmış, onu
yalnız acınacak, uyarılacak, tedavi ve yardım ve ıslâh edilmesi gereken bir
zavalı haline getirmiştir. Fakat her şeye rağmen Türk Hükümeti, Türk zabıtası,
C. Savcıları ve hâkimler, bütün aydınlar uyanık olmakta devam etmeye
mecburdurlar. Yurttaşın en küçük gerici kıpırdanmasına tahammülü kalmamıştır.
Buna Türk sosyal bünyesinin alerjisi vardır. Koyu taassub serbest düşünceye ve
düşünce selâmetine, doğruya ve iyiye ulaşmaya engel olur. Türkler tarih boyunca
kara eyilimin kötü sonuçlarını görmüşlerdir. Onlar tarihi ve ondan ders
alınmasını bilecek kadar zeki ve sağ duyuludur. Onlar bilirler ki; Tarihten
ders almasını beceremeyen topluluklar tarihte kötü sonuçlar doğurmuş olan
şartları yeniden yaratarak tarihin tekerrür etmesine sebep olurlar. Asırlar
boyunca Türkler daima şerefli sonuçlar doğuran şartları yaratmışlar ve daima
şerefli sahifeler tekerrür etmesini başarmışlardır. Türk Milleti bugün ve yarın
müsbet ilmin ışığı altında bütün gücü ile çalışacak daima ileriye, şerefli ve
mesut bir istikbale gidecektir. Geriye yalnız ibret ve ders almak için
bakacaktır.
Muhterem Misafirlerimiz,
Muhterem Arkadaşlarım!
(Hukuk yolu ile dünya sulhu) üçüncü konferansının Cenevre'de başlaması
dolayısiyle sayın Cumhurbaşkanı 10 Temmuz 1967 tarihinde bugünü, Türkiye'de
(Dünya hukuk günü) olarak ilân etmiş, bu vesile ile değerli bir mesaj
yayınlamıştır, içlerinde bu teşkilâtın şeref üyeleri de bulunan Yargıtay
hâkimleri genel kurul salonunda o gün toplanmışlar söz konusu mesajı dinlemişler,
(hukuk yolu ile dünya sulhu) teşkilâtı ve amaçları hakkında aralarında
konuşmuşlardır. Aynı gün Ankara Hukuk Fakültesi'nde toplantı ve faydalı
konuşmalar yapılmıştır.
Bütün canlılar için hava, balık için su, ateş için oksijen ne ise
insanlar için hukuk odur. Hukuk olmayan yerde insanın yaşaması mümkün değildir.
Aile şeklindeki küçük toplulukta başlayan (bazı kaidelere bağlılık, onlara riayet)
duygusu kabile, aşiret, şehir ve millet toplulukları ölçüsünde gelişmiş ve
nihayet milletlerarası barış içinde yaşamanın bazı kaidelere bağlanması, diğer
bir deyim ile, hukuk yolu ile sağlanması düşünce ve duygusu yayılmaya
başlamış, bunun için milletlerarası resmî ve hususî organlar kurulmuştur (Hukuk
yolu ile dünya sulhu). Bu amaçla kurulmuş hususî bir teşekküldür. Resmî ve
hususî bütün bu teşekküller senelerden beri çok faydalı çalışmalar
yapmışlardır. 50 - 60 sene öncesi için her biri bir harbe vesile olabilecek
yüzlerce olay, görüşme, konuşma ve milletlerarası teşekküllerin teşebbüsü ve
aracılığı ile hukuk yolu ile çözülmüş barışın devamı sağlanmıştır. Bu hal
birçok milletlerde hukuka bağlılık, sulh içinde bir arada yaşamak duygusunun
gelişmiş olmasının bir sonucudur. Aynı hukuka bağlılık olgunluk ve adalet duygusunun
Kıbrıs meselesinde soydaşlarımızı tatmin edici bir çözümyolu bulacağına,
Kıbrıs'a iç sükûnu getireceğine, Kıbrıs'ı Dünya barışı için bir tehlike
olmaktan çıkaracağına inanıyorum.
Milletlerarası hukuk yolu ile sulhun sağlanması için silâhların
susması, milletler arasında hukuka aykırı davranışların durması, hukukun hâkim
olması lâzımdır. Hukukun milletler arasında hâkim olması için evvelâ her
millet kendi içinde hukuku hâkim kılmalıdır. Fertler birbirlerine karşı,
fertler idareye, idare fertlere karşı daima hukuka uygun davranmalı ve bunu
itiyat haline getirmelidir. Hukuka aykırılığı belirten bir mahkeme ilâmı hem
fert ve hem idare tarafından saygı ile karşılanmalıdır. Gereği derhal yerine
getirilmeli, benzer olaylarda o ilâma uygun davranılmalıdır. Ancak o zaman
hukuka bağlı bir milletten, bir hukuk Devletinden sözedilebilir. Böyle bir
millet daima mesut ve refah içinde yaşar. Böyle milletlerden kurulu bir
dünyada ise elbette hukuk yolu ile sulh sağlanır, barış içinde yaşamak insan
gibi yaşamak mümkün olur. Dünyanın bazı bölgelerinde bazı insan toplulukları
halâ böyle bir yaşayışın hasretini çekmektedirler.
Sayın Dinleyicilerim,
45 numaralı Yüksek Hâkimler Kurulu Kanunu uyarınca, bu Kurul'a ilk
defa seçilen muhterem üyeler 22 Aralık 1962 tarihinde işe başladılar, iki sene
sonra yenilenmesi gereken yarısının iki yıllık hizmet süresi 22 Aralık 19641e
sona erdi. Bu tarihlerde Yargıtay, yeni üç asil ve bir yedek üye seçti. Yasama
meclisleri seçimi ikmâl edemedikleri için bunlar işe başlayamadı. 12 Aralık
1966'da, geçen adalet yılı içinde, diğer yan üyenin de dört yıllık süresi sona
erdi. Evvelce seçilenlerden bir zat Yargıtay hâkimliğinden ayrıldı. Yargıtay'da
24 Kasım 1966'da dört asil, bir yedek üye seçimi yapıldı. Bunlardan bir asil
üye işe başlamadan istifa etti. 10 Nisan 1967'de bunun yerine seçim yapıldı.
Bundan sonra bir asil iki yedek üyelik istifa ve Yargıtay'dan ayrılmak gibi
sebeplerle boşalınca 22 Mayıs 1967'de yerlerine tekrar seçim yapıldı. Bu arada
yasama meclisleri de seçimlerini tamamlamış olduklarından 10 Haziran 1967'de
Yüksek Hâkimler Kurulu, bir zat müstesna tamamen değişik arkadaşlarla işe
başladı. Yasama meclislerince zamanında üye seçilmemiş olması yüzünden yarı
üyenin iki senede bir yenilenmesi yolundaki Anayasa ve özel kanun hükümleri
yerine getirilemedi. Bu sebeple 12 Mayıs 1967 tarih, 868 numaralı Kanun ile
durumu ıslâh eden hükümler konulmuş ayrıca kanunda bu Kurul'a üye seçmesi
gereken kuruluşlardan birinin zamanında seçimi yapamaması halinde diğer
kuruluşların seçtikleri üyelerin ve işe başlama şekli hakkında değişiklik
yapılmıştır.
Yargıtay hâkimleri Yüksek Hâkimler Kurulu üyeliğine rağbet
etmemektedirler. Bu kurula seçilme niteliğine haiz 130 Yargıtay hâkimi
arasında 1962 yılında 8 üyelik için 22 namzet, 1964 yılında 4 üyelik için 10
namzet, geçen adalet yılı İçinde, 1966'da 5 üyelik için 10 namzet, Nisan
1967'de 1 üyelik için 1 namzet, Mayıs 1967'de 3 üyelik için 4 namzet çıkmıştır.
Bunlar süresinde itizar etmedikleri için Resmî Gazete'de adları yayınlanan
namzetlerdir. Halbuki bunlardan bir kısmı ağır hasta ve raporlu olduğu için
itizar edememiş, bir kısmı meşguliyeti dolayısiyle itizar süresini
kaçırmışlardır. Seçim gününden önce veya o gün durumu genel kurula
ulaştırdıklarından kendilerine oy verilmemiştir.
Bu rağbetsizlik bence şu sebeplerden ileri gelmektedir : Yüksek
Hâkimler Kurulu gereği gibi çalışmaya elverişli biçimde donatılmamış, işleme
organlarından mahrum bırakılmıştır. Başarı imkân ve ihtimalleri 45 numaralı
Kuruluş Kanunu İle kapatılmıştır. Üyelerinin bütün Yüksek kabiliyet ve
iyiniyetlerine rağmen çeşitli kuruluşların seçtikleri çeşitli kaynaklardan
gelen üyeler arasında ahenkli çalışma sistemi kurmanın mümkün olamıyacağı kanısı
geçen dönemde yaygın bir hal almıştır. Dört sene idarî bir işte çalışmak
Yargıtay hâkimlerine çok uzun gelmiştir. Yüksek hâkimler, yargı görevlerin-,
den dört sene ayrılmak istememişlerdir. Rağbetsizlik açık ve barizdir. Bunun
gerçek sebepleri araştırılmalı, giderilmesi sağlanmalıdır. Şerefli Yargıtay hâkimi
arkadaşlarımdan rica ediyorum : Yüksek Hâkimler Kurulu'nda görev almayı bir
meslek ve bir yurt borcu olarak kabul ediniz. Bu Kurul'da zevk ve hevesle
çalışınız. Kurulun değerli bütün başkan ve üyelerinden rica ediyorum : Şahsî ve
art düşüncelerden uzak kalınız. Büyük bir ahenk, saygı ve sevgi havası içine
giriniz, işe başlamadan önce içtiğiniz andın sözüne, özüne uygun çalışınız,
iyi, doğru, bilgili, çalışkan, faziletli hâkimlere karşı merhametli, şefkatli,
anlayışlı olunuz. Eğer varsa; kötü ve tembel hâkimlere karşı amansız
davranınız. Hâkimlik mesleğinin gelişmesi, yurtta adaletin hâkim olması sizin
takip edeceğiniz yola, kuracağınız ananeye ve tutumunuza bağlıdır. Başarılar
dilerim.
Muhterem Dinleyenlerim,
Geçen adalet yılında 1967 Ocak ayında İstanbul gazetelerinden
biri, Yargıtay Ticaret Dairesi hakkında hafiflik, saygısızlık ve ölçüsüzlük
diye nitelendirilmesi mümkün yanlış bir bilgiyi büyük ve heyecan verici
manşetlerle yayınladı. Aynı gazetenin Ankara muhbirine hemen açıklama yaptım.
Bu açıklamam iki gün sonra İstanbul'da iki gazetede çıktı. Gerçekten haberde
adları geçen baba ile oğul arasında Yargıtay Ticaret Dairesi'ne intikâl etmiş
bir dava vardır. Fotokopisi yayınlanan mektup Yargıtay'a yabancı bir şahsa
atfedilmektedir. Bu mektupta (Bugün - yani mektup tarihinde - bir zat ile görüşüldüğünden,
çarşamba günü ekseriyetle karar verileceğinden, (X) adında bir şahsın
teklifinin yansı istendiğinden 3/5'nün karardan sonra 2/5'nin kararın ikinci
safhası sonunda ödeneceğinden) bahsedilmektedir. Ortada henüz başka bir delil
ve hattâ iddia bulunmadığı halde gazete bu mektubun Yargıtay Ticaret
Dairesi'ndeki iş için yazıldığını ve Ticaret Dairesi'nde rüşvet iddiası
bulunduğunu bildirmiştir. Baba ile oğul arasındaki işe ait dosya, bu mektup
tarihinden üç gün önce cuma günü Ticaret Dairesi'nde oybirliği ile karara
bağlanmıştır. Bu dairede (X) adında bir hâkim yoktur. Mektup karar tashihi
safhasından önce karşı tarafın eline geçtiği halde o taraf Ticaret Dairesi
hakkında bir şüphe izhar etmemiştir. Mektubun fotokopisi aylarca önce Birinci
Başkanlığa gönderilmiş, memurlara intisap iddiası ile menfaat temini suçu
bakımından kovuşturma yapılmak üzere Başsavcılık eliyle Ankara C. Savcılığı'na
tevdi olunmuştur. C. Savcılığı gerekli incelemeyi yapmış, mektubu yazan şahıs
hakkında Türk Ceza Kanununun 227 nci maddesinde yazılı suça teşebbüs iddiasiyle
dosyayı Ankara Asliye Ceza Mahkemesi'ne göndermiştir. Bu soruşturma sırasında,
olayın Yargıtay'la ve Yargıtay hâkimleri ile bir ilgisi ve ilişiği olduğuna
dair en küçük bîr delil ve emare gösterilmemiştir. Eğer bu mektubu yazan şahıs
Ticaret Dairesi'ndeki bir iş hakkında ilgili kimseye bilgi vermek için Ticaret
Dairesi'nden bir hâkim değil, bir kâtip, hattâ bir mübaşiri elde etmek imkânını
bulmuş olsaydı, mektup tarihinden üç gün önce karara bağlanmış bir dosya
hakkında böyle bir mektup yazmaz idi. Çünkü dosya mahal mahkemesine gidipte
daire ilâmı ile mektup karşılaştırıldığı zaman haberin yalan olduğu meydana
çıkacak idi. Söz konusu gazete o yoldaki yayından önce Yargıtay'da ilgili
kimselerden bilgi alsaydı yanlış bir haber yaymakla okuyucuları heyecana,
lüzumsuz infiale sevketmemiş ve onlar yanında kendi itibarını zedelememiş,
Yargıtay'a karşı halkın itimadını sarsmamış olurdu.
Her Devletin, bayrak, millî marş gibi mukaddes ve yüce tutulan ve
herkesin sayması istenen varlıkları vardır. Yurdun adaleti ve onun
temsilcileri de bu çeşit varlıklardandır. Bizler kuvvetli ve zalim birinin
tahakkümü altında ezilmeye başladığımız zaman adalet yerlerine başvururuz. Onun
yardımını isteriz. Onu en kuvvetliye karşı en zayıfı dahi koruyabilecek kudret
ve kuvvette tutmalıyız. Halkın ona itimadını sarsacak hareketlerden daima
sakınmalıyız. Kuvvetli ondan çekinmeli, zayıf ona güvenebilmelidir. Onun şeref
ve itibarını şahsi ve dar çıkarlarımıza aracı yapmamalıyız. Kuvvetli karşısında
zayıf kaldığımız bir zaman sığınabilecek, güvenebilecek bir adalet mekanizması
bulunmazsa dünya yaşanabilecek bir ortam olmaktan çıkar.
Bu vesile ile şunu açıkça söylemek isterim ki, Yargıtay hâkimleri,
hâkimliğin her sınıf ve derecesinde senelerce tecrübe edilerek bu yere
getirilmişlerdir. Sicillerinde en küçük şüphe, geçmişlerinde en küçük bir leke
olan Kimsenin Yargıtay hâkimi olmasına imkân yoktur. Şurası da muhakkaktır ki,
Yargıtay hâkimleri, diğer hâkimler gibi yalnız kanun ve vicdanlarına uyarak
karar verirler. Onlara ne Yargıtay'ın içinden ve ne de dışından hiçbir kimse
tesir edemez. Bazı dolandırıcıların Yargıtay'da tanıdığı olduğunu, onun aracılığı
ile bir işi isteğe uygun şekilde çıkartabileceğini söyledikleri işitilmiştir.
Bu sözler o dolandırıcılar tarafından haksız menfaat sağlamak veya etrafındakilere
hoş görünmek veya onları ürkütmek için uydurulmuş yalanlardır. Bunlardan
Yargıtay hâkimlerinin haberi dahi yoktur. Bu yalanlara inanmamalarını iş
sahiplerinden rica ederim, işleriniz hakkında kanun dairesinde başvurma
dışında özel teşebbüslere girişmeyiniz. Yargıtay hâkimleri içinde tanıdıklarınız
varsa onları rahatsız etmeyiniz. Onlar size hiç söz veremezler, nezaket icabı
sizi dinlemiş gibi davransalar bile işiniz üzerinde hiç müessir olamazlar.
Böyle özel teşebbüsler hiçbir fayda sağlamıyacaktır. Size Yargıtay'daki
işinizi şu veya bu şekilde halletirebileceğini söyleyen biri olursa durumu en
yakın C. Savcısına intikâl ettiriniz.
Muhterem Dinleyenlerim,
Geçen adalet yılı içinde Yargıtay sekiz içtihadı Birleştirme
Kararı vermiştir:
• 1 - 19 Eylül 1966 tarih, 9/9 numaralı karar: Sulh hukuk mahkemesine
açılan gayrimenkul ayın davası değer bakımından görevden reddedildiği takdirde
karşı taraf için avukatlık parasının hangi esaslar dairesinde hesap
edileceğine dairdir. Bu gibi hallerde avukatlık parasının hesabında gayrimenkulun
mahkemece takdir ettirilen değeri değil dava dilekçesinde gösterilen değeri
esas tutulacaktır.
• 2 - 21 Kasım 1966 tarih, 19/10 sayılı karar: Gayrimenkul kira parasını
tesbit davaları ile ilgilidir. Bir çok noktalarda baş gösteren içtihat uyuşmazlıklarını
çözmüştür. Birçok karışıklıklara son vermiştir. Şöyle ki; gayrimenkul kiraları
hakkındaki 6570 sayılı Kanunun 2 ve 3 üncü maddelerini iptal eden Anayasa
Mahkemesi kararı yürürlüğe girdikten sonra, yani serbest devrede, yapılmış olan
kira akitlerindeki kira paraları hakkında dahi kiralayan tarafından kiracı
aleyhine yeni dönem için tesbit davası açılabilecektir. Kiracı aleyhine açılan
tesbit davasından önce kiracıya ihtar, ihbar yapılması zorunluğu yoktur,
(ihtar, ihbar yapılmadı) diye tesbit davası reddolunmayacaktır. Kiracı aleyhine
her zaman tesbit davası açılabilecektir. Bunun bir zamanı yoktur. Dava
dilekçesinde davacı yeni kira parasının hangi tarihten itibaren kiracıyı ilzam
edeceği hususunun belirtilmesini istemiş ise mahkeme bunu belirtmeye mecburdur.
Davacı böyle bir istekte bulunmamış; yalnız kira parasının tesbitini istemiş
ise mahkeme bunu tesbit ile yetinecektir. Tesbit edilecek yeni kira parası
dava dilekçesinin kiracıya tebliğini takip eden kira dönemi için kiracıyı ilzam
eder. Ancak dilekçenin tebliği ile yeni kira dönemi başı arasında 15 günden
fazla bir süre geçmiş olmalıdır. Daha önceden kiracıya dava açılacağı haber
verilmiş olması hali müstesnadır. Bu kararın müzakeresinde yalnız kiralayan
tarafından kiracı aleyhine açılan tesbit davaları görüşülmüştür. Kiracı
tarafından kiralayan aleyhine açılan tesbit davaları görüşme ve tartışma ve
karar konusu yapılmamıştır.
• 3 - 12 Arılık 1966 tarih, 5/11 sayılı karar: Medeni Kanunun nafaka
ile ilgili 152/2 ve 161 inci maddelerinin uygulanmasında mecburi askerlik
görevini yapmakta olan ve başka bir geliri ve serveti bulunmayan kocanın nafaka
ile sorumlu tutulamıyacağı yolundadır.
• 4 - 26 Aralık 1966 tarih, 10/12 sayılı karara nazaran gayrimenkul
mülkiyetinin zilyet tarafından olağanüstü zamanaşımına dayanılarak iktisabı
iddialarında ve tescil isteklerinde zilyetlik süresinin hesabında 4753 sayılı Kanunun
10 uncu maddesi etkili değildir. Davada Haziran 1945'e kadar devam eden
zilyetlik süresi değil nizam doğduğu zamana kadar devam eden-zilyetlik
süresinin 20 seneye varıp varmadığı araştırılmalıdır.
• 5 - 17 Nisan 1967
tarih, 2/11 sayılı karar: Eylül 1946'dan önce yurda ithal edilen malzeme hakkında
yapılan mukavelelerde idarenin kabul ettiği hususi takas priminin ödenmesine,
8 Eylül 1946'da yayınlanan tebliğe ve 658 numaralı kararnameye rağmen, devam
edileceğini belirtmektedir.
• 6 - 24 Nisan 1967 tarih,
12/3 sayılı kararda şu cihet kabul olunmuştur : Türk Ticaret Kanunu'nun 5 inci
maddesinin 3 üncü fıkrası uyarınca verilen gönderme kararları temyiz olunamaz
ise de bu kararın niteliğine yabancı olan ve gönderme kararı ile bağdaşamayan
avukatlık parasına da mahkemece hükmedilmiş ise o kısım müstakilen temyiz
olunabilir.
• 7 - 5 Haziran 1967 tarih, 13/4 sayılı karar: Devlet Demir
Yolları'nın gümrüklü eşya muhafazasına mahsus yerlerine konulan gümrüklü
eşyaların ambar ve ardiye ücreti hakkındadır. Buna nazaran; bu ambar ve
ardiyelerde bekletilen gümrüklü eşyaya ait ardiye ücretini umumî hükümler
dairesinde ve tarife gereğince eşya sahibi ödeyecektir. Bu ücret eşyayı takip
edemez. Eşyanın satış bedeli ile sınırlandırılmamıştır.
• 8 - 3 Temmuz 1967 tarih,
1/5 sayılı karar: istimlâk Kanunu'nun uygulanması ile ilgilidir. Kamulaştırma
bedelinin artırılması davasında mütalâasına başvurulan bilirkişilerin raporu
kanuna uygun şekilde düzenlenmemiş veyahut hâkime kanaat verici nitelikte
bulunmamış ise, dava reddedilemez. Yeniden seçilecek bilirkişi kurulu eliyle
değer takdirine gidilmelidir.
Sayın Dinleyicilerim,
Geçen adalet yılı içinde Yargıtay'da incelenen bir dava dosyası
Türkiye sınırları dışında da ilgi uyandırmıştır. (Ş.A.) adında bir şahıs bir
gazetenin yarışmasına katılmış ve bir yazısı o gazetede yayınlanmıştır. Bu
yazıda Türk Ceza Kanunu'nun 142 nci maddesi ile yasaklanan suçun unsurları
bulunduğu iddiasiyle gazete yazı işleri müdürü ve yazı sahibi hakkında
Cumhuriyet Savcısı tarafından kovuşturma yapılmış, iş Ağır Ceza Mahkemesine
intikal etmiş, mahkeme suç unsuru görmemiş, hükmü C. Savcısı temyiz etmiş,
Yargıtay Özel Dairesi bozmuştur. Daire olayda 142 nci maddeye temas eden suç
unsuru bulunduğunu bildirmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi eski beraat hükmünde
direnmiş, bu direnme kararı da 1965 yılında aynı gerekçe ile Ceza Genel Kurulu
tarafından bozulmuştur. Ağır Ceza Mahkemesi son bozma ilâmına uymuş, yazı
sahibini 142 nci maddenin 1 ve 6 nci fıkraları uyarınca propaganda yapmaktan
cezalandırmıştır. Bu hüküm sanık tarafından temyiz edilmiştir. Dosya geçen
adalet yılı içinde özel daireye gelmiş, incelenmiş 10 Mayıs 1967 tarihli ilâm
ile tekrar bozulmuştur. Bu bozma ilâmında olayın 142 nci maddedeki suç ile
ilgisi mevcut ise de yalnız (propaganda yapmak) kastı bulunmadığı, (öğme) den
ibaret kaldığı kabul olunmuştur. Bu ilâm hakkında C. Başsavcılığı itiraz yoluna
başvurmuş, olayda (propagandayı yapmak) kastı da bulunduğunu iddia etmiştir,
itiraz Ceza Genel Kurulu'nda incelenecektir. Söz konusu yazının 142 nci maddeyi
ilgilendiren bir. suç olduğu kesinleşmiştir. Yalnız bu maddenin birinci
bendindeki (propaganda yapmak) mı, yoksa dördüncü bendindeki (öğme) mi olduğu
henüz tartışma konusudur.
Özel daire kesinleşen kısım hakkında ilâmında şu mütalâada
bulunmaktadır : (iş bu makalede liberalizm ile sosyalizm arasında mukayeseler
yapılmış ve sosyalizmin memleketimizin geleceği için tayda ve lüzumundan bahsedilmiştir.
Makale dikkatle incelendiği takdirde, memleketimizde kanun dışı sayılması ve
ceza müeyyidesi altına alınmış olması sebebiyle yazıda bütün farik vasıflariyle
komünizmden bahsedilmemiş olduğu görülmekte ise de özellikle bütün mal ve
mümkün Devletleştirilerek ortaklaşa kullanılması, tekmil gelirlerin Devlet
tarafından idare ve pay edilmesi, mülkiyetin kaldırılması, liberalizmde hukukun
amacının zenginlerin para ve mülklerinin, çıkarlarını Devlet eliyle korumak
olduğu ve kapitalist olarak vasıflandırılan bu hukukun tefessüh etmiş
bulunduğu, sosyalizmin çeşitleri bulunmayıp hedefleri bütün dünya olan
enternasyonalist olduğu yolundaki düşünceler kominizmin kabul ettiği ana
fikirlerden olup, Anayasa'nın teminatı altında bulunan memlekette müesses
iktisadi ve sosyal düzeni hedef tutan ve yine Anayasa'nın himaye ettiği fikir ve
düşünce özgürlüğünün kanunî sınırları dışına çıkmış olan fikir ve düşünceler
niteliğinde görülmüştür. Makalenin suç teşkil edip etmediğinin anlaşılabilmesi
için mücerret ilmî yönden incelemeye tabi tutulması yeterli olmayıp, benzeri
yazıların genellikle hitap ettiği toplumun kolayca anlayabileceği üslûpta
yazılmakta olduğu nazara alanırak okuyanlar üzerinde husule getirmesi mümkün ve
muhtemel etkinin de gözönünde tutulması gereklidir. Bu sebeple sanık vekilinin
bu konulara ilişen temyiz itirazları yerinde bulunmamıştır), ilâmın bozma ile
ilgili kısmı hakkında Yargıtay son sözü henüz söylemediği için onun üzerinde
durmayacağım. Bu dava özel dairede incelenmekte iken dünyanın çeşitli
memleketlerinde oturan ve Emnesty International (Milletlerarası af) adındaki
tamamen özel nitelikte bir teşebbüse mensup yabancı şahıslardan yüzlerce kart
ve mektup aldım. Hepsi kısaca sanık hakkında anlayışlı davranılması ricasını
ihtiva ediyordu. Bu özel teşebbüs dünyanın herhangi bir yerinde hukuk, ahlâk,
insanlık dışı işlemlere maruz kalan kimseleri kurtarmak için kurulmuştur. Bu
teşebbüsün bana mektup yazan mensupları Türkiye'deki hukukî ve fiilî durumu
bilmemektedirler. Türkiye diğer medeni milletler gibi batı hukuk ilminin ışığı
altında tanzim edilmiş kanunlarla idare olunmaktadır. Türkiye'de bu kanunları
uygulayan bilgili, vicdanlı, müsbet ilim ile yüklü hâkimler ve hukukçular
vardır. Türkiye'de sanıklara savunma hakkı en geniş ölçüde tanınmıştır.
Bunları bilmedikleri için bana kart mektup gönderen ve iyi niyetlerinden hiç
şüphe etmediğim bu insanları bu hareketlerinden dolayı mazur görürüm.
Kendilerinden Türkiye dışında gerçekten ahlâk ve insanlık dışı işlemlere maruz
kalan soydaşlarımıza aynı ilgiyi göstermelerini rica ederim.
Muhterem Dinleyicilerim,
Yargıtay'ın esaslı görevi adliye mahkemelerinden verilen karar ve
hükümlerin son incelemesini yapmaktır. Türkiye'de aynı görev ilk defa 11 Zilkade
1284 (6 Mart 1868) tarihli irade ve 8 Zilhicce 1284 (1 Nisan 1868) tarihli
nizâmnâme ile kurulan (Divanı Ahkâmı Adliye)'ye verilmiştir. Bu divanın ilk
Başkanı Cevdet Paşa'dır. O zamana kadar vazife gören (Meclisi Valâyı Ahkâmı
Adliye)'ye aynı irade ile (Şûrayı Devlet) adı verilmiştir, ilk Başkanı Mithat
Paşa'dır.
Yargıtay ve Danıştay'ın 100 üncü Kuruluş Yıl Dönümü bu sebeple 6
Mart 1968'e rastlamaktadır. Memmuniyetle öğrendiğimize göre Adalet
Bakanlığı'nda yıl dönümünün önümüzdeki sene resmî şekilde kutlanması için program
hazırlığına başlanmıştır. Bu arada armağan kitap yayınlanması, toplantılar,
konferanslar, konuşmalar tertiplenmesi, hatıra pulu bastırılması ve saire
düşünülmektedir. Bu kutlamaya yazıları, konferansları, özel düşünce ve görüşleriyle
katılmalarını yerli yabancı bütün hukukçulardan ilim adamlarından rica
ediyorum. Türk'ün, Türk Adaletinin şerefine ve yüceliğine uygun bir kutlamanın
başarılması göstereceğimiz ilgiye bağlıdır.
Sözü çok uzattım;
Sabır ve tahammülünüzü son sınırına getirdiğimi sapıyorum. Fakat
konuşmamın da sonuna geldim. Bu konuşma ile adalet hizmetleri etrafında
aramızda bir düşünce bağı kurmaya çalıştım. Konularımız bu kadar değildir. Ne
çare ki; muhterem dinleyicilerimin tahammülleri ve benim takatim ve vakit ve
zaman hepsini arzetmeye müsaade etmemektedir.
Burada; geçen seneki konuşmamdan dolayı bana mektup ve telgraf göndererek
telefon ederek, makamıma gelerek veya umuma arzettikleri yazılariyle heyecan,
teveccüh ve sevgilerini açıklayan onbinlerce iyi kalpli, yurt sever, devrimleri
korumaya kararlı yurttaşıma teşekkür ederim. O konuşmamı beğenmeyenler de
olmuştur. Onlar da mektup ve telgraf göndererek, gazetelerde neşriyat yaparak
hislerini ortaya koymuşlardır. Bunlar için de, yerinde olmamakla beraber, ağır
başlı ve samimi tenkitleri hoş görülükle karşıladım. Madem ki, bir kamu görevi
yapıyorum; elbette yaptıklarımı beğenen de çıkacak, beğenmeyen de! Hiçbir kamu
görevlisi kendisini herkesin beğenmesini bekleyemez. Beğenen çoğunlukta ise
görevinde ve yolunda devam eder. Ancak; bir kısmı kimliğini saklayacak kadar
korkak küçük bir zümrenin hemen hemen tek elden idare ediliyormuş kanısını
uyandıran seciyesiz, seviyesiz, Türk terbiyesine uymayan tezahürleri onlar
hesabına beni utandırmıştır. Ne olursa olsun Türk'ün medeniyet yoluna
çıkardığı kervanı işte yürütmekte ve yol almakta devam ediyoruz. Yüz yıllarca
devam edecektir. Bu kervanı geri çevirmeye hatta yavaşlatmaya kimse muktedir
olmayacaktır. Yolumuz daima ileriye doğru ve açık olacaktır. Bu hedefi bize büyük
insan, Atatürk göstermiştir. Ne mutlu bize!
Hepinize teşekkür ederim.