Cangözü
Haluk Dursun
Eski Zağra'dan Deliorman'a...
Şu 93 Harbi'nin acısını kalbime düşüren, muhacirlerin Moskof ve Bulgarlar tarafından nasıl sürüm sürüm
süründürüldüğünü hicretnamesinde dile getiren ve o diyarlardan bu diyarlara bizi bağlayan merhum Zağra müftüsü
Hüseyin Raci Efendi ile "Tarihçe-i Vak'a-i Zağra"sını neşre hazırlayan muhterem Ertuğrul Düzdağ
ağabeyimi iki yıl sonra tekrar Bulgaristan'da, Eski Zağra'da andım.
Eski Zağra'nın şu anda ibadete açık olmayan tarihi camiini ararken, otobüsümüzün durduğu caddenin
isminin "Gurko" olduğunu görünce dehşetle irkildim. Sıradan bir Cumhuriyet Türk'ü General
Gurko'yu hatırlamaz! Ancak Hüseyin Raci Efendi'den okumuşsa kim olduğunu bilir. O mel'unun zulümlerini
ve Süleyman Paşa'nın Şıpka'dan geriye doğru gelerek Eski Zağra'yı müdafaa ettiğini bir kez daha hatırladım.
Ve sonra tıpkı geçen Bulgaristan seyahatimde olduğu gibi Zağra parklarında, istasyon önlerinde, ıhlamur ağaçlarında
ötüşen saka kuşlarını dinleyerek gezindim ve Ömer Seyfettin'den Samiha Ayverdi'ye, Yılmaz Öztuna'dan
Yahya Kemal'e kadar mütefekkir-yazarlarımızın naklettikleri Balkan hikayeleri kafamda yeniden canlandı durdu.
Bulgaristan'da Eski Zağra'dan sonra beni en çok kendisine çeken yer Deliorman'dır. Her halde o
konuda da Murat Sertoğlu'ndan Ali Gümüş'e kadar eski Tercüman gazetesinin güreş yazarlarının büyük payı
olmuştur. Türklerde güreş, hele yağlı güreş denince, akla yiğitler yatağı "Deliorman" gelir.
Deliorman'ın Şumnu yakınlarındaki Kareli köyünden Koca Yusuf ve onun köylüsü, tarihimizin en iri yarı
pehlivanı -175 kg, 2.12 cm.- Filiz Nurullah'ın, Deliorman'ın Razgrad'ından Kara Ahmet'in, yine
Razgrad'ın İslopol köyünden yağlı güreşin ustası Hergeleci İbrahim'in güreşlerinin, o eski Tercüman'da nasıl
günlerce ballandıra ballandıra anlatıldığını, benim gibi eski güreş meraklıları iyi bilir.
Deliorman'a ilk gittiğim zaman da öncelikle sorduğum sorulardan birisi, eski güreş merakının devam edip
etmediğiydi.
Pehlivanlardan Bulgar Milli Takım'ında güreşmiş Eski Cuma Karaatlar köyünden, 90 kg Avrupa
şampiyonu, dünya ikincisi Efraim Kamberoğlu ve bizim milli takımda ayyıldızlı mayoyla mindere çıkan eski
talebelerimden 76 kg, Avrupa ikincisi Kamil Kocaağaoğlu ile bu sene 19 Mayıs'ta Bulgaristan'da beraber oldum.
Onlarla yaptığımız güreş sohbetlerinde Deliorman'ın eski ve yeni güreşçilerini konuştuk. Ağırda bizim Hamit
Kaplan'ı yenen dünya şampiyonu Lütfü Ahmedov, ağırda dünya ikincisi Hüseyin Mehmetoğlu, yine ağırda dünya
ve olimpiyat ikincisi Osman Duraliyev gibi başpehlivanları; 90 kg'da Avrupa şampiyonu Şükrü Lütfiyev ve sonra
yenilerden Razgrad Işıklar köyünden 130 kg'da dünya şampiyonu Zekeriya Güçlü'yü, 90 kg dünya ikincisi
Ahmet Doğu'yu, ağırda dünya üçüncüsü Deliorman Caferler köyünden Sezgin Ayık'ı, son Avrupa
şampiyonasında Bulgar Milli Takımı'nın ikinci olan 97 kg güreşçisi Ali Molla'yı andık; yaptıkları güreşleri,
rakiplerini konuştuk...
Güreşe Bulgaristan Türklerinin ne kadar çok önem verdiği, pehlivanların "havaları"ndan belli
oluyordu. Bizdeki futbolcular gibi onların da pehlivanları rağbetteydi.
Geçen Balkan seyahatimde taa Romanya Dobruca'sından başlayıp, Rusçuk üzerinden bütün
Deliorman'ı dolaşıp, Bulgaristan Dobruca'sından Balkan Dağları'nı aşarak güneye inmiştim. Rusçuk'ta
Levent Tabya'ya çıkıp padişah armalarını görmüş, Mithat Paşa'nın Tuna Valiliği sırasında yaptığı icraatların
nasıl halk tarafından hala hatırlandığını dinlemiş, Tuna boyundan ilerleyerek Silistre'de o narin Tuna'yı
seyretmiş, orada doğan padişah III. Ahmet'i anmış ve yine Silistre yakınlarındaki Küçük Kaynarca köyünden
başlayıp 1855 Kırım Harbi'nden Silistre muhasarasına kadarki tarihi serencamımızı hatırlamıştım. Tabi kale komutanı
Şehit Musa Paşa ile hadiseyi bir eserle ölümsüzleştiren Namık Kemal'i de...
Rusçuk'tan Razgrad'a, Razgrad'dan Şumnu'ya; Novi Pazar'dan Kubrat'a, Zavet'ten
İsperih'e, Torlak'tan Deliorman Dağları'na kadar Sünni-Alevi değişik Türk köylerinde hep tarihle iç içe
günlerim geçmişti. Bu sefer de yine o günleri anarak Şumnu'daki Tombul Camii'nin dışarıdan bakıldığında o
heybetli gövdesini seyrederek, içinde şadırvanlı avlusunda doyumsuz keyifler veren abdestler tazeleyerek ve nakış
nakış bezenmiş hariminde o güzelim Türkçeyle vaazlar dinleyerek bir tarihçi olarak "tarih"i yaşadım.
Kah Kızanlık'ın güllerini, kah Filibe'nin köftesini, Sliven'in şeftalisini, Koca Balkan Dağları'nın
Kotel Boğazı'ndaki eşkıyalarını ana ana dolaştım durdum. Mestanlı'dan, Cebel'den, Kırcaali'den Rodop
Dağları'na bakışlar fırlattım; oradaki Pomak kardeşlerime muhabbetler gönderdim. Lofçalı Ahmet Cevdet Paşa'yı,
Tuna vilayetinin mektupçusu, Mithat Paşa'nın katibi Ahmet Mithat Efendi'yi düşündüm.
Plevne'de Gazi Osman Paşa'dan bahsetmeyeceğim. Oradan başlayan bozgunun Ayestefanos'a
kadar nasıl uzandığını tekrar dile getirmeyeceğim; ama Allah nasip ederse bir dahaki sefere Bulgaristan'a bir
bağbozumu zamanında gidip, tıka basa üzüm yeyip, halime şükredeceğim!.. Ya da misafiri çok seven Pomakların Rodop
Dağları'nın zirvesinde bir köy bulup onlara "Tanrı misafiri" olacağım.
Meraklısına not:
Silistre'nin kültür tarihimizde önemli bir şahsiyeti de Razgrad'ın Ferhatlar köyünde doğan merhum Süleyman
Hilmi Tunahan Hocaefendi'dir. Bu vesileyle onu da rahmetle anıyorum.