PDF Yazdır e-Posta
Share in FacebookTweet it!
SELÇUKLU MEZARLIĞI

Medeniyetlerin ana çizgilerini yüklenen nesneler vardır;zahirden bakıldığında bir ayrıntıdan ibaretmiş gibi görünürler,ancak hakikatte bütün bir sosyal hayatı etkileyerek ma’şeri vicdanda yer edinirler.Bunlar bir milletin kültür ve sanat birikimini oluşturan pek çok alanda karşımıza çıkar.” Ahmet Hamdi Tanpınar,karşımıza çıkan bu değerleri “Bir medeniyetten öbürüne geçerken, yahut,düpedüz yaşarken kaybolan şeylerin yanıbaşında zamana hükmeden gerçek saltanatlar ve kültürün asıl şerefli tarafı“ olarak görüyor.

Ebedi istirahatgâhlarımız ile toprağı üzerinde çağlar boyu zamanın oluşturduğu unutkanlığa karşı inatla ve dirençle sadık bir dost, bir sevgili gibi ölüyü bekleyen şahideler bu kültürel nesnelerin,saltanatların en anlamlı kısımlarını oluştururlar. “Yapıldıkları çevrenin ve dönemin inançlarının örf ve adetlerinin sanat geleneklerinin tabiî, iktisadî ve içtimaî şartlarının müşterek mahsulü olmaları nedeniyle mezar taşları toplumun paha biçilmez bir etnografya laboratuarıdır.” Bu nedenle sanat tarihinin yanı sıra daha birçok bilim dalının kaynakları arasında yer alan mezar taşlarının ortaya çıkartılıp incelenmesi sanat tarihi açısından olduğu kadar kültür tarihi bakımından da önem arz etmektedir.“Mezar taşları toplumların icra etmiş oldukları sanat faaliyetlerini, zevk ve anlayışlarını sunan ve fiziki varlıklarıyla günümüze taşıyan unsurlar olmalarından ötürü ilk elden kaynak olma özelliğine sahiptirler.” Unutmayalım ki; Türk dili, tarihi, edebiyatı, sanatı ve töresi hakkında önemli bilgiler veren ilk Türk yazılı belgeleri, Orhun Abideleri dediğimiz mezar taşlarıdır.Ayrıca mezarlıklar ve mezar taşları millî birer tapu mesabesindedirler.Yahya Kemal bir yazısında Eyüpsultan’la ilgili olarak “….Bütün o kabirlerin aralarından geçtiğim bir gün,sahabi Halid’in yanında fetih askerlerinden birinin burma kavuklu taşına vecd ile uzun uzun baktım;tiryaki bir ocak ihtiyarının vücudunu haber veren o metin taş,ölümün ortasında kavuğu yıkılmış,hala fetih rüyasını görüyor gibi dalgın duruyordu.Zaten Eyüpsultan o rüyanın toprakta mücessem bir devamı değil mi ?” Tanpınar da,İstanbul’u anlattığı bir konuşmasında “….İstanbul’da hemen her yerde çoğu surların etrafında olmak üzere,fetih şehitlerinin mezarları vardır.Bunlar Türk İstanbul’un tapu senetleridir.İstanbul’da bizim hayatımız bu şehit türbelerinin etrafındaki hürmetle başladı.Bizans’ın asırlarca işlenmiş bin türlü külfet, merasim ve âdapla dolu,altına ve sırmaya garkolunmuş derin ilahili ruhaniliğini dedelerimiz bu şehit türbelerinin başında yaktıkları ilk mumla yendiler.” Bu çarpıcı bakış ve yakalayışlar gösteriyor ki mezar taşları,birer işaret taşı olmasının ötesinde dinî ve millî kimliğin taşlara oyulmuş kültürel kodlarıdır.

İslâm kültür ve medeniyetinin hâkim olduğu bölgeler arasında mezarlıklar ve mezar taşları açısından Anadolu coğrafyasının ayrı bir yeri ve önemi bulunmaktadır.Yüzyıllar boyunca değişik kültürleri üzerinde barındıran,onları birbiriyle kaynaştıran ve XI.yüzyıldan itibaren Türk yurdu haline gelen Anadolu’da bu tarihten sonra İslâm öncesi döneme ait inançlar,burada yaşayan eski kültürlere ait gelenekler ve İslâm inancının bileşimi ile meydana gelen bir mezar kültürü ortaya çıkmıştır.Bu kültürü yansıtacak nitelikte,oldukça zengin çeşitlilikte binlerce mezar taşı Anadolu’nun değişik bölgelerine dağılmış durumdadır.Ölüm fikrinin mücessem tasvirini yaşayanlara bu kadar munis ve cana yakın gösteren,hüzün ve zarafet dolu mezarlıklarında binlerce anıtsal mezar taşı bulunan Ahlat bu merkezlerin başında gelmektedir.

İslâm devrinde büyük küçük on iki devlet veya hânedanın idaresi altında kalmış, Evliya Çelebi’nin Oğuz Taifesi Şehri,Selçukluların Kubbetü’l İslâm, Osmanlıların Ata Şehri adını verdikleri “Ahlat’a Ortaçağ Türk mimarisi mezar tiplerinin topluca incelenebileceği, benzeri bulunmayan bir açık hava müzesi görünümü kazandıran ilgi çekici mezar abideleri,çoğunlukla Meydan Mezarlığı çevresinde ve Ahlat’ın eski mahallelerinde yer almaktadır.Bunlardan sayıları bin civarında olan şâhideli mezarlar,özellikle alışılmış ölçülerden çok büyük,3.50 m.yüksekliğe varan ve her cephesinde süsleme bulunan dikdörtgen pirizma şeklindeki şâhideleriyle Ahlat mezar taşlarını karakterize ve temsil etmektedirler.” Cumhuriyet döneminde bölgede araştırma yapan yerli araştırmacıların başında gelen tarih öğretmeni Abdürrahim Şerif [Beygü], “Ahlat Kitabeleri “ adlı eserinin mukaddimesinde “Harap camiler, birçok kümbetler,türbeler zaviyeler, harap mahzenler, mağaralar,kale ve hamam enkazı gibi ecdadımızın tarihi hatıralarını yad eden bu âsar ve mahkukât bakiyelari karşısında hayret ve takdir duydum.Hep tarihi olan bu millî mevcudiyet ve âsarımızın bu kadar zengin hatırat ve menabîini sinesinde saklayan Anadolu’da diyebilirim ki pek az bir şehir Ahlat derecesine çıkabilir.” tespitinde bulunur.Gözden geçirdikleri bin kadar mezar taşından ancak yüz on sekiz anıtsal değerdeki Ahlat mezar taşını,sanat tarihi ve arkeolojik açılardan değerlendirip kataloğa alan Prof.Dr.Beyhan Karamağaralı “Üzerlerindeki yazıların her birinin ayrı bir anlam ifade ettiği ve dünyada eşine rastlanmayan şekillerin de bulunduğu, Türkiye’nin,hatta bütün İslâm aleminin en büyük tarihi mezarlığı Ahlat’tadır.Ahlat mezar taşları hem ölçü hem muhteva bakımından bir anıt karakterindedir.Bu mezar anıtları Türk sanatının ve kültür tarihinin sekiz yüz yıllık belgeleridir.” “Ahlat mezar taşlarının özelliklerini tespit edebilmek için Anadolu’nun diğer bölgelerinde yapılmış mezar taşlarını ve mezar taşlarına işlenen sembolleri belli başlı vasıfları ile gözden geçirmek zaruri olmuştur.” değerlendirmesinde bulunduktan sonra,yaptığı uzun ve zahmetli bir gözden geçirmenin sonunda “Özellikle Anadolu’daki XII ve XV.asır mezar taşlarının çeşitli bölgelerde gösterdiği özellikleri imkan nisbetinde tesbite farklılıkları tahkike çalıştık. Bütün bu bölgeler içinde Ahlat mezar taşları, sayıları, abidevi karakterleri,tip ve tezyinatlarının özelliği ve tarihi ehemmiyeti dolayısıyla müstesna bir yer işgal etmektedir.” demek suretiyle Ahlat mezar taşlarının önemine çok yönlü bir bilimsel dikkat çekmektedir.Bununla birlikte: “XVIII. yüzyılda yaşamış Türk âlimi Kâtip Çelebî, Ahlat’ın havasının güzelliğini, bağlı, bahçeli bir şehir olduğunu,hatta bir elmasının yüz dirhem geldiğine dair bilgileri kaydetmesine karşı,tarihi eser ve kalıntılara ilişkin bilgileri kaydetmemesi ,1655 yılında Ahlat’ı ziyaret eden Evliya Çelebî şehirde gördüğü eserler ile yıkıntı ve kalıntılardan Ahlat’ın önemini anlamasına rağmen,onları yakından tanıtmaması,1923 ve daha sonraki yıllarda öğretmen olarak bölgede görev yapan Abdurrahim Şerif ‘in Ahlat Kitabeleri adlı çalışmasında, kümbetler ve kalede bulunan iki camiye ait kitabeleri tam kaydetmesine rağmen,mezar taşı kitabelerinden sadece ehemmiyet verdiği otuz dört mezar taşı kitabesine yer vermesi,son olarak yakın geçmişte yapılan çalışmalarda da sayıları oldukça fazla olan mezar taşlarından, çok az sayıdaki mezar taşının kitabesinin okunup tanıtılması,bu bağlamda çok daha geniş bir değerlendirme yapılmasını geciktir(miş)mektedir.


 

AHLAT MEZAR TAŞLARI KİTABELERİ

 

“Taşlar(ın) birer lisan,kitabeler(in) de o taşlarla hem-zeban” olduğu mezar taşları hayatla ölüm,ölüyle ziyaretçi arasında bir takım mesajlar taşıyan,geçmişten günümüze gelen önemli belgelerdir.Mezar şahideleri,üzerinde bulunan ayet-i kerime,hadis-i şerif ve dualar, şehrin müslüman geçmişine ve yaşayışına tanıklık etmesi bakımından, şahidelerin üslupları ise devrin resmî hayatı ve toplumun zihniyet tarihine ilişkin ilginç ipuçları vermesi açısından önemlidir.

“Kitabeleri olan ve tarihleri okunabilen,Ahlatşahlar,Eyyübiler,ezici çokluğu Moğollar devrinde ölenlere ait olmak üzere ayrıca Bitlis hâkimleri Rûzegiler ve Safeviler dönemlerine ait” Ahlat tarihi mezar taşlarının üzerindeki yazılar dini metinler ve kitabeler olmak üzere iki grupta incelenmiştir.Beyhan Karamağaralı’nın Ahlat Mezar Taşları adlı çalışmasında tespit ettiğimiz ayet-i kerime, hadis-i şerif,dua ve hikmetli sözler şunlardır :

Ayet-i Kerimeler

“Ayete’l Kürsi’nin tamamı

“De ki O Allah tek birdir.” İhlas Suresinin ilk ayeti bazen tamamı

“Yeryüzünde bulunan her şey fanidir.”

“Yüce ve iyilik sahibi Rabbinin yüzü bakidir.”

“Allah kendisinden başka tanrı olmadığına şahittir.Bütün melekler ve ilim uluları da adaleti yerine getirerek şahittirler.O’ndan başka tanrı yoktur; güçlüdür hikmet sahibidir O.”

“Yoksa siz,Bizim sizi boş yere yarattığımızı ve Bize döndürülemeyeceğinizi mi sandınız ?”

“Onların,Rableri kendisinden bir rahmet,bir hoşnutluk ve içlerinden kendilerine sürekli bir nimet bulunan cennetlerle müjdeler.” Kuran-ı Kerim’de üç kere tekrarlanan “Her nefis ölümü tadacaktır.”

“İyi iş yapan kendi yararına,kötü yapan da kendi zararına yapmıştır.Yoksa Rabb’in,kullarına zulmeden değildir.” Hadis-i Şerifler

Dünya bir saatlik bir müddettir,onu ibadetle geçir.

Ölüm bir kapıdır,herkes oradan geçer.

Dünya ahiret ehline,ahiret dünya ehline haramdır.

Dünya ahiretin tarlasıdır.

Dualar

Bize kötü muamele yapma ya Rahim

Allah onun yalnızlığını gidersin

Allah günahlarını affetsin

Ey Allah’ım ona acı ona rahmet et

Allah göçünü kolaylaştırsın,rahmetine daldırsın,garibine rahmet etsin,onu cennetinde oturtsun ve yaptığı iyiliklerini kabul,günahlarını affetsin.

Hikmetli Sözler (Kelam-ı Kibar)

Ölüm bir kadehtir herkes ondan içer

Her fikir sahibi bir insan için bir gerçektir ki,ömür kısa bir elbise gibidir.

Kitabe grubu içinde,sanatkarın adının bulunduğu imza kitabesi yanında,ölen kişinin şeceresi,lâkapları,dinî ilimler sahasında derinliği ve ilmiyle amel eden kişiliği, görevine ilişkin mahareti yanında ayrıca şairin dediği gibi : “Bir öyle ömür geçir ki olsun/Mevtin sana hande,halka matem ” çizgisinde ömür tüketen bu kişilerin insanî ve içtimaî yönüne ilişkin vasıflarını öven uzun ibareler,ölüm tarihi ve maalesef bir kaçı okunabilmiş şiirler yer almaktadır. Bu lirik ve güzel şiirler Büyük Selçuklulardan süregelen uygulamaya uygun olarak Farsça yazılmıştır.

Kitabesinde “Said,şehid,delikanlı,gençliğine doymamış,kısa ömürlü,çok okuyan, ilmine göre hareket eden,iki cemaatin müftisi,dinin ve milletin ulusu” tarzında sahip olduğu özelliklerin ve güzelliklerin sıralandığı Alâu’d- Din Osman’a ait mezar taşında yazılı bulunan şiirde ardından duyulan acı şöyle dile getirilmiştir:

O yeni yetişmiş gül gitti

Bahar dalı onun endamını kıskanırdı

Yeni damat Alâu’d-Din ne yazık ki toprağı kucaklamaktadır

O servi boylu,o bûstan gülü nerede

O güzel sesli,hoş nağmeli bülbül nerede

Eğer cihanın bir ibret yeri olduğuna inanmıyorsan bari bak da söyle

Alâu’d- Din Osman nerede

Meydanlık kabristanında bulunan diğer bir mezar kitabesinde ise, ”Said, şehid, merhum,fütüvvet ehli,kadıların kadısı” Reşid’e ait mezar taşında mealen şu mısralar yer almaktadır:

Göğün dönüşü kuşkusuz insanoğlunun içini bütün sene yakıyor

Reşid delikanlılık bağında bir gül gibiydi

Ölüm dolu bir rüzgar esti

Ve onu toprağa düşürdü

Şahideler üzerinde yazılı bu tür acıyı bal eyleyen şiirler edebi açıdan ayrı bir değer taşır. Ölen kişinin vasiyeti ya da geride kalanların isteği üzerine mezar taşlarına yazılan şiirler, hayata, kadere ölüm ve ahirete ilişkin düşünce ve inançları yansıtması yanında,bazen ölen kişinin hayat hikayesinden,ölüm şekline, beklentilerinden nasihatlerine kadar “ibret-hikmet ” ayrı veya karışık detaylara da yer verdiklerinden,ayrıca ele alınıp incelenmelidir. Bu yazıyı kaleme almak için konuyla ilgili başvurduğum kaynaklardaki bilgilerin bende oluşturduğu merak sonucu,tarihi mezarlıklara birkaç defa gittim.Mezar taşlarının birçoğu kırılmış,bir kısmı ise yıkılmış ve yıpranmış durumda olmalarına rağmen,bugün,bu mahzun halleriyle bile bazılarında şiir metni olduğuna dair izler ve işaretler apaçık görülmektedir.Bir hazine değerindeki bu şiirler,belki klasik edebiyatın ruhuna nüfuz etmiş bilim adamları tarafından, şiirlerin dili,aruzun muvaffakiyeti, hayal ve fikrin gelişi,şiirin aid olduğu asır ve o asrın hususî tekamülü içinde kayıp kelimeler/parçalar aranarak “Metin Tamiri Yöntemiyle” birçok şiir ortaya çıkarılabilir.

Parlak bir maziye sahip,yüksek seviyede birçok kültür ve medeniyete ev sahipliği yapmış olan Ahlat şehri,bugün de birçok eser ve kitabeyi barındırdığından önemini kaybetmeyen tarihi kentlerimizdendir.Oysa bugün için daha da önemli olanı bu değerli tarihi mezarlıklardaki kültür varlıklarından çocuklarımızın öncelikle haberdâr edilmesi,daha sonra okullarımızda bu tarihi mezar taşlarının bilimsel anlamda eğitimin konusu yapılarak çocuklarımızın bu değerlerle eğitilmesidir.

UNESCO Dünya Miras sözleşmesine 1983 yılında imza atan ülkemiz,bugüne kadar Dünya Miras listesine 9 yeri kayıt ettirmiştir.Diğer yandan hazırlanan Dünya Kültürel ve Doğal Miras Endikatif (Geçici) Listesine Doğu Anadolu Bölgesinin Van Gölü kıyısında yer alan Selçuklu kenti Ahlat tarihi yerleşimi ve mezar taşları,Selçuklu dönemi taş işçiliği,inanışlar ve yaşam biçiminin örneği olarak alınmıştır.

Doğal Miras Geçici Listesine alınmak önemli bir adım sayılsa bile,asıl önemli ve kalıcı olanı Ahlat’ın doğal,tarihi ve kültürel çevresini bütün öğeleriyle “Düşünce Miras Listemize” kaydedebilmektir.Ahlat mezar taşlarının birçoğu yıpranmış,bir kısmı sağlam denilebilecek bir şekilde bugün yerinde durmaktadır.“Tarihi eserleri olduğu gibi korumak milletler için kutsal bir görevdir.” şuurdan hareketle,bu mirasa daha doğrusu “emanete” bugünden sonra daha fazla yıpranmalarına,yok olmalarına karşı önlemler alınarak sahiplenilmesi lazımdır. Kaderleriyle başbaşa bırakılmış, mazinin muhteşem ve parlak devrine ait hazin birer şule gibi parlayan,Ahlat mezar taşları kısa zamanda korumaya alınmazsa yüzlerce yıllık tarih,yakın bir gelecekte yok olmayla karşı karşıya kalır.Bu kültürel zenginliğin kaybı sadece Ahlat’ın ve Ahlatlının değil bütün insanlığın ve gelecek nesillerin kaybı olacaktır.

 


FOTOĞRAFLAR