ala kurdistan
Ey Reqîb

Hejare Şamil ile Söyleşi-Hülya yetişen

 

 
HEJARÊ ŞAMİL’LE RÖPORTAJ-Hülya Yetişen

Hejarê Şamil, 1966 yılında Kızıl Kürdistan adı ile bilinen bölgenin Kelbecer (Kavil / Kevn bajar) şehrinde Şair-Etnograf- Kurdolog Dr. Şamil Esgerov’un oğlu olarak dünyaya geldi. 

1989’da Bakü’de Azerbaycan Pedagoji Enstitüsü’nün Filoloji bölümünü bitirdi. 1984-1986 yıllarında Kızıl Ordu’da askerlik yaptı. 

Ortaokul çağlarında Azerbaycan’ın yerel ve merkezi basınında Hejar Şamiloğlu imzası ile şiir ve makaleleri yayınlanan Hejarê Şamil, 1980’li yılların ortalarından itibaren aktif gazeteciliğe başladı. Azerbaycan Parlamentosu’nun yayın organı olan “Hayat Gazetesi’nde parlamento muhabiri olarak çalıştı. 1992’de Bakü’de yayın hayatına başlayan “Dengê Kurd” / “Kürdün Sesi” Gazetesi’nin kurucularından olup, gazetenin Azerice bölümünün editörlüğünü yaptı. Azerbaycan’ın çeşitli gazete ve dergilerinde Kürtlerle ilgili yüze yakın yazı yayınlattı. 

1992’de Azerbaycan’da “Azerbaycan-Kürt Eşitlik partisi- “Azerbaycan-Kürd Beraberlik Partiyası / AKBP”nin kuruluş çalışmalarını başlattı ve bine yakın üye topladı. Siyasi faaliyetlerinden dolayı manevi ve fiziki baskılara maruz kaldı. 

1992 yılından itibaren PKK’nin Kafkasya’daki çalışmalarında aktif yer aldı ve 1994’te kadro düzeyinde PKK’ye katıldı. PKK saflarındayken Rusya, Güney Kürdistan, Türkiye ve Avrupa’da yayınlanan Kürd gazete ve dergilerinde değişik imzalarla çok sayıda yazısı yayınlandı. 2004’te PKK’den ayrıldı. 

Hali hazırda Orta Asya’da yayınlanan “Nûbar” dergisinin yazı işleri müdürüdür. Hejarê Şamil şu an Kamiz Şeddadi ile birlikte 45 bin kelimelik Rusça-Kürdçe Akademik bir sözlük yayına hazırlıyor.

Kitapları: 

1- “Sovyet Kürdleri” hakkında tarihi ve güncel inceleme Diaspora Kürdleri. Araştırma inceleme. (İstanbul, “Pêrî” yayınları, 2005, Türkçe). 
2- Öcalan’ın Moskova günleri Gülnar ve Öcalan. Belgesel roman. (İstanbul, “Pêrî” yayınları, 2005, Türkçe). 
3- Serhed, Kafkasya ve Diasporada yaşamın adı: Sürgün ve Özlem. Araştırma inceleme. (İstanbul, “Pêrî”, 2007, Türkçe). 
4- Yurtseverlik yolunda bir yaşam. Araştırma inceleme. (2007, Kürtçe). 
5- Diaspora Kürdleri. Araştırma inceleme. (2007, Rusça). 
6- Yalnızım, tekim, tenhayım. Şiirler. (2007, Azerice). 

Ayrıca Hejarê Şamil, “Azerbaycan Kürdleri” A.Bukşpan’ın ve “Kızıl Kürdistan” E.Bedirxan’ın kitaplarını Rusça’dan Türkçe’ye çevirmiştir. 

Yalnızım, tekim, tenhayım 
Öyle yakınım kendime. 
Kendimden nereye gitsem 
Gelip çıkarım kendime...... 
.... 
Yalnızlığın öbür yanı, 
Sükutun ötesi 
Yansızlığın öbür yanında 
Yer kayıp, zaman kayıp... 

Hêjarê Şamil [i] 

Hülya Yetişen: Sevgili Hejar, Kurdistane Sor’un Kelbecer İli’nde doğmuşsunuz. Kızıl Kürdistan (Kurdistana Sor) ne zaman kuruldu, varlığına ne zaman ve niçin son verildi? Burada yaşayan Kürd nüfusa ne oldu, ve şu anda nerelerde yaşıyorlar? 

Hêjarê Şamil: Çoğu zaman tarihe, geçmişte kalan olayların statiği olarak bakarız: Filan tarihte filan olay oldu, filan tarihte sonuçlandı... Söz konusu olayların günümüze, şu an ki yaşantımıza etkilerini statik tarihin dışına iteriz. Ne var ki, daha çok üzerinde durmamız gerekenler tarihin kendisi değil, etkileridir. 

1923 Yılı’nın 16 Temmuz’unda Azerbaycan Hükümeti’nin ve Azerbaycan SSCB Komünist Partisi’nin “Kürdlerin yerleşik olduğu topraklarda Özerk Kürdistan / Kürdistan kazası oluşturulması” kararıyla başlayan Kızıl Kürdistan’ın resmi tarihi 1930’da sonuçlanmıştır. 1929’da Kürdistan kazası iptal edilerek, yerine 25 Mayıs 1930’da Kürdistan dairesi oluşturulmuş, bu inzibati birim de çok yaşamamış, 23 Temmuz 1930’da varlığına son verilmiştir. 

Kürdistan’ı yalnız Lozan’la değil, biraz da Kurdistana Sor’un lağvedilmesi ile kaybettik. Eğer yaşasaydı, Kızıl Kürdistan olayının Kürd halkının kaderinde oynayabileceği muazzam rolün muhasebesini yaparım hep. Ve de Kurdistana Sor’un varlığına niçin son verildiğinin. “Diaspora Kürdleri” kitabında Kurdistana Sor’un çöküş nedenlerini sayfalar boyunca en ince ayrıntılarına kadar incelemeye çalışmıştım. Kurdistana Sor’un katili, Kürd halkının yeminli düşmanı olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk milleti tanımı altında İstanbul’u içten fetheden devşirmelerdir. 

Kürdistana Sor’un iptalinin en vahim sonucu ise en az yarım milyon etnik Kürdün soy kökünden kopması, koparılması olmuştur. 

Dünyanın neresinde yaşıyorsak yaşayalım, kaderimiz aynıdır. Nusaybinli’ye, Şirnaklı’ya ne olduysa, Kurdistana Sor’luya da o oldu. Ölüm, işkence, kimliksizlik. Kurdistana Sor halkının tarihini bu üç kelime ile özetleyebiliriz. 

Kızıl Kürdistan Kürdleri 1992-93 yıllarında Azeri-Ermeni savaşı sonucunda Azerilerle birlikte bu topraklardan sürüldüler. Ancak bu sürece kadar yüzde doksanı asimilasyon yöntemi ile kendi soy bağlarından koparılmışlardı, kendilerini Azeri saymaktaydılar. Söz konusu nüfus şu anda Azerbaycan’ın çeşitli bölgelerinde mülteci yaşamı sürdürmektedir. Yarısından fazlası ise kendi soyuna düşman. 

Hülya Yetişen: Düşman mı? 

Hejarê Şamîl: Azerbaycan Kürdleri, Güney Kafkasya’nın Ermenistan, Gürcistan Cumhuriyetleri’nde yaşayan ve buralardan Orta Asya ve Kazakistan’a sürülmüş, Rusya, Ukrayna ve diğer ülkelere göç etmiş Kürdlerden bir çok yönleri ile farklıdır. Azerbaycan Kürdleri yerlidir, Aborijin’dir. M.Ö. 2. bin yıl önce var olmuş Manna Kürd çarlığı ve Medya Devleti döneminden bu yana bugün Kafkasya denilen alanda yaşamaktadırlar. Bin yıllar boyunca Şeddadi Kürd Devleti’nin Başkenti Gence’den Nahçıvan’a kadar uzanan ve Kızıl Kürdistan’ı da kapsayan topraklar üzerinde Kürd varlığı söz konusu olmuştur. Kafkasya’nın yerli Kürdlerinin yaşadıkları topraklar Coğrafi Kürdistan’ın bir parçasıdır. Bu araziler son yüzyıllarda yoğun asimilasyon politikası ve Azeri, Ermeni topluluklarının buraya göçmeleri sonucu Büyük Kürdistan’dan kopmuştur. Tarihsel süreç içerisinde Azerbaycan Kürdleri dediğimiz topluluk asimile olmuş, kendine yabancılaştırılmıştır. Şu an Azerbaycan Cumhuriyeti’nin sekiz milyonluk nüfusunun en az bir milyonu köken olarak Kürd’dür. Fakat onlar arasından kendine “Kürdüm” diyen yirmi bin insan dahi bulamazsınız. Kuzey Kürdistan’da ve Türkiye’de olduğu gibi bu ülkede de en katı Kürd karşıtları etnik Kürdlerdir. 

Hülya Yetişen: Bir bütün olarak Kafkasya Kürtleri’nin coğrafi kökenini anlatır mısınız? Hangi lehçeleri konuşurlar ve hangi inanca sahipler? 

Hejarê Şamil: Eski Sovyetler Birliği’nde yaşayan Kürdleri coğrafi köken itibarıyla üç kategoride ele almak gerekir. 1). Azerbaycan Kürdleri, 2). Ermenistan, Gürcistan Kürdleri (şu an Orta Asya, Kazakistan, Rusya, Ukrayna ve diğer devletlerde yaşayan Kürdlerin ağırlıklı kesimi bu ülkelerden ve Nahçivan’dan sürülmüştür). 3). Türkmenistan Kürdleri. 

Azerbaycan Kürdleri’ne kısaca değindik. Ermenistan ve Gürcistan Kürdleri 19. yy.da ve 20. yy.ın başlarında Kuzey Kürdistan’dan sürülmüş ve göç etmiş Kurdlerden oluşuyor. Bu ülkelerde daha önceki yüzyıllarda yerleşmiş Kürd ailelerinin varlığı da biliniyor. Örneğin, Mxargridzêlî ailesi. Gürcistan Kraliçesi Tamara’nın (1184-1212/13) baş komutanları olan İvo (İvanê) ve Zaxo / Zahar (Zaxarê) kardeşleri bu ailedendi. 1988-89 yıllarına kadar Ermenistan’da Yezidi Kürdlerle birlikte 20 binden fazla Müslüman Kürd de bulunuyordu. Karabağ savaşı nedeniyle Müslüman Kürdler sürüldüler ve göç ettiler. Gürcistan’daki Kürtlerin tamamı Yezidi’dir. 

Türkmenistan Kürdleri Horasan kökenlidir. Türkmenistan’ın İran denetiminde bulunduğu 18. yy.dan itibaren bu ülkeye ve şimdiki Özbekistan’ın güney bölgelerine yerleşmişler. Bazı araştırmalara göre Türkmenistan ve Güney Özbekistan’da kimi Kürd aşiretlerinin tarihi bin yıl öncelerine uzanıyor. Şu an Türkmenistan’da Kürdçe konuşan ve kendini Kürd sayan Kürdlerin sayısı birkaç bin civarındadır. Asimile edilen Kürdlerin sayısı ise birkaç yüz bin. Eski Sovyetlerde yaşayan Kürdlerin tamamı Kürdçe’nin Kurmancî lehçesini konuşur. 

Hülya Yetişen: Bura Kürtleri’nin ülkelerine dönme planları ve özlemleri var mı? 

Heşare Şamil: Kim ata yurduna, kendi ülkesine dönmek istemez ki? Kürdlükle bağları kopmamış soydaşlarımızın tamamının Kürdistan özlemi canlıdır. 

Hülya Yetişen: 1898’de Kahire’de basılan ilk Kürd Gazetesi, ‘Kürdistan’ ın ilk sayısı Doğubilimleri Enstitüsü Leningrad Şubesi’nin gazete koleksiyonları arasında yer alıyor. Kürtlerle ilgili bilimsel araştırmalarda, çoğunluklu olarak eski SSCB’deki dil bilimcilerinin ve tarihçilerin isimleri geçer. Rusya’da Kürtlerle ilgili gerçekten zengin bir arşiv var mı? 

Hejare Şamil: Rus Kurdolojisi’nin dünya Kurdoloji Bilimi’ne katkıları biliniyor. Özellikle 19. yy.ın başlarından itibaren Doğu’ya dönük işgalci siyaset yürüten Çar Rusya’sı ordusu ve memurları Ortadoğu ve Kafkasya’daki birçok yazılı abideyi ele geçirmiş, başkent Sankt-Petersburg’a taşımıştır. Örneğin, 1828’de Rusya-İran savaşı sırasında İran’ın Erdebil kentini işgal eden Rus Generali Şuştelen, Sefevilerin ünlü kitaplığını savaş ganimeti olarak Sank-Petersburg’a göndermiştir. Birçok kitap arasında, Şeref Han Bitlisi’nin “Şerefname” eserinin bizzat yazarı tarafından gözden geçirilmiş imzalı bir nüshası da bulunmuştur. Bildiğim kadarıyla Çarlık döneminde Sankt-Petersburg’da “Şerefname”nin iki elyazması bulunmuştur. Bu eser üzerinde birçok Rus doğubilimci araştırmalar yürütmüştür. V.Velyaminov-Zernov, “Şerefname” üzerinde ortalama 30 yıl çalışmıştır. Bu çalışmayı yürütürken, “Şerefname”nin dört elyazmasından yararlanmış, “Şerefname”nin 1. cildi 1860 yılında, 2. cildi ise 1862’de Petersburg İmparatorluk Akademisi’nin yayın evinde basılmıştır. 

1856 yılında Petersburg’ta Kürdlerin kökeniyle ilgili bilimsel çalışma yapıp “İran Kürdleri ve ataları üzerine inceleme” ismiyle kitap yayınlatan ünlü doğubilimci Pyotr Lerx, “Şerefname”nin el yazmasından yararlandığını kaydeder. 

Rusya’da Kurdolojinin Rusya Çariçesi Büyük Katerina tarafından başlatıldığı belirtilir. Çariçenin isteği üzerine Akademi üyesi Palas, 1787’de bütün dillerin karşılaştırmalı sözlüğünü hazırlamış, bu sözlükte 276 Kürdçe sözcük yer almıştır. 

Sovyetler döneminde Kürdoloji çalışmaları daha da ilerletilmiş, 1. Kürdoloji konferansı (Erivan, 9 Temmuz 1934) ve SSCB Bilimler Akademisi Doğu Bilimleri Enstitüsü’nün Leningrad Şubesi’nde Kürdoloji gurubunun oluşmasıyla birlikte (Şubat-Mart 1959) Sovyet Kurdoloji okulu yaratılmıştır. 

Rus-Sovyet Kürdolojisi, Kürd folkloru, etnografisi, dili, edebiyatı, tarihi, bibliyografisi, kısacası her türlü maddi ve manevi değerleri hakkında yüzlerce kapsamlı eserle dünya Kürdolojisinde önemli yer tutmaktadır. P.Lerx, A. Jaba, A. Çozko, Egizarov, V. Minorski gibi isimlerle başlayan Rus Kürdolojisi, Sovyet Kürdolojisi adı altında İosif Orbeli, Kanat Kurdoyev, Haciye Cindi, İ. Sukerman, Margarita Rudenko, İ. A. Dementeva (Vasileva), Casıme Celil, M.S. Lazarev, Orduxanê Celîl, Şamil Esgerov, Hüseyin Kürdoğlu, Maksime Xemo, Zara Yusupova… gibi ünlü isimlerle devam etmiştir. 

Leningrad’da ve Çarlık döneminde Kafkasya’nın başkenti sayılan Tiflis kentinde bulunan zengin arşiv materyalleri Sovyet-Rus Kurdolojisi’nin dayanağı olmuştur.

Hülya Yetişen: İlk Kürt romanı sayılan “Kürt çobanı” da eski Sovyetlerde yazıldı… Kürtlerin yaşamını, mücadelesini anlatan, ancak başka dillerde yazılan romanları Kürt Romanı kategorisinde değerlendirebilir miyiz? Örneğin “Gülnar ve Öcalan” bir Kürt romanı mı? 

Hejare Şamil: Hemen bir romancı olmadığımı belirteyim. Bu soru, eserin Türkçe yazılmış olmasından dolayı soruluyor. Elbette ki, dil, halkların en temel varlık nedenlerindendir. Bir halkı var eden değerin dil olduğu göz önünde bulundurulursa, bu soru ciddi bir mantıkî içerik, üstelik gereklilik taşıyor. Muhtevasına bağlı olmaksızın Kürdçe yazılmış her eserin Kürd eseri olduğunu kimse tartışmaz; romansa eğer iyi Kürd romanı, kötü Kürd romanı olurlar. Fakat buradan Kürd eserlerinin / romanlarının yalnız Kürdçe yazılanlar olduğu sonucuna varılmamalı. Halkımızın bulunduğu siyasal, sosyo kültürel koşullar dikkate alınarak bu konuda daha geniş bir düşünsel bakış açısı ve tanımlama çerçevesi oluşturulabilir. Kürdlerin başka dillerde kaleme aldıklarına “Kürd kimliği” verilmesi gerekir mi tartışması Kürd camiasında uzun yıllardır sürüyor. Eğer Kürd kökenlilerin başka dillerde yazdıkları eserleri ve Kürd kökenlilerin başka dillerde Kürd konusunda yazdıkları eserleri birbirinden ayırırsak, bu soruyu ve sorunu basitleştirerek yanıtını bulmamız kolaylaşır. Her bir eserde / romanda kimlik tanımlaması için dil olgusu başattır fakat Kürdçe dışında yazılmış kimi eserler, sırılsıklam Kurdî içeriği ile “Kürd kimliği” kazanma iddiasında bulunabilir. Böylesi iddialı kitaplara Kürd kimliğinin kapılarını açık tutmak gerekir. 

Kuzey Kürdistan’da ve Türkiye’de Kürdlerin Türkçe yazdığı ve kısmen Kürdî emareler içeren eserlerin kimliği konusundaki tartışmalar öncelikle Yaşar Kemal eserleri üzerinden yürütülüyor. Ve bu konu genelde Yaşar Kemal üzerinden boğuntuya getiriliyor. Yaşar Kemal Kürd kökenli bir Türkiye yazarıdır. Türkçe yazdığı eserler Kürd eserleri değildir. Y.Kemal, Türkçe yaşayan ve Kürd gelenekselliği ve Türk “modernizmi” arasında bocalayan Kürdler için heyecan yaratan bir yazar olabilir ama Kürdçe ilk Kürd romanı “Kürd çobanı”nın yazarı Erebê Şemo kadar Kürdlere ve Kürd maneviyatına yakın değildir. Eserlerinde Kürdler ve Kürdlerin yaşamı konu edilmiştir ama bu eserler Kürd ruhundan yoksundur. Asimile edilmiş ve devşirilmiş bir ruh boy gösteriyor Y.Kemal eserlerinde. Kürd ruhu taşıyan ve Kürdistan sevdası ile yoğrulmuş eserler hangi dilde yazılmasına bağlı olmaksızın Kürd eserleri sayılabilir. Ruh da dil kadar önemlidir. 

Halkçı siyasi duruş da önemlidir; ideolojilerin gölgesinde kalmaktan, siyasi dayatma ve siparişle yazmaktan bahsetmiyorum. Halkçı siyasi duruş diyorum. Devletsiz Kürdlerin bulundukları özgün siyasi atmosferde Kürdçe dışında yazan Kürd kökenli yazarların halkçı siyasi duruşu eserlerinin muhtevasına yansıyarak onlara Kurdî kimlik kazandırabilir. 

Yaşar Kemal’den başlamışken Kürd kökenli, Azerice yazmış Süleyman Rehimov, Kırgız kökenli Rusça yazmış Cengiz Aytmatov örnekleri konumuz için aydınlatıcı olabilir. 

Süleyman Rehimov, Sovyet Azerbaycan’ın gelip geçmiş en ünlü romancısı olmuştur. Azerbaycan’ın ilk “Halk Yazarı” unvanına sahiptir, 1930’lu yıllarda Şuşa Kürd pedagoji okulun ilk müdürü olmuş, Azerbaycan Yazarlar Birliği’nin başkanlığını yapmıştır. Başta üçleme “Şamo” romanı olmakla hemen hemen tüm eserlerinin esas kahramanları Kürdlerdir. Ne var ki, bu büyük romancının Azerice yazılmış eserlerinde Sovyet ve Azerbaycan kokusu, Kürd kokusunu bastırıyor. Süleyman Rehimov Kürdlüğe Y.Kemal’den daha yakın durmasına rağmen eserleri, Kürd kimliği kazanabilmenin ne dil, ne ruh, ne de siyasi kıstaslarına uymamaktadır. 

Dünyaca ünlü Kırgız yazar Cengiz Aytmatov Rusça yazmıştır. Ancak eserleri Kırgız ruhunun ve maneviyatının ansiklopedisi niteliğinde olduğu için Cengiz Aytmatov tartışmasız olarak Kırgız yazarı ve eserleri de Kırgız kimliklidir. Rusça yazılması nedeniyle Cengiz Aytmatov’un eserleri aynı zamanda Rus Edebiyatı’nı da zenginleştirmiştir. Böylece ikili kimliğe sahip olup Rus dilli Kırgız Edebiyatı’nın örnekleri olarak tanımlanmaktadır. 

Bu tanımlamayı da göz önünde bulundurarak “Türk dilli Kürd edebiyatı”nın varlığından kolaylıkla bahsedebiliriz. 

Hülya Yetişen: Kitabınız “Gülnar ve Öcalan”da Kürdlerin yakın tarihini irdelerken alışılagelmiş düşünceleri, roman kahramanları üzerinden sorguluyorsunuz. Bu da kitabınıza felsefi bir bakışım sunuyor. Kürdlerin geçmişe dönük yaşadıklarını söylüyorsunuz. Sizce Kürdler neden halk olarak hep geçmişe dönük yaşıyorlar? 

Hejarê Şamil: Kendimden biliyorum; toplumsal aktivite içerisinde bulunduğum dönemlerde geçmişimi çok fazla anımsamam. Geleceğe, en azından bugüne dönük planlar yapar, uygulamalarda bulunurum. Tenha kaldığım, teklik hissettiğim andan itibaren geçmiş kendini dayatır. Birey psikolojisi ile toplum psikolojisi arasında sıkı bağlar vardır; Kürdler çok yalnızlaştırıldı, tenhalaştırıldı. 

Kürdler hep yalnızlık duygusu içinde bocalandılar. “Kürdlerin tek dostu dağlardır” aforizmi buradan geliyor. Yalnızlık psikolojisi insanları ve toplumları geçmişe, geldiği yere sürükler. 

Kürdlerin sağlam bir geçmişi var; hep geçmiş yaratmakla uğraştıklarındandır. Güçlerini daha çok ruhen hiç kopmadıkları gelecekten, geleceğe dönük hayallerinden değil, dünde kalmış kahramanlık öykülerinden, hatta atalarına çektirilmiş işkencelerin yarattığı nefret duygularından almaya çalışırlar. Kafalarımız geçmişle dolu. Hayalperestlerimizin hayalleri ise elli bin dereden su getirilerek köşeye kıstırılıyor. Biz devletsiz bir halkız, dünyamızın sayıca kalabalık yegane devletsiz halkıyız. Hayaller, gerçekte var olmayan şeylere dönük duygusal-düşünsel yeltenişin adıdır. Kürdistan’ı; birleşik, vahit Kürdistan devletini hayal etmekten doğal ve insani bir şey olamaz Kürdler için. Ve hayaller sürükleyicidir. “Kürdistan’ın bir hayal” olduğunu söyleyen bir çoğu hayallerimize dahi “gericilik” yaftası yapıştırma çabası içinde. Hayalleri çökmüş kimi siyasetçilerimiz ve onları kayıtsız şartsız izleyen aydınlarımız “ulusal devletler dönemi bitmiştir” safsatasına “Kurdî don” giyindirerek Kürdlerin hayallerine bile ket vurmaya çalışıyorlar. Bu, vahim bir durumdur. Kürdlerin kurtuluşu ve Kürdistan sorunun çözümü güçlü hayaller dünyasında yatmaktadır. Gelecekte yani. Bana göre, Kürdleri sözde devletsiz geleceğe hazırlamak, son birkaç yüzyıllık devletsiz geçmişimize saplanıp kalmanın, geçmişte yaşamanın / yaşatmanın şifresi ve tuzağıdır. 

Geleceğin belirsizliğinden üşendiğimiz, yarın karşısında çaresizlik his ettiğimiz anda Demirci Kawa’dan başlar, çağdaş Kawa’lara kadar geliriz. Bendeniz sapına kadar klasik bir Kürd olarak biraz daha da ileri gider, “Kürd kökenli” Devlerden, Meleklerden başlar; çare geçmişteyse bari baltayı kökünden vuralım o zaman! Geçmişten ders almak iyi bir şeydir, keşke dersimizi alabilseydik. Bizimkinin adı geçmişe takılıp kalmaktır. Çekoslovakyalı iki foto muhabirin, yanlış hatırlamıyor isem, “Kürdistan - Savaşlar, Kahramanlıklar ve Efsaneler ülkesi” adlı kitabını görmüştüm çocuk yaşlarımda. Foto kitabın özeti şuydu; Kürdler hep savaşır, kahramanlıklar yapar, yenilir, peşinden efsaneler oluşturur ve bu efsanelerin etkisiyle yeni savaşlara hazırlanırlar. 

Kendini aşmış ayrı ayrı bireylerden bahsetmiyorum; bir topluluk olarak Kürd halkının “geçmişe dönük yaşamasının” nedenini “Gülnar ve Öcalan”da Kürdlerin, tarihi beşikte görmüş, insanlığın en derin tarihinin tanığı olmuş yaşlı bir halk olması ve toplumsal hafıza nedeniyle doğallığa tapmaları ile izah etmeye çalışmış, şöyle yazmıştım: 

“Amerikalılar genç bir ulus. Bir Amerika insanının kafasında geleceğin kapladığı yerin, geçmişin kapladığı yerden daha fazla olduğu söylenir. Kürdlerde tersinedir. Kürdlerin kafası geçmişle dolu. Onlar geçmişe dönük yaşıyorlar. Doğallığa düşkün olmalılar…” 

Ne var ki, geçmişe dönük yaşıyor olmanın birden çok nedeni vardır. Yalnızlaştırılma, aşırı toplumsallıktan kaynaklanan tenhalık duygusu, yaşlılık, kökleri geçmişte olan doğallığa yatkınlık, bugünle yarının orta yerinde gocunma, bocalanma dışında, belirsiz gelecek karşısında duyulan korku da bir neden olabilir. Şair Bulat Okucava’nın bir sözü var: “Herkes bir şeylerin baş göstermesini ister ama her kez de bir şeylerin olabileceği korkusu içerisinde yaşar”. Tam da bizim için söylenmiştir. 

Hülya Yetişen: Geçmişte yaşıyor olmak ile, güncel sorunlar karşısında çözümsüz kalmak arasında nasıl bir bağlantı var? 

Hejarê Şamil: Aslında bugünün, yani yaşadığımız dönemin ömrü çok kısadır. Yaşadığımız anın gerisi geçmiş, bir an öncesi gelecektir. Güncel dediğimiz bugün, çok kısa bir zaman kesitidir. Bizler geçmişle gelecek arasında bayrak yarışçılarıyız. Yaşam; geçmişi geleceğe taşırmak, geleceği geçmişe mal etmektir; bugün bunun için vardır. 

Kürdlerin geçmişte yaşama “hastalığı” son dönemle sınırlı değil. 16. yy.da da geçmişte yaşıyorduk. Osmanlı bastı geçti, İran Kızılbaşları taradı geçti. O zaman da güncel konular karşısında çaresiz, çözümsüzdük. İçinde bulunduğumuz günün günlerce gerisinde yaşıyorduk. Geleceğe koşuyorduk, yelteniyorduk ama on yıllar geriden. Ve geçmişle gelecek arasındaki “bugün” barajını aşamıyorduk. Bedenimizin kafası düne, ayakları bugün barajına takılıyordu. Bu çatapat yürüyüşümüz halen sürüyor. 

Güncel sorunlar nedir? Birisi Ana dilde eğitim değil midir? Hemen geçmişten örnek verilir; sanki daha önceleri ana dilde eğitim görüyorduk! Ulusal birlikten kaçma, siyasi hareketler arasındaki çekemezlik bir sorundur halen. Küflü yanıt hazır; Kürdler ne zaman birlik oldu ki? Bunu Ehmedê Xanî yüzyıllar önce yazmıştı. Dostu olmayan Kürdlerin kendini tenhalığın yarattığı telâşla toplumlar arasında var olmamış ve olmayacak “kardeşliğe” inandırması bir sorundur. Salyalı, sümüklü yanıt hiç gecikmez. 12.yy. Malazgirt savaşında Kürdlerin toplumsal geleceğinin altına yerleştirilmiş saatli değil de asırlık dinamit gül demeti içinde hemen sunulur. 

Çözüm; geçmişin verilerini gelecek süzgecinden geçirerek geleceği yaratmak, yarına bugünden müdahale etmek, kafayı gelecekle doldurmak, çareleri gelecekte aramak demektir. Gelecekte yaşanılmak istenene dönük bugünden yapılan eylemin adıdır çözüm. Çözüm yarını hayal etmek, yarın olması gerekenleri bugüne dayatmaktır. Dün olmamış, bugün olmayan dualara ‘amin’ demektir. Kendi duamızı yaratmaktır! 

Maişete indirgersek; yıllarca kızını hangi akrabasına vereceği, oğluna hangi kardeşinin kızını alacağı düşüncesiyle gözlerine uyku gitmeyen siyasilere, aydınlara mahkûm oldu bu halk. Daha geniş ölçekten bakarsak yalnızca bu gerçek, sorunuza somut bir yanıt olabilir. 

Hülya Yetişen: “İnsanların bu ölümlü dünyasında yaşayanlar ölüyor ama yaşananlar ölmüyor. Yaşananların zamanı da ölmüyor” demiştiniz kitabınızda. Zaman faktörünün toplumların yaşamındaki etkisi nedir? 

Hejare Şamil: 4.-5. yy.da yaşamış tanrıbilimci Mutlu Avgustin bir defasında şöyle demişti: “Zaman nedir? Birileri bunu benden sormadıklarında zamanın ne olduğunu biliyorum. Ancak sorana açıklamak istersem tek yanıtım şu olabilir: Hayır, bilmiyorum”. 

Zamana öncesiz sonrasız evrenin bitmez tükenmez süresizliği yönünden bakarsak, işin içinden çıkamayız. Toplumların ve insanların var oluş süreci olarak bakacağız. Bizden (toplumu da kastediyorum) önceki ve sonraki zaman bize ait değildir. “Yaşananların zamanı” geçmişimizin ta kendisidir; daha çok yaşadıkça daha çok geçmiş yaratıyoruz. Zamanı es geçenler yani az yaşayanlar, yaşamaktan erinenler da geride anılar bırakırlar fakat her anımsanan şey, hatıra, geçmiş değildir. Toplumların geçmişi, toplumsal hafızaya perçinlenmiş, bugünkü eylemlere, davranışlara yansıyan, maneviyatı, düşünü etkileyen, yönlendiren şeydir. Gelecek perspektifine dayanarak bugünü kazananlar, yaşananların zamanını yani geçmişlerini de kazanmış olurlar. Geçmişini kazanmış toplumlar yaşanmamış zamana bugünden zemin atmış toplumlardır. 

Kürdlerin kanıyla, akliyle, şerefiyle yarattığı geçmiş kazanılmamış bir geçmiştir. Ve bu geçmiş her Kürd bireyinin maneviyatı, ruhu, düşünce yapısı üzerinde derin etkiler bırakmış olduğundan geçmiş kamburundan kurtulmakta zorlanıyorlar. Güncel sorunlar karşısında çözümsüz kalma biraz da buradan kaynaklanıyor. Bugün üzerinde geçmişimizin etkileri geleceğin etkilerinden daha fazladır. Fakat bu, siyasi literatürdeki anlamı ile “gerici” olmak, “gericilikle” alakalı değildir. Kürdler ruhlarıyla gelecekte yaşıyorlar, “kafaları geçmişle dolu” derken bugünle uğraşması gerekirken akillerinin bir parçasın geçmişe takılı kaldığını ifadelendirmeye çalışmıştım. 
Hülya Yetişen: İlericik ve gericilik kıstasları neye göre belirleniyor? Neye göre belirlenmeli? 

Hejare Şamil: Bildiğiniz gibi, literatürde ilericilik ve gericilik, siyasi, sosyal ve ekonomik açıdan toplumların içinde bulunduğu düzenin “Avrupalı” çağdaş siyasi, hukuki, sosyal, ekonomik norm ve koşullarına vurularak tamamlanıyor. Çağdaş algıda demokrasi olmayan devlet gerici, seçim filan yapanlar ilericidir. Geleneklerden; akrabalık evliliklerinden, aşiret yapısından, kan davası gibi aşırılıklardan vs. kopamayan topluluklar gerici, kocası Almanya’da, eşi Singapur’da yaşayan ailelerden oluşan, kadınların çalışmasının önünde hiçbir engel olmayan, çocukların on sekiz yaşından sonra büyüklerini dinlemeden serbestçe davrandıkları topluluklar ilericidir. Ekonomik olarak adam başına milli gelirin on milyon dolarların üzerinde olan devletlerin sakinleri ilerici, açlık sınırında yaşayan topluluklar gericidir. Hatta defileler yaptırılmayan, genel evler bulunmayan bölgeler dahi gerici sayılıyor vs. 

Dünyamız, üretim araçları, tüketim malzemeleri, teknoloji çok hızla gelişiyor ve değişiyor, bunlara sahip olma ve kullanım oranı yanlış olarak insanların gerici ve ilericiliğini belirlemede kıstaslar olarak ele alınır. Meseleye insan doğasının çok yavaş değiştiği, birçok yönleri ile hiç değişmediği anlamında bakarsak, beşer evladı genetik tutucudur, “gericidir” yani. Geçmişe umutla bakar, gelecek hakkında üzüntü duyar. Ahlaki açıdan on bin yıldan bu yana değişen fazla bir şey yok; on bin öncenin insanı gibi çağdaş insan da çıkar için veya görev namına öldürür, yaralar, işkence yapar, başkalarının hakkına tükürür, yalan söyler, aldatır, sever, nefret eder, tutkuları ile boğuşur, saygı gösterir, umursamaz vs. On bin yıldan beri insanın aklı, zekası bir hayli gelişmiş, ekonomik refahtan dolayı sosyal yaşam alanları çeşitlenmiş ama ciddi manevi ve ahlaki gelişimden söz edemeyiz. Ahlak daha çok insanlar arasındaki davranışlarda kendini açığa verir; bu açıdan insanların on bin yılda ahlaki açıdan başarabildiği; davranışlarını biraz cilalamak, süslemek, zahiren uygar bir görüntü vermek olmuştur. 

Kısacası manevi, ahlaki açıdan insanların tamamına yakını doğasal olarak gericidir. Rus ekonomisini bataktan çıkarmış, birkaç dil bilen, karate ustası, bilgisayar programlarından anlayan Rus başbakanı Putin bu anlamda gericidir. Amerikalı Bush katıksız bir gericiydi. Atatürk’ünden bugünkü Türk başbakana kadar Türk yönetici zümresinin tamamı birer gericilik abideleridir. Türk “basın emekçileri!” Tam da püf noktayı yakaladık; İnsanoğlunun on bin yıllık yalan söyleme, kandırma, dolandırma, hakka tükürme, tükürdüğünü yalama… özellikleri, gericiliği bu türde tezahür etmiştir. 

Kürdler ve Sosyalister. Benim de içinde olduğum bu kesim farklı bir gericilik vakası. Bunu sürekli yazdığımız için şimdi girmeyeceğim. 

Siyasi literatürdeki “ilericilik”, “gericilik” kavramlarını ise fazla önemsemediğimi söylemeliyim. Ama bu kavramların ihtiva ettiği anlamda iki şeyi birbirinden ayırmak gerekir. Gericilik ve geride bırakılma farklı şeylerdir. Ezilen Kürd halkı geride bırakılmıştır ama ezen Türk devşirme türü, İnsan türünün on bin yıl öncekinden daha geri dürtüleri ile hareket etmektedir. 

Kesen, asan, tutuklayan, hiç sayan Türk gericiliği geçmişin vahşet kavramı ile izah edilebilir yalnız. Öldürülen, kesilen, işkenceye tabi tutulan, dili yasaklanan, dünyadan koparılan Kürd gericiliğinin kökeni yarattığı uygarlığa takılıp kalmasındadır. 

Hülya Yetişen: Kitabınızda irdelediğiniz Özgürlük, kölelik ve kutsallık kavramları siyaset yapan Kürtlerin politik uygulamalarında nasıl bir karşılık buluyor? Bu kavramlar arasındaki bağlantı ve ilişki biçimlerinin edebiyata, sanata ve günlük yaşama yansıması nasıl oluyor? 

Hejare Şamil: Üzgünüm, bu sorunuzu “Gülnar ve Öcalan”dakinden ve de Gülnar’dan daha iyi izah edebileceğimi sanmıyorum. Burada beni tek yakaladınız. Kitapta ise kahramanlarım yardımcım oluyorlardı. Yazmayı ciddi ciddi düşündüğüm ikinci kitapta kahramanlarım bu konuları daha iyi açıklarlar. İpucu vereyim sadece; Ben özgürlüğün tanımlanmasına karşıyım. Şimdiye kadar okuduğum, duyduğum özgürlük tanımlarından onun ne menem bir şey olduğunu anlamış değilim. Kölelik bir fiili durum olmaktan çok, yaşam biçimidir. Kölelik hazzı, kutsallığın belirsizliğinden alınırmış… Kutsallık bir ilahi değerse eğer tüm değerler lime lime edilerek sorgulanacaktır. İnanılanların inananlardan hiç de değerli olmadığı tartışmasına yeni bir renk katacağız. 

Hülya Yetişen: ‘Şehitlik’ ve ‘kahramanlık’ kavramlarına Türkler gibi Kürtlerin de sarılıp, sahip çıktığını görüyoruz. Dildeki bu aynılaşma konusunda siz ne diyeceksiniz? Din faktörünün bunda bir etkisi var mı? 

Hejare Şamil: Arapçadan gelen “şehit”, Müslümanlıktan öncesi de olabilir ama Müslümanlığın olgunlaştırdığı bir terimdir. Arapçadan çevirisi Din veya yüksek bir ülkü uğrunda ölen kimse; savaşta ölen demektir. Yangında yanarak, suda boğularak veya herhangi bir ilmi araştırmada veya hastalık sırsında hayatını kaybeden Müslüman kimseye ise “Şehîd-i hükmî” derler. 

Şehit kelimesi ve kavramı tüm Müslüman toplumların literatürüne girmiş. Fakat “Şehîd”le, “Şehîd –î hükmî” birbirine karıştırılmıştır. Kendi eceli ile ölmeyen her ölü Müslüman, yakınları mevki sahibiyse “şehitleştirilmiş”, şehit ilan edilmiştir. Böylece “şehitlik” kavramı sahteleştirilmiştir. Bu geleneğin bin yıllık tarihi var. 

Müslümanlık tarihi boyunca savaşta ölen kimselerin - şehitlerin kutsallaştırılması, dolayısıyla savaşların kutsallaştırılması anlamına da gelir. Müslüman algısına göre Müslümanların yürüttüğü tüm savaşlar ve savaşlarda ölenler kutsaldır. İslam, savaşçı bir dindir veya savaşla kendini var etmiş, yaygınlaştırmış bir dindir. Kimse Müslümanlar kadar “din uğrunda” savaşmamıştır. Dolayısıyla Müslüman yöneticiler, inananlar arasında bir savaş kültürü, şehitlik kültürü oluşturmuştur. Halen bu kültürden nasibimizi almaktayız. 

Güncele gelirsek; Belli bir görev, amaç uğurunda ölen, öldürülen; amaç ve görev süresinde kahramanlık yaparak, gözünü kıpmaksızın canını feda ederek ölenler; attan, eşekten düşerek, kaza kurşununa çarparak, kayadan, binanın üçüncü katından yuvarlanarak ölenler, hatta hırsızlık yaparken ev sahibinin kafasında indirdiği balyoz darbesiyle ölenler de şehit sayılır. Önemli olan bir amaç için veya görev süresinde ölünmüş olması. Şehitlik, bu kadar saçmalaştırıldı. Genelde ölenlerin şehitler ve diğer ölüler kategorisine ayrılması bana çok saçma geliyor. Gerçi ağız alışkanlığı ile belki ben de “şehitlerin yüceliğinden” bahsetmişim. Bundan böyle kendi değerlerimi dahi sorgulamak zorundayım. Ne üdüğü belirsiz, belki yüz kişiye işkence yapmış bir Türk polis memuru veya “şanlı” Türk generali masası başında kalp krizinden giderek “şehit” oluyor. Ama yapığı işkencelerin verdiği ruh ağrısıyla istifasını basıp ordudan, polisten ayrılan ve vicdani baskılara dayanamayıp kafasına kurşun sıkan bir asker “ölmüş bir kişi” oluyor sadece. Böyle saçmalık olur mu? Türklerden örnek verdim, bunu Kürdlere ve diğerlerine de kolaylıkla şamil edebilirsiniz. 

Bildiğim kadarıyla Müslüman olmayan toplumlarda “şehit” kavramı yoktur. Ruslar mesela, savaşta ölenlere “pavşie” derler. “pavşie”, “padat” yani “düşmek, çökmek, zayıflamak” sözünden gelir. Bir kutsallık emaresi yok. Savaşın kutsanmadığındandır. 

Demokratı, monarşisti, diktatörü, bütün Müslüman yönetimler dini esir almış ve dine esir düşmüşlerdir, dinimizin ve de şehitliğin cıvığını çıkarmışlardır. 

Hülya Yetişen: ‘Gülnar ve Öcalan’ belgesel romanı, yakın Kürt tarihinde Öcalan’ın dramını anlatıyor. Bu dramı bir buçuk asır önce Eruh Kalesi’ne sığınan Bedirhan Paşa’da, idama giden Şeyh Sait’de, Sovyetlere mektup yazıp, soykırıma karşı destek isteyen Seyit Rıza’da da görmek mümkün. Kürt önderliklerinde görülen bu drama tekrarı niye? 

Hejarê Şamil: Bunun siyaset, savaş, mantık vs. bilimlerle izah edilecek bir yanının ve yanıtının olmadığına inanıyorum. 

Fakir insanla çok zengin olan insan arasındaki birçok psikolojik farklılık vardır. Birisi şudur; genelde fakir insan zengin insan kadar ölümden korkmaz. Yaşamı boyunca tüketemeyeceği kadar serveti olan, hep saygı gören, sözü dinlenen, söyledikleri yasalaşan insanlar bir süreden sonra farklı ve seçkin olduklarının “bilincine” varırlar. Bu “bilinç” en başta ölüm korkusunu beraberinde getirir. Anlatamadım galiba. Devam edeyim; Kürdler yüzyıllardır savaşıyorlar fakat savaş meydanında ölen tek bir liderleri yok. Esir düşür, zindanlarda çürür, asılır, mülteci olur, ya da ecelleri ile ölürler. 

Hülya Yetişen: Esir düşmemesi için Öcalan’ın kendisi ne yapmalıydı? Örgüt ne tür tedbirler geliştirebilirdi? Genel olarak Kürtlere düşen görev neydi? 

Hejare Şamil: Sondan başlayalım; Öcalan’ın hicret sürecinde Kürdler üzerlerine düşen tüm görevleri fazlasıyla yaptılar, kendilerini Avrupa’nın, Türkiye’nin, dünyanın duvarlarına çarptılar. Müslüman dünyasının en ali şahsiyeti, Allahın resulü Hz.Muhammed için dahi 66 kişi kendini yakmamıştır, Öcalan için yakıldı. 66 candan bahsediyorum, en yüce değer olan İnsan yaşamından! O süreçte fedai eylemi için PKK yönetimine altı bine yakın Kürd genci dilekçe vermişti! Çoğu samimiydi. Örgütün yapabileceği hiçbir şey yoktu. İki nedenle. Birincisi; her sözü yasa olan Öcalan, Şam’dan ayrılırken örgüte kendisini koruma görevi vermemişti. İkincisi; örgütün en üst yönetimi içerisinde “Öcalan tahakkümünden” kurtulmak isteyen bir ekip vardı. Halen yönetimdeler. 

Suriye’den ayrıldıktan sonra esir düşmemesi için Öcalan, aklinin, tecrübesinin el verdiği her şeyi yaptı, başaramadı. Başaramazdı da. Gerçekten karşısında devletler sistemi vardı. 

Hülya Yetişen: Öcalan’ın FSB’lilerin (Rus istihbaratı) kurduğu ilişkiler üzerinden Kürdistan dağlarına geçeceğini, hatta Öcalan’ın «Kongre’ye katılırız, bu müthiş bir olay olur» dediğini söylüyorsunuz. Bu detay ilk defa basına yansıyor. Öcalan gerçekten ülkeye gitmek istedi mi? 

Hejarê Şamil: Sayın Öcalan’ın Moskova’dayken Kürdistan’a gitmek, gitmemek konusunda ne kadar kesin bir kararlılığa sahip olduğunu bilemiyorum; niyet okumak zor bir şey. Abdullah Öcalan’la Mitrafanov’un bağ evindeki sohbetimizde “Kürdistan dağlarına gitmek zorunda kalabiliriz” ifadesini kullanmıştı. Sonradan Mahir Welat’ın PKK soruşturma komisyonuna yazdığı rapordaki Öcalan’a atfedilen şu cümleleri okumuştum: “Hele kongreye, Kürdistan dağlarında süren PKK 6. Kongresine katılmamız, muazzam bir şey olur’. Anlaşılan, son çare olarak Kürdistan dağlarına gitmeyi hedeflemişti. Devletler Öcalan’ın Kürdistan’a gitmesini istemedi ve PKK’liler bu konuda yardımcı olamadılar. Bana sorarsanız, Abdullah Öcalan Suriye’den direk Kürdistan dağlarına, gerillaların arasına gitmeliydi. Öyle olsaydı, büyük muhtemelle şimdi TC başbakanı Erdoğan’dan “Ana dilde eğitim olmaz” gibisinden faşizan sözleri değil, “Antep, Kürdistan eyaletinin dışında kalacak!” nidalarını işitmiş olacaktık. 

Hülya Yetişen: Kitabınızı 2004 Yılı’nda Kandil’de iki aylık bir sürede yazıp bitiriyorsunuz. Kitap bittikten sonra da PKK’den ayrılıyorsunuz? Öcalan’ın yakalanmasından 5 yıl sonra sizi PKK’den kopmaya iten nedenler neydi? Ayrılmak sizde bir hüzün yarattı mı? 

Hejarê Şamil: 15 yıllık birikimi; acı, sevgi ve üzüntünün yazımını on güne dahi sığdırabilirsiniz. 

Herhangi bir örgüte üye olurken özgeçmiş raporu yazar, çok ayrıntılı soruları tek tek yanıtlarsınız. PKK’ye üye olurken bunları ben de yazmıştım. Ayrılırken fazla soru sorulmaz, ithamları dinlemek zorunda kalırsınız. Biraz da sorulmayan sorulara yanıt olarak yazıldı “Gülnar ve Öcalan”. Bir de veda mektubu / raporu olarak tabii ki. 2000 yılında PKK’den ayrılacağımı kesinlikle biliyordum, sadece ne zaman ayrılacağımı bilmiyordum. Katılışımda da aynı şeyi yaşadım; 1992’de bir gün PKK saflarında olacağımı kestirmiştim. Son kararımı iki yıl sonra verdim. Neden 4-5 yıl sonra koptum? 1999-2000 yıllarında PKK gemisinin batacağı lanse ediliyordu. O geminin batmasını istemiyordum. Çalışmalarıma olan gücümle devam ettim, PKK’deki en verimli sürecim ayrılma düşüncesi taşıdığım 2000-2004 yılları oldu. 2004’de PKK’nin artık batmayacağını, kendi yolunu bulup doğru bildiği yönde ilerleyeceğine kanaat getirdiğim zaman ben de kendi yolumla gitmeye karar verdim. Uygarca ayrıldık. 

Hülya Yetişen: Son bir soru: Türkiye’de Kürdistan sorununun çözümü veya çözümsüzlüğü sizce hangi aşamada? 

Hejarê Şamil: İyi dediniz; Kürdistan sorunu! “Kürd sorunu” Türklerin, Arapların, Farsların ve gayrilerinin sorunudur. Kürdlerin “Kürd sorunu” değil, “Kürdistan sorunu” vardır. Kendi ülkelerine sahip olma, ülkelerini yönetme sorunu yani. 

Hâlâ aydınlarımız arasında “Güneydoğu sorunu” diyenler de var. Ayıp, yazık. Yer yuvarlağında “Güneydoğu” diye bir bölge yoktur ki, öyle bir sorun da olsun. Kimi siyasilerimizin Türk TV’lerinde ülkemize “Güneydoğu”, Roj TV’ye çıkınca Kürdistan demeleri ağrıma gidiyor. Kim kimi idare ediyor, anlaşılmıyor. Arkasında yasa kural tanımaz gençler, çocuklar ve özgürlüğe susamış bir halk olanların daha cesur davranmaları gerekir. 

Bazı aksaklıklar olsa da Kuzey Kürdistanlılar “Güneydoğu sorunu” aşamasından “Kürd sorunu”na geçtiler. Şimdi “Kürdistan sorunu”na geçit aşamasındayız. AKP’nin düzenbazlığı bu geçit aşamasını biraz uzatacak gibi görünüyor. 

Hülya Yetişen: En son soru olsun; Geçiminizi neyle, nasıl sağlıyorsunuz?

Hejarê Şamil: Bir işim, maaşım, iş yerim yok. Kalemim, bilgisayarım, kitaplığım ve küçük bir bahçem var… Para kazanmaya zamanım yok. 

19 Ekim 2010

Yorumlarınız moderatörlerin onayından geçtikten sonra yayınlanacaktır.

Filtered HTML

  • Web sayfası ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantıya çevrilir.
  • İzin verilen HTML etiketleri: <a> <em> <strong> <cite> <blockquote> <code> <ul> <ol> <li> <dl> <dt> <dd> <img> <br> <p>
  • Satırlar ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantıya çevrilir.
  • Satırlar ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
CAPTCHA
This question is for testing whether you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.
Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.

RNN News