Çağdaş İslam Düşüncesinin Serencamı (IV)
   
Yazar :Mustafa ÖZTÜRK
Tarih :24/4/2012
Okunma Sayısı :14315

 IV

Çağdaş İslam düşüncesindeki ıslahçı hareketlerin önemli bir ilgi alanı da siyasettir. Bu ilginin yaygınlık kazanmasında Cemâleddîn Efgânî’nin (ö. 1897) İslam birliğini tesis yönündeki fikrî ve siyasi mesaisi çok önemli bir yere sahiptir. Çünkü Efgânî farklı ideolojilere sahip birçok aydını doğrudan ve dolaylı olarak etkilemiştir. Mesela Osmanlı Türkiye’sinde bazı Yeni Osmanlılar, Jön Türkler, Yusuf Akçura (ö. 1935), Ahmet Ağaoğlu (ö. 1939), Mehmed Emin Yurdakul (ö. 1944) gibi Türkçüler, Mehmed Âkif (ö. 1936), Ahmet Hamdi Akseki (ö. 1951), Said Nursî (ö. 1960) gibi İslâmcılar onun görüşlerinden şu veya bu şekilde istifade etmişlerdir. Efgânî Mısır’da da birçok münevverin zihin dünyasında derin izler bırakmıştır. Gerçi onun en gözde öğrencisi Muhammed Abduh ıslah projesini siyasetten çok eğitim ve kültür yönünde geliştirmiş, Abduh’un en meşhur öğrencisi Reşid Rıza ise giderek kökenci/köktenci bir eğilimi benimsemiş, buna mukabil Kâsım Emîn (ö. 1908), Lütfi es-Seyyid (ö. 1963) ve Ali Abdürrâzık (ö. 1967) gibi isimler oldukça laik ve liberal bir çizgiyi takip etmişlerse de Efgânî’nin bütün bu isimler üzerinde etkili olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Suriye ve Lübnan’da Abdurrahman el-Kevâkibî (ö. 1902), Hüseyin el-Cisr (ö. 1909), Cemâleddîn el-Kâsımî (ö. 1914) ve Emîr Şekîb Arslan (ö. 1946) gibi isimler de Efgânî’nin etkilediği meşhur âlimler ve aydınlar arasında sayılabilir.

Bir taraftan Osmanlı Devleti’nin askerî ve siyasi alanda her geçen gün daha fazla kan kaybettiği, diğer taraftan İslam coğrafyasının farklı bölgelerinde emperyalist işgallerin yaşandığı bir dönemde müslüman ilim ve fikir erbabının en azından ümmetin birlik ve dirliği (İttihâd-ı İslam) noktasında siyasete ilgi duymaması düşünülemezdi. Ne var ki siyasete ilgi, rüzgârın yenilik ve değişimden yana estiği bu dönemde oryantalistik söylemin de etkisiyle ittihâd-ı İslam idealinden farklı istikamet ve hedeflere yöneldi. Bunlar ya doğrudan hilafet, saltanat, meşrutiyet, cumhuriyet gibi genel ya da şura, meşveret, hürriyet ve müsavat gibi daha özel meselelerle ilgiliydi.

Bilindiği gibi XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti siyasi alanda birtakım ciddi düzenlemeler yapmaya icbar edildi. Bu cümleden olarak, 1836’da Tanzimat, 1856’da Islahat fermanı ilan edildi. Keza 1876’da birinci, 1908’de ikinci meşrutiyetin ilanıyla anayasal saltanat rejimine geçildi. Bu arada İran’da da meşrutî idare tesis edildi. Batılı devletlerin diplomatik tazyiki ile devlet-i aliyyeyi usûl-i cedîde-i Avrupaya tevfîkan tanzim hedefi güden Garpçı bürokrasinin teşvikine ilaveten reform taraftarı âlimler ve aydınlar da bütün bu safahatta rol aldı. Son dönem İslam dünyasında siyasi reform talebinde bulunan ilim ve fikir erbabının önemli bir kısmı genelde hilafet ve saltanat, özelde de Osmanlı hilafetinin mahiyet, meşruiyet ve misyonunu tartışmaya açtı. Bu tartışmaların yaygınlık kazanmasında Batı’nın, bilhassa İngiliz yönetiminin emperyal hedeflere giden yoldaki engelleri bertaraf etme siyasetine dayalı girişimleri çok önemli bir rol oynadı.

Selefî ıslahçılığın kült şahsiyeti Reşid Rıza müslümanların birlik ve dirliği için hilafet kurumuna büyük önem atfetmekle birlikte, bu konuda yeni bir düzenleme yapılması, Osmanlı’daki halifenin otoritesinin sınırlandırılması, bunun yerine daha kolektif bir hilafet modelinin tatbik mevkiine konulması gerektiğini ileri sürdü ve bu çerçevede Arap, Türk ve Kürt unsurların bir arada yaşadıkları Musul gibi bir bölgede bütün ülkelerce tanınacak bir hilafet modeli önerdi. Buna mukabil, Abdurrahmân el-Kevâkibî (ö. 1902) adem-i merkeziyetçi yönetim anlayışının hakim kılınması yönündeki taleplerinin yanı sıra hilafetin Kureyş kabilesine mensup bir Arap’a verilmesi ve hilafet merkezinin Mekke olması teklifinde bulundu. Ezher ulemasından laik ve liberal çizginin temsilcisi Ali Abdürrâzık (ö. 1967) ise Türkiye’de hilafetin kaldırıldığı 3 Mart 1924’ten bir yıl kadar sonra yayımladığı el-İslâm ve Usûlü’l-Hükm (İslam’da İktidarın Temelleri) adlı eserinde hilafetin hiçbir dinî temelinin bulunmadığı iddiasını savundu. Buna benzer görüşler Türkiye’deki bazı ilim ve fikir adamlarınca da savunuldu. Mesela, Cumhuriyet döneminin ilk adliye vekili olan Seyyid Bey (ö. 1925), Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde hilafetin kaldırılması teklifinin görüşüldüğü oturumun sonunda yaptığı uzun konuşmada, hilafetin dinî değil dünyevî ve siyasi, dolayısıyla fer’î bir mesele olduğunu ifadeyle hâlihazırdaki hilafetin gerçek anlamda bir hilafet olmadığını ileri sürdü.

Diğer taraftan Hint alt kıtasında Seyyid Ahmed Han ve Şiblî Nu’mânî gibi meşhur isimler de hilafet konusunda alternatif görüşler ortaya attı. Ancak sonuçta hilafet ve saltanatın 1924’te ilga edilmesi Muhammed İkbal dâhil birçok müslüman aydın tarafından cesur bir içtihat olarak alkışlandı. Bu alkış İslam dünyasındaki inkıraz ve izmihlalin önemli bir sebebinin, Osmanlı’daki hilafet ve saltanata atıfla otoriter/totaliter rejimler olduğu yönündeki yaygın kanaatle çok yakından irtibatlıydı. Bundan dolayıdır ki birçok ilim ve fikir adamı meşveret, hürriyet ve müsavat gibi meselelere özel bir önem atfetti. İlmiye sınıfına mensup bazı zevat ise bu meseleleri naslarla ilişkilendirme cihetine gitti. Mesela Elmalılı Hamdi Yazır (ö. 1942) özgürlük ve eşitlik konusunu usûl-i fıkıh çerçevesinde şöyle değerlendirdi:

Malumdur ki şeriat-ı İslâmiyye’de iki nevi hüküm vardır: Birisi ahkâm-ı mansûsa, diğeri ahkâm-ı müctehedün fîhâdır. Ahkâm-ı mansûsa insanların fîmâ ba’d tegayyür nâ-pezîr olan ahvâli hakkındadır ki “hüvellezî ce’aleküm halâife fi’l-arz” (Fâtır 35/39), “İnne ekrameküm indallâhi etkâküm” (Hucurât 49/13) nusûs-i celîlesinin tayin ettiği hürriyet ve müsavât bu kabildendir (…) İkinci kısma gelince, nesh-i şerâîdeki hikmet icabınca zaman, mekân, ahvâl ve eşhâsın tefâvütüyle mütefâvit ve bunların tegayyürüyle mütegayyir bulunan ahkâm-ı muallele ve ictihâdiyye örf ve âdet ve hâcâtın ehemmiyeti itibariyle “ezmânın tegayyürü ile ahkâmın tegayyürü inkâr olunamaz” kaide-i külliyesinin medâr-ı tedvîni olan sırr-ı şer’î üzre (…)  bir felsefe-i cedîde-i hakîkiyyeye rabtolunmuştur.

Son dönem Osmanlı’da II. Abdülhamid’in müstebit bir padişah, buna mukabil İttihad ve Terakki’nin mübarek bir cemiyet olduğunu düşünen bazı ilim adamları bu düşüncelerini Kur’an’a söyletme yoluna bile gitti. Mesela, Manastırlı İsmail Hakkı (ö. 1912) Sırât-ı Müstâkîm dergisinde yayımlanan bir makalesinde İttihad ve Terakki’yi desteklemeyi, Âl-i İmrân 3/103 ve Enfal 8/46 gibi birlik ve beraberliği emreden ayetlere, bu cemiyete muhalif zihniyeti desteklemeyi de Âl-i İmrân 3/105 ve Mü’minûn 23/53 gibi tefrikadan sakınmayı emreden ayetlere dayandırdı. Yine Manastırlı, 31 Mart hadisesini müteakiben II. Abdülhamid’in hal’ edilmesiyle ilgili yazısında, “Bakın, Allah size şöyle bir misal veriyor: Vakti zamanında bir beldede/karyede güven içinde yaşayan bir halk vardı. Bu halk alabildiğine bolluk ve refah içindeydi. Fakat onlar Allah’ın nimetlerine nankörlükle karşılık verdiler. Allah da yaptıklarından dolayı onlara şiddetli bir kıtlık-kıran ve açlık belasını tattırdı.” mealindeki Nahl 16/112. ayeti istibdat idaresinin(!) merkezi olan Yıldız Sarayı’na hamletmiş, erkân-ı istibdadın iktidarı kaybetmesiyle bu ayet arasında kurduğu ilişkiyi de şöyle ifade etmiştir:

Karye-i mebhûs-i anhâyı tayinde birkaç rivayet vardır. Fakat bi-aynihâ bilinmesine lüzum yoktur. Cây-i itibar-ı ikaz olabilmesi için ahvâl-i avârızını bilmek kâfidir. Kur’an-ı Kerim’den maksat da budur. Müfessirîn-i izâmın beyan ettikleri vechile vaktiyle Mekke-i Mükerreme ahalisi, sanâdîd-i Kureyş bu mesel-i madrûba mevrid olmuşlardı. Bugün de Yıldız karyesi [Yıldız Sarayı], ruesâ-yı istibdad tamamen bu ayet-i celîleye makes, hâvî olduğu ahvâl-i habîse ve elîmeye meclâ-yi ibretnümâ olduğu vâreste-i inbâdır.

Meşrutiyet idaresinin ve İttihatçı zihniyetin yanında yer alan, dolayısıyla istibdat diye nitelendirilen II. Abdülhamid yönetimine muhalif bir tavır takınan Sırât-ı Müstakîm çevresine ait makalelerde ayetlerin güncel olaylara tatbikinde başka yöntemler de kullanıldı. Bu cümleden olarak, kimi zaman ayetlerin mealinde tasarrufta bulunma yoluna gidildi ve böylece bazı ayetlere Osmanlı’nın son döneminde yaşanan siyasi olaylarla birebir örtüşür tarzda mana ve mesajlar yüklendi. Ayetleri güncel olaylara uyarlama hususunda en velûd yazarlardan biri olan Mehmed Fahreddîn (Mehmed Âkif?), “Hepiniz Allah’ın size uzattığı kurtuluş ipine [Kur’an’a] sımsıkı tutunun. Sakın ayrılığa düşmeyin. Hele Allah’ın size nasip ettiği birlik ve beraberlik nimetini bir düşünün. Hani siz vaktiyle birbirinizle kanlı bıçaklı idiniz, ama Allah kalplerinizi birbirinize ısındırdı ve O’nun lütfettiği iman nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Yine siz vaktiyle bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz; Allah sizi oraya düşmekten de kurtardı; [yani sizler geçmişteki düşmanlıklarınız sebebiyle birbirinizi yok etmenin eşiğine gelmiştiniz; ama Allah sizi birbirinizi mahvetmekten kurtardı]. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklıyor ki doğru yoldan şaşmayasınız.” mealindeki Âl-i İmrân 3/103. ayeti şöyle meallendirdi:

Ey Müslümanlar, hablullâhi’l-metîn olan Kur’anıma hepiniz birden dört el ile sımsıkı sarılınız. O düstûr-i ezelîden, o hüden li’l-müttakînden ayrılıp da dûçâr-ı tefrika olmayınız. Yâd ediniz, gözünüzün önüne getiriniz o kara günleri, o eyyâm-i felâketi ki siz birbirinize düşman idiniz. Siz yekdiğeriniz aleyhinde hafiyelik eder, jurnaller verir, hânumânlar yıkar, aileler, ocaklar söndürürdünüz. Siz dün yetimler, alîl pederler, kötürüm analar ağlatırdınız. Siz zindanlarda, menfâlarda zincirler sürükler, enînler, feryadlar ederdiniz. Siz camilerinizde adl ü ihsanı, emanetin ehline tevdiini, her işinizde meşvereti emreden, zulme, istibdâda lanet-hân olan âyât-ı celîle-i Kur’âniyye’yi cehren tilavetten men olunur, daha namazdan selam vermeden hafiyelerin, kandilleri cebren söndürmek için kayyûmları darb u tahkir ettiklerini görür, hüngür hüngür ağlayarak çıkar giderdiniz. Siz vatanınızın, namus ve istiklâlinizin, kişver-i hilafetin can çekişmekte olduğunu eli kolu bağlı esirler gibi seyreder ve imdadına koşamazdınız. İnkırazınıza, mahvınıza ramak kalmıştı. Allah sizin kalplerinizi telif etti. Sizi Kur’an-ı Kerim’in etrafında topladı. Sizi barıştırdı, öpüştürdü. Gözyaşları dökerek (ya ölüm ya hürriyet) diye Kur’anımı öptünüz. Üzerine el basarak yeminler, kasemler, ahdler, misaklar ettiniz. Ve o sayede hür olarak on Temmuz sabahu’l-hayr-i inkılâbına [10/23 Temmuz 1324/1908 inkılâbı] dâhil oldunuz. Allah’ın size lütfen ve merhameten ifâza ve ibzal buyurduğu şu bînazîr nimet-i uzmânın kadrini biliniz. Daima müttehid, daima yekvücûd olduğunuz hâlde livâü’l-hamd-i hilafet altında hürriyetinizle, şevket ü saltanatınızla yaşayınız, yaşamaya çalışınız.

Sonuç olarak denebilir ki ıslahçı ulemanın siyasetteki genel tavrı muhalefet cephesinde yer almak, hilafet ve saltanata karşı meşrutiyeti savunmak ve padişaha karşı önce Yeni Osmanlılar, ardından Jön Türkler ve İttihad ve Terakki mensuplarıyla yoldaş olmak şeklinde tezahür etti. Ne var ki Şeyhülislam Mustafa Sabri ulemanın siyasetle iştigal ve ihtilatını şöyle değerlendirdi: “İlmiyenin idbârına (…) mühim ve derin bir sebep daha vardır ki o da mesleğin bir vakitten beri siyasat ile ihtilâtıdır. Fakat bu ihtilat sarıklılara fikr-i irtica isnat eden gec-binânın zannettikleri gibi olmayıp tamamen ma’küstür.”

Haber Yorum Yaz Yazılan Yorumları Oku

YAZARIN ÖNCEKİ YAZILARI

Son Yılların Türkiye Müslümanlığı ve Muhafazakârlaşma Olgusu Üzerine
İnsan-Tanrı İlişkisinde Sivilliğin İmkânı
Çağdaş İslam Düşüncesinin Serencamı (I)
Çağdaş İslam Düşüncesinin Serencamı (II)
Çağdaş İslam Düşüncesinin Serencamı (III)
Vicdan, Vicdanlılık ve Vicdansızlık Üzerine
Türkiye’de Dindarlık Tipolojileri
Çağdaş İslam Düşüncesinin Serencamı (IV)
Çağdaş İslam Düşüncesinin Serencamı (V)
Çağdaş İslam Düşüncesinin Serencamı (VI)
Çağdaş İslam Düşüncesinin Serencamı(VII)
KUR’AN’DAKİ CENNET TASVİRLERİNİN YEREL ve TARİHSEL BAĞLAMI
Kur’an’da Cehennem ve Azap Tasvirlerinin Yerel ve Tarihsel Bağlamı
Çağdaş İslam Düşüncesinin Serencamı(VIII)
Çağdaş İslam Düşüncesinin Serencamı (IX)
Çağdaş İslam Düşüncesinin Serencamı (X)
Kur’an Bağlamında “Cahiliye” Kavramını Yeniden Düşünmek
İnsan Doğuştan Onurlu ve Şerefli Bir Varlık mıdır?
Taksim Gezi Parkı Olaylarının Aktörleri: Baronlar, Taşeronlar, Zevzekler ve Erketeciler
Doğuştan Müfessirlik ve Merdiven Altı Tefsircilik
Sisi darbesi ve el-Ezher’in sicil karnesi
YENİ İLAHİYAT ya da “İKİNCİ 28 ŞUBAT”
Cemaat Cemaat midir Yoksa Başka Birşey midir?
Paralel Devlet ve “Cemaat”in Kodları
Cemaat, Haşhaş, Din ve Afyon
Ekranda Te’vilin Belini Kırmak ve Sil Baştan Yepyeni Bir Kur’an Yazmak
Gülen Cemaati ve Melez Teoloji: Mehdîlik, Takiyye, Müdârâcılık
Cemaat İlmihâli
Cemaati Tenkit Yazılarıma Yönelik Tenkitlerin Tenkidi
Gülen’in Dünyevi Ajandası Kabarık
Ahlakî Tefessüh: Cemaat ve Tecessüs
AK Parti’ye Gönül Vermiş Giresunlulardan İstek ve İstirhamım!
Kur an, Tarihsellik ve Tarihselci Perspektif
İlahiyat Akademyasının Halleri
Seksenler Giresun III: Gazi Caddesi ve Cadde Ehli
Giresun Şivesine ve Lügatçesine Özgü Birkaç Kelimenin Anlam ve Kullanımına Dair
Beddua Seansları Bitti, Kerbela Mersiyesi Verelim: “Medet Ya Mazlum Hüseyin!”
VAİZ ŞENOCAK VAKASI
Din Referanslı Radikalleşmenin Kaynakları ve Motivasyonları
Benim Mezgitlerim
HERKESİ KÖR ÂLEMİ SERSEM SANMAK (DÜNYANIN MERKEZİNİ GİRESUN’DAN İBARET SANANLARA İTHAF)
Gülen ve Cemaati Namına Kur’an İstismarı
Hayatın Perifesirinde Durmak ve Kenarda Yaşamaya Çalışmak
Ramazan’a Mukaddime: Türkiye’de Dinî Hayatın Manzara-i Umûmiyesi
Paralel Akademisyenlik ve 17 Aralık Menşeli Tedbir/Takiyye Stratejisi
İSLAMCILIK ÖLDÜ MÜ KALDI MI?
Mümtazer Türköne’ye İki Kısa Reddiye
GÜNAY HOCAM(IZI)N ARDINDAN
“Uluslararasıİslam Üniversitesi” ya da “Ümmet Nasıl Kurtulur?” Projesi
Seksenler Giresun (I) Şamdiyelle (Şambrel) Sargan Sürütmek
Mustafa Özcan Adlı Gazetecinin “Âlim mi Teolog mu?” Başlıklı Pespaye Yazısı Üzerine
Seksenler Giresun II Ek Saha, Amatör Küme ve Tükürüklü Köfte
Kur’an ve Tarihsellik Hakkında Belirtmem Gereken Birkaç Husus
Goethe’nin dirilmesi bize iyi bir Kur’an meali bahşeder mi?

YAZARLAR
Mustafa KÜÇÜK
 BU NE BİÇİM VALİ BÖYLE?
Ekran Selami Çelebi
 “DERDİMİ KİMLERE DESEM, BAŞIM ALIP NERE GİTSEM!”
Ahmed ÇITLAKOĞLU
 Arınç’sız Erdoğan; Kadısız Padişah!..
Mustafa ÖZTÜRK
 Goethe’nin dirilmesi bize iyi bir Kur’an meali bahşeder mi?
Bünyamin ÇETİNKAYA
 GENEL BAŞKAN OLSAYDIM!
Nazım KURUCA
 BİR BAŞARININ ÖYKÜSÜ: BİLECİK ŞEYH EDEBALİ ÜNİVERSİTESİ
Yakup ALTIYAPRAK
 GÜNAY ÇAKIROĞLU
Sefer ÖZKAYA
 CEP TELEFONUN ZARARLARI
Mustafa YOLCU
 ŞEHİRLER VE OTOMOBİL
Feyza ALİUSTAOĞLU
 YEŞİLGİRESUN BELEDİYE SPOR-FİNAL GENÇLİK MAÇI: MAZERETİ OLMAYAN YENİLGİ
Fethi KARAHÜSEYİN
 DOĞU KARADENİZDE FINDIKLARI DON VURDU.
Şenol SANCAK
 Kan Çiçekleri
Mehmet FATSA
 Görele nin Kimliğini Temsil Eden Tarihi Eser:Hasan Ağa Cami
Hakan ALPARSLAN
 AKSA ile bu iş olmaz!
Mustafa KONAR
 CAN A TUZAK MI KURULUYOR?
12
 
Haberci 28
E-mail:
bilgi@haberci28.com  web: www.haberci28.com