Prof. Dr. Ayşe Baysal ile bir söyleşi *
Hasip Pektaş, 2001

- Sayın Hocam, siz memleketimizin degerli bilim adamlarından, saygın hocalarından birisiniz. Övüncümüzsünüz. Yeni nesillerin de sizi tanıması, nice güçlükleri aşıp bu noktalara gelen bir deger olarak kendilerine model almaları dilegiyle bu söyleşiyi yapıyorum. İsterseniz çok gerilere gidip, çocuklugunuzdan başlayalım. Özellikle yaşamınızın önemli bir dönüm noktası olan Köy Enstitüsü’ne girişinizi, kız ögrenci olarak yaşadıgınız zorlukları biraz anlatır mısınız?

-Benim İlkokulu bitirmem 1941-1942 yıllarına rastlar. Tam savaş yılları, yokluk, kıtlık yılları. Her şey çok zor. Özellikle dinin, taassubun insanlar üzerindeki etkisini biz çok hissettik. Yani kız çocugu evinden uzaga gidemez. Oturacaksın evde. Başka bir yere gidemezsin. Hele okumak; yanından geçemezsin. Ama ilkokula giderken zorunlu ögretim vardı. Aile çocugunu okula göndermezse ceza vermek zorundaydı. Benim büyügüm hiç okumadı. Onun yerine beni okula gönderdiler. Çünkü ablam, daha güçlü kuvvetli, her işe koşabilecek yapıdaydı. Ben ise çelimsiz, hastalıklı, fazla işe güce yaramayan biriydim. İlkokula gidişim de çok zor oldu. Hiç istemiyordum, yorgun, hastalıklı bir yapım vardı. Köyde her tür hastalık salgındı. Sıtma, tifo, kolera vardı. Buna karşın okula gitmek zorundaydım. Babam Çanakkale Savaşı’nda bir bacagını yitirmiş bir harp malûlu.

İlkokulu bitirdigimde Köy Enstitüleri kurulalı 5 yıl olmuştu ve ilk mezunlarını vermişti. Yeni mezun ögretmenler köylere gelmeye başlamıştı. Halk bu degişimin farkındaydı. Ögretmenin iyi koşullardaki, düzenli yaşamı dikkat çekiyordu. Artık herkes okumanın önemini kavramaya başlamıştı. Erkek çocuklar için enstitüye girmek zorlaşmıştı. Giriş sınavları konmuştu. Enstitüyü erkekler gidiyor, kızlar hiç gitmiyordu. Devlet, Atatürk’ün koydugu ilkeler dogrultusunda toplumun tüm kesimlerinin gelişmesini, yetişmesini saglamak için, kadınların da okuması için çareler arıyordu. Köy kızlarını okutmaya teşvik etmek, zorlamak için, bir kız ögrenci getiren velinin oglu enstitüyü sınavsız alınıyordu. Ailem okumam konusunda hiç aldırmıyor. Bir taraftan da kötü bir taassubun baskısı altındalar. Kızlarını gönderirlerse kötü insan olabilir korkusu var. Be

Enstitüdeki son yıllarım çok güzel geçti. Hocam Tevfik Yavuzer’in, Hüseyin Özcan’ın düzenledigi bir piyesi bir hafta Ermenek’te oynadık. Temsildeki tek bayan oyuncu bendim. Bu oyunun geliri, ortaokulun yapımına harcanmıştı. Yani Ermenek Ortaokulu’nun temelinde, harcında bizim de katkımız oldu. Konya gazeteleri “Ermenek’te bir genç kız piyeste oynadı” gibi haberler yazdı. Tabii bunların hepsi köyümüzde olumlu etkiler yaptı. Enstitü bitince hocalarım, benim yüksekögrenim yapmam için ısrar ettiler ve Ankara Kız Teknik Yüksek Ögretmen Okulu’na girdim. Bu okulun egitimi hafif kalmasına karşın bir yüksekögretim olanagı buldugum için mutluydum. Ayrıca bu sayede Türkiye Milli Talebe Federasyonu’nda çalışma fırsatı bulmuştum. Orada Yekta Güngör Özden’le birlikte çalışmak kısmet oldu.

- Bütün zorluklarına karşın tüm ögrencilik yaşamınız başarılarla dolu. Örnegin Wisconsin Üniversitesi’nde 2.5 yılda doktorasını tamamlayan ilk ögrencisiniz. Başarılarınızda size güç veren neydi? İzlediginiz yol-yöntem, ilkeler neydi?

- Hiç kimse size gümüş tepsi içinde bir şey sunmuyor. Her şeyi kendi emeginizle yapacaksınız. Mutlaka ugraşacaksınız ve başaracaksınız. Bütün mesele burda. O size itici bir güçtür. İyi bir uyarıdır. Ben bunu yapacagım, yapmam gerekir ve yaptım diyebilmek önemlidir. Ayrıca Köy Enstitüsü’nde iyi bir çalışma disiplini almış olmam etkendi. İyi bir okuma alışkanlıgı kazanmıştım. Bize çok iyi bir okuma-yazma, kendini ifade edebilme alışkanlıgı kazandırdılar. Tabii asıl olan “ben bunu başaracagım” diyebilmektir. Ben ABD’inde burslu okudum. Eger başarısız olursam, B’nin altında not alırsam bursum kesilecekti. Wisconsin Üniversitesi, akademik düzeyi yüksek ögrenciye burs veriyordu. Bütün derslerim iyi olmak zorunda. Bunlar da bir itici güçtü.
Bir de düzenli çalışırdım. Planlı, programlı çalışırdım. Çok çalışmazdım. Uykusuz kalıp, sabahlara kadar çalışmazdım. Düzenli ve zamanında çalışırdım. Dersi çok iyi izlerdim. Yabancı ülkedesin. Dil sorunu da var. Hoca çok erken gelirdi, hazırlık yapardı. Ben de derslere çok erken gelir, hocayı izler, ön sıradaki yerimi kapardım. Hocanın dediklerini de titizlikle yapardım. Tabii biraz da muhakeme, ilişki kurma yetenegi gerekiyor. 2,5 yılda doktorayı bitirdim ama hiç tatil yapmadım. Hatta orada bir ameliyat geçirdim. Üniversitenin doktoru bir Profesör ameliyatımı yapmıştı. Demişti ki “Buradaki yabancı ögrencilerin bazıları çok zengin, parayı gereksiz yere savuruyorlar, bazıları da zorlukla okuyabiliyor. Ben sizin durumunuzu da ögrenmek istiyorum?” Ameliyat için doktora para ödemem gerekiyordu. “Burslu okuyorum efendim, ama size verecegim parayı hazırladım” d

- Hocam, Beslenme ve Diyetetik alanında yaklaşık 35 yıldır üniversitelerde dersler veriyorsunuz. Yaptıgınız etkinliklerle bu bilim dalının yaygınlaşmasına önemli katkılarınız oldu. Çok sayıda kitap ve makaleleriniz var. Dahası yetiştirdiginiz çok sayıda ögrenciniz oldu. Her biri Türkiye’ye dagılmış; bu alanda çaba gösteriyorlar. Onlarla gurur duydugunuza eminim. Bir ögretim üyesi olarak ögrencilerinize hangi konularda hassas davranırdınız? Onlara bilginin dışında neler kazandırmak istediniz? Diyalogunuz nasıldı? Bu konuda çarpıcı bir anınız var mı?

- Herşeyden önce çalışma disiplinini kazanmalarını isterdim. Disiplin, ögrenciyi ezmek anlamını taşımaz. Örnegin benden bir dakika sonra ögrenci derse giremez. Zamanı kullanmayı ögrenecekler. Bu disiplini almak çagdaşlıgın geregidir. Bu konuda ABD’de bile dikkat çekmiştim. “Sen bu zamanında bulunma alışkanlıgını burada mı kazandın” dediklerinde “Hayır, ben bu alışkanlıgı memleketimde geliştirdim” demişimdir. Derler ki “ögrenciler Ayşe Hanım’dan korkarlar, o çok disiplinlidir.” Ögrenciler korkarlar ama bütün kişisel sorunlarını bana gelip anlatabiliyorlar. O güveni vermesem bu mümkün mü? Ögrencilerim hala çok saygılılardır, sevgileri eksik degildir. Bunun nedeni elbette benim onları çok sevmemde, onlara gereken degeri vermemde yatıyor. Onları yakınen tanımamın yararları da olmuştur. Bir ögrenciyi sordukları zaman; o ögrencinin ailesiyle sorunu var ya

- Sayın Hocam, gerek hocalarınız tarafından, gerekse arkadaşlarınız ve ögrencileriniz tarafından sizi tanımlayan o kadar çok, o kadar güzel kavramla karşılaştım ki izninizle bunları paylaşmak istiyorum: Ayşe Baysal, yorulmaz, üşenmez, kimseyi baştan savmaz, küçümsemez, daima yol gösterir, yardım eder, her konuya ciddiyetle yaklaşır, karmaşıklıgı sevmez, herşeyi sade ve yalındır. Üretkendir, alçak gönüllüdür, dogal görünür, yapaylıgı sevmez. Kendiyle barışıktır, özgüven sahibidir. Çagdaş, devrimci, Atatürkçü, laik ve demokrattır. Örgütlü olmanın geregine inanır. Zamanını iyi kullanır, özverilidir, disiplinlidir, çalışkandır, dürüsttür, çocuk kadar temiz kalplidir. İnsanlarla kolay dostluk kurar. Herşeyde ekonomiktir, savurgunlıgı sevmez. Onurlu bir kişilige, aydınlık bir kafaya sahiptir. Öztürkçe kullanmaya çok &oum;

- Tabii her insanın yaşamında hataları olabilir. Bazen ben de herkes gibi olumsuz bir durumda tepki verebilirim. O tepkiyi orada vermesem daha iyi olurdu dedigim olmuştur. Biraz daha sakin, tepki göstermede biraz daha yavaş olabilsem iyi olacak. Bunu bir eksiklik olarak görüyorum. Yaptıgım işlerden hiç pişmanlık duymadım. Çok çalışmaya kendimi adamaktan biraz aile ilişkilerinde kendimi zayıf hissettigimi düşünüyorum. Zaman ayıramama, erken davranamama gibi. Eglenceye, dinlenmeye zaman ayırabilirdim. Ama bunu okumakla telafi ediyordum. Çünkü çok okuyordum. Şimdi kendimi biraz yorgun hissettigimden fazla gidemiyorum, fakat eskiden klasik müzik konserlerine çok giderdim. Tiyatroyu çok severim. Şimdilerde bunlarda biraz eksikligim var ama okumaya, yazmaya devam ediyorum.

- Sayın Hocam, Türk halkının beslenme konusunda bilinçlenmesi için çok çaba gösterdiniz. Dengeli beslenme konusundaki uyarılarınızı, önerilerinizi kısaca bir defa daha dinlememiz mümkün mü?

- Hangi birini önereyim? Birkaç şey önerebilirim belki. Öncelikle benim çok inandıgım bir şey var; mutlaka dogal besinlerle beslenmelisiniz. İşlenmiş besin, besleyici degerinden kaybetmiş olabilir. Ekonomik beslenmek istiyorsanız mümkün oldugu kadar dogal beslenin. Temel kural; üç ögün dengeli beslenmedir. Aradaki abur cubura fazla inanmıyorum. Bir yemekte çok agır yemeye de inanmıyorum. Kahvaltı çok önemlidir. Kahvaltınız öglen yemeginden de iyi olabilmeli, zengin olabilmeli. Okuyorsanız, ders çalışıyorsanız, problem çözüyorsanız, öglen yemegini biraz hafif tutun. Hele de agır tatlı bir şeyler yerseniz, bir uyku hali oluşur; iki-üç saat verimli olamazsınız. Her ögünde dört temel besin grubundan birini, en ekonomik olanı seçmelisiniz. Birinci gruptaki et, tavuk, yumurta,balık, mercimek, nohut, fasulyeden birini bulundurmanızda yarar var. Ben evde bulundugum sü

- Hocam, egitimde örneklik esasdır diye düşünüyorum. Fakat toplumumuzda bazı kesimler, insanları savurganlıktan uzaklaştırmaya, tasarrufa yönlendirmeye çalışırken kendileri alabildigine savurganlık yapıyorlar. Lüks arabalar, gösterişli törenler, artıkları çöpe giden ziyafetler vs. Bütün bunlar az gelişmişlik mi? azmış gelişmişlik mi? Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bizler ne zaman ögrenecegiz gereksinimimiz kadar domates almayı? Kilolarca alıp yarısını çürütüp, çöpe atmaktan ne zaman kurtulacagız?

- Bunlar insanlar için bir moral degerdir. “O kadar aç insan var ki; sen bunları atamazsın” düşüncesine sahip olmak gerekiyor. Başkasını düşünmek şarttır. Bencillikten kurtulmamız gerekiyor. Ben insanların ekmek yemeyip, arkasından tatlı yemelerine şaşıyorum. Tabagında kalacak yemegi önceden istememelisin. Yemekleri, ziyafetleri sınırlı tutmak gerekir. Tabii bu bir alışkanlık meselesidir. Küçükten kazanılmalıdır. İnsanların atılan yemeklerden rahatsız olacak duruma gelmeleri gerekir. Onunla birilerinin beslenebilecegini düşünmek gerekiyor. Sadece yemeklerde degil, herşeyde ekonomik olmayı becerebilmek şarttır. Deterjanı, suyu hatta bir dosya kagıdını bile kullanırken düşünceli olmalıyız. Şimdi lavaboya atılan çer-çöp nasıl olsa lavabo açıcıyla gider derseniz, o kimyasal maddenin bir şekilde başka zararlar verdigini gözardı etmiş olursunuz. Oysa tıkanmayı önlemek için biraz dikkatli

- Hocam, benim soramadıgım ama sizin anlatmak istediginiz mutlaka başka güzel şeyler vardır. Bunlara geçmeden önce son bir konuda da görüşlerinizi almak istiyorum. Toplum Ayşe Baysal’ı mercimek konusundaki açıklamalarıyla yakından tanıyor. “Mercimekci” lakabınız bile var. Dahası o yıllarda bazıları, TMO depolarında çok fazla mercimek stogu varmış, onu erittirmeye çalışıyorlar gibi yorumlar da yapıyordu. Oysa benim gibi pekçok kişi, eminim bu konuşmalarınızla mercimek unundan yapılan çorbanın, mercimekli köftenin, böregin tadına vardılar.

- Eskiden mercimek Güneydogu’da yetişirdi. Sonra Anadolu’da da yaygınlaştı. Topragı nadasa bırakacagımıza mercimek ekelim dendi. Bu kararla tüketimin on katı üretim oldu. Devlet ne yapsın? Bunu kullanmak gerekiyor. “Ne yapabiliriz? Mercimegi tanıtan birşeyler yapabilir miyiz?” diye bana geldiler. Ben buna varım, fakat bir beslenme programı çercevesinde olursa olur dedim. Çocuk beslenmesini, iyotlu tuzun kullanımını, ishal olunca, kabız olunca nasıl beslenecegini, bulgurun pirinçten daha degerli oldugunu anlatırsam insanlara, böyle bir beslenme programıyla ben varım dedim. Beslenme bilincini aktarmam için bir fırsat olacaktı. Bu programın içinde özellikle derledigimiz yöresel yemek tariflerini verirken mercimekle yapılanlara da yer verdik. Aslında mercimekle ilgili bir kültür gelişmiş. Afyon böregini yapmış, Eskişehir mantısını yapmış, Antep köftesini yapmış. Ama bunları bir Karadenizli, bir İstanbullu bilm
Mercimek konusunda orta tabakadan memnuniyetini ifade edenlere çok rastladım. Sizin tarifiniz üzerine yaptıgım yemegi eşim de çok begendi, pek de lezzetli oldu diyenler vardı. Mercimegi degerinde satma olanagı bulan köylüler, beni kutluyordu. Teşekkür ediyordu. Onun yanında bir ihracatçı da “Siz bana zarar ettirdiniz, çiftçi farkına vardı. Degerinden aşagı vermiyor artık” diye serzenişte bulunuyordu. Ben de en çok buna sevinmiştim. “Siz, mercimek yolmanın ne kadar zor bir iş oldugunu bilseniz bunu söyleyemezsiniz. İzin verin üreticiler de biraz kazansın” demiştim.

- Hocam, Manisa’da Ev Ekonomisi Uzmanı olarak çalıştıgınızda politikacılardan biriyle aranızda geçen bir diyalog vardı. Onu da kısaca anlatabilir misiniz?

- Manisa yazın çok sıcak olur. Birgün üzerimde kısa kollu Buldan bezinden bir elbise ile o yılların ünlü politikacısı Fevzi Lütfi Karaosmanoglu’nun çiftligine yolum düşmüştü. Fevzi Bey beni şöyle bir süzdükten sonra “ben politikacıların, kendilerini halka Müslüman göstermek için kadınların kapanmasına yönelik hareketlerine şaşıyorum, bütün Manisa’nın köylüleri seni bu giysi ile çok seviyor ve sayıyorlar, bunu herkes anlamalı” demişti. Dini inançların siyasete alet edilmesinin anlamsızlıgına en güzel yanıttı bu sözler. Aslında vatandaş, bu konuda siyasetçiden kat kat daha ilerde. Ona hizmet götürdügünüz zaman, yararlı oldugunuz zaman kıymetini biliyor, başka şeylere yormuyor. Halkı sevdiginiz zaman, ilgi gösterdiginiz zaman, ona hizmet etmekte özverili oldugunuz zaman, saygınlıgınız o ölçüde art

Ayşe Baysal’ın Özgeçmişi

1930 yılında eskiden Konya-Ermenek, yeni düzenlemede Karaman Sarıveliler ilçesine baglı Ugurlu Köyü’nde dogdu. İlkögrenimini aynı köyde, ortaögrenimini İvriz Köy Enstitüsü’nde 1950’de tamamladı. Yüksekögrenimini 1954’de Ankara Kız Teknik Yüksek Ögretmen Okulu’nda (Mesleki Egitim Fakültesi) tamamladıktan sonra Trabzon Beşikdüzü İlkögretmen Okulu’nda meslek yaşamına başladı. Bir yıl sonra Tarım Bakanlıgı tarafından oluşturulan Ev Ekonomisi Örgütü’ne katılarak 1957’ye kadar Manisa Tarım İl Müdürlügü’nde çalıştı. Bir yıl ABD’inde görgü ve bilgisini arttırdıktan sonra 1958-1960 arasında İzmir Ev Ekonomisi Yetiştirme Merkezi’nde ögretmenlik yaptı.
Amerikan Ev Ekonomisi Dernegi’nin bursunu kazanarak 1960 Eylül ayında ABD’ne gitti. Virginia Polytechnic Institute ve State Üniversitesi’nde bir yıl lisans tamamlayarak 1961’de lisans, 1962’de de Besin ve Beslenme dalında bilim uzmanlıgı derecelerini aldı. Wisconsin Üniversitesi’nin bursu ile 1965’de Besin ve Beslenme dalında doktora derecesini aldı. Yurda dönerek kısa bir süre Köy İşleri Bakanlıgı Halk Egitimi Genel Müdürlügü’nde çalıştıktan sonra 1965 sonunda Saglık Bakanlıgı Hıfzısıhha Okulu’nda beslenme uzmanı olarak göreve başladı. Aynı zamanda Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Hemşirelik Yüksekokulu ve Hemşire Koleji’nde ek görevle ders vermeye başladı. 1968’de Hacettepe, Beslenme ve Diyetetik Bölümü Başkanlıgı’na atandı. 1970 yılında Doçent, 1976’da Profesör oldu. Beslenme ve Diyetetik Bölüm&u;

* Ögretmen Dünyası Dergisi , Ankara, Şubat 2001, Sayı: 254, Sayfa: 19-22.