Sinan Tavukçu
Murray Bookchın’in “Toplumsal Ekoloji” Felsefesi ve KCK’nın İdeolojik Kodları
17.11.2011

1978 yılında kurulan PKK, Leninist bir parti modeli ve Stalinist bir liderlik anlayışı çerçevesinde Maoist bir gerilla stratejisiyle ortaya çıkmış bir terör örgütüdür. Bu örgütün geçirmiş olduğu siyasi-stratejik dönemler, KCK Yürütme Konseyi üyesi Duran Kalkan tarafından dört dönem olarak kategorize edilmiştir. Onun analizine göre, birinci dönem (1973-1983) partileşme dönemi, İkinci dönem ( 1984-1993) ulusal direnişte partileşme dönemidir. Bu dönem gerilla gücünün yaratıldığı ve Kürt ulusal diriliş devrimi temelinde isyana kalkan yeni bir halkın ortaya çıkartıldığı dönemdir. Üçüncü dönem 1993’te başlayan ve halen devam eden dönemdir. Bu dönem içerisinde 1993-1998 dönemi, devlet tarafından PKK’nın topyekun imha ve tasfiye saldırısına karşı direnme dönemidir. 01 Eylül 1998’den 01 Haziran 2004’e kadar olan devre ise, gerillanın pasif savunma konumuna çekildiği, demokratik siyasi mücadeleyi öne çıkartarak, Kürt sorununa siyasi diyalog temelinde bir çözümün dayatıldığı dönemdir. PKK yöneticisine göre, devlet bu çözüme yanaşmamıştır. 01 Haziran 2004’ten sonra, paradigma değişimi temelinde ideolojik yenilenme yaşanmış, stratejik değişim ve örgütsel yeniden yapılanma yaratılmış, önemli bir örgütsel toparlanma, yeni açılım ve demokratik halk örgütlülüğü geliştirilmiştir. (Bkz. KCK Örgütlenme Modeli ve Amacı-SDE Analiz)
 
Bahsedilen paradigma değişikliği, Murray Bookchın’in “Toplumsal Ekoloji” felsefesi çerçevesinde KCK siteminin yaratılması ve yurttaş temelli yeni bir örgütlenme modelinin yapılandırılmasıdır. Duran Kalkan’a göre üçüncü stratejik dönem de artık tamamlanmış bulunuyor. Hareket, varlığını koruma ve özgürlüğünü kazanma dönemi olarak tanımlanan dördüncü stratejik döneme girmiştir.
 
PKK tarihi incelendiğinde, gerek ideolojik gerekse stratejik olarak örgütün tıkandığı dönemlerde, varlığını sürdürebilmek için ideoloji ve söylem değişikliğine gitmeyi başarabildiği gözlemlenmektedir. PKK, uluslararası sistemde terörist olarak kabul edilip manevra alanı kısıtlandığı bir konjonktürde, 8. Kongresinde adını KADEK (Kongreya-Azadiya Demokratika Kürdistan-Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Kongresi) olarak değiştirmiş, 27 Ekim-6 Kasım 2003 tarihleri arasında yapılan 9. Kongrede bu adı Kongra-Gel (Kürdistan Halk Kongresi) olarak tekrar değiştirmiştir. Kongra-Gel Genel Kurulu’nun 17 Mayıs 2005 tarihli oturumunda kabul edilen KCK Anayasası’nda (31.madde) PKK kendisini, önderlik felsefe ve ideolojisinin hayata geçirilmesinden sorumlu KCK sisteminin ideolojik gücü olarak konumlandırmıştır. KCK sisteminin içerisindeki her kadronun ideolojik, ahlaki, felsefik ölçüler açısından PKK yapılanmasına bağlı olduğu bu anayasada vurgulanmıştır.
 
PKK var olduğundan beri, ideolojik olarak Kürt siyasal hareketinin tek adresi ve Kürtlerin yegâne temsilcisi olduğu tezini savunmuş, alternatiflerini korkutmak, yıldırmak ve yok etmek suretiyle bu iddiasını sürdürmüştür. Ancak örgüt liderliği, Marksist-Leninist ideolojinin yetersizliğini ve etnik temelli siyasi taleplerin örgütü bir arada tutamayacağını doğru olarak analiz etmiş ve yeni bir ideoloji arayışına girmiştir. Örgüt, Amerikalı özgürlükçü sosyalist Murray Bookchin’in “Toplumsal Ekoloji” felsefesini keşfetmiş, onun teklif ettiği örgütlenme modelini ve söylemini benimseyerek, hem (sözde) paradigma değişikliğine gitmiş hem de tanımladığı ‘yurttaşlık’ kavramı temelinde örgütü yeniden yapılandırmıştır.
 
Bookchın’e ait olan bu felsefe, KCK anayasasının 11’inci maddesinde yer alan aşağıdaki cümlelerle Abdullah Öcalan’a mal edilmiştir.
 
“Reberiya Koma Civakên Kurdistan: Koma Civakên Kurdistan (Kürdistan Toplumlar Topluluğu- Kürdistan Demokratik Toplum Konfederalizmi) kurucusu ve Önderi, Abdullah Öcalan’dır. Ekolojiye ve cinsiyet özgürlüğüne dayalı demokrasinin felsefik, teorik ve stratejik kuramcısıdır”
 
Bookchın’in “Toplumsal Ekoloji” felsefesini anlamadan, KCK sistemini anlamak mümkün değildir. Kürtler üzerinde tek hakim güç olma iddiasında olan ve bunu şiddet yoluyla gösteren bir örgütün, hiyerarşi ve tahakküm karşıtı bir felsefenin dilini kullanması ve bunu bir ideolojik yenilenme gibi sunmayı başarması hakikaten incelemeye değerdir. Yazımızda, Murray Bookchın’in “Toplumsal Ekoloji” felsefesi ve teklif ettiği örgütlenme modeli ile KCK sistemi ve anayasası birlikte değerlendirilecektir.
 
Bookchın’in Kapitalizm Eleştirisi ve Sol Liberter Bir İdeolojiye Duyulan İhtiyaç

Murray Bookchın, 19. yüzyılda ortaya çıkan Marks'ın, Proudhon'un ve Bakunin'in fikirlerinin, dolayısıyla ne anarşizmin ne de Marksizm’in bugünün dünyasına uygulanamayacağı görüşündedir. Kapitalizmin varlığı ve sürdürülebilirliği, "büyüme" ve “sürekli değişim” prensiplerine dayanmaktadır. Bu yüzden kapitalizm, bunu sağlamak üzere sürekli yeni ihtiyaçlar ve bunu karşılayacak ürünler yaratmaktadır. Büyük ölçüde mutasyona uğrayabilen bir yapıya sahip bulunan kapitalizm, yalnızca bir form içinde sürekli olarak kalmamış, toplumsal ilişkileri ve buna bağlı olarak ortaya çıkan kurumları da daima dönüştüren bir sistem olarak gelişmiştir. Nitekim, geleneksel proleteryayı büyük ölçüde burjuva olan bir küçük-burjuva tabakası olarak yeniden oluşturmuştur.

Kapitalizm sürekli mutasyona uğrayarak varlığını sürdürürken, daha önce Marksizmin öngörmediği, yeni toplumsal problemler de üretmeye devam etmiştir. Bunların başında çevre, cinsiyet, hiyerarşi, kent, yurttaşlık ve demokrasi sorunları gelmektedir. Kapitalizm gerçekte, özellikle gezegenin yüzünü değiştirebilecek olan iklimsel değişiklikler, küresel kapitalizmin oligarşik kurumları, politika için taban oluşturan yurttaşlık yaşamını radikal bir şekilde kemiren dizginsiz şehirleşme ile insanlığa karşı olan tehlikelerini genelleştirmiştir. Geleneksel sınıf kategorileri şimdi ırk, cinsiyet, cinsel tercihler ve elbette ulusal ve bölgesel farklılıklara dayalı hiyerarşi kategorileri ile birbirlerinin içine girmeye başlamışlardır. Hiyerarşinin karakteristiği olan statü farklılıkları sınıf farklılıkları ile birleşme eğilimindedir ve halkın gözünde sık sık etnik, ulusal ve cinsiyet farklılıklarının sınıf farklılıklarına baskın olduğu, daha fazla bir herşeyi-kapsayan kapitalist dünya ortaya çıkmıştır.

Bookchın’e göre, kapitalizm aynı zamanda yeni bir büyük çelişki üretmiştir; sürekli büyüme üzerine kurulu bir ekonomi ile doğal çevrenin kuruması arasındaki çatışma. Bu çatışma, gelir ve çalışma koşullarından ziyade nükleer güç, kirlenme, ormansızlaştırma, şehrin kötü etkisi, eğitim, sağlık koruması, toplum yaşamı ve az gelişmiş ülkelerdeki işçilerin baskısı etrafında yaşanacak gibi görünmektedir. O, kapitalist gelişmenin önümüzdeki yıllarda toplumsal ufku çok büyük ölçüde değiştireceğini tahmin etmektedir. Ahlaki değerleri, estetiği, medyayı, popüler arzuları ve benzerlerini bir yana bırakalım, fabrikaların, ofislerin, ikamet edilen alanların, endüstrinin, ticaretin ve tarımın 21. yüzyıl sona ermeden önce çok büyük oranda değişmeyeceğini kim varsayabilir, diye sormaktadır.

Bookchın, sorunlarımızın temel nedenlerinin toplumsal -kapitalizmde, ulus devlette- ilişkilerde ve her şeyin ve tüm ilişkilerin metalaştırılmasında yattığını düşünmekte, rekabet, sınıfsal ve hiyerarşik ilişkilerin toplumu çürüttüğüne inanmaktadır. Ne yazık ki, antikapitalist ideolojilerinin hiçbiri (ne Marxizm, ne anarşizm, ne sendikacılık, ne de daha genel bir sosyalizm formu) bu meseleleri çözecek durumda değildir. Bu ideolojiler, kapitalist gelişmenin ve teknolojik ilerlemenin daha erken bir dönemindeki sahip oldukları geçerliliğin aynısına sahip değildir. Günümüz için “sol liberter” bir ideolojiye acil ihtiyaç duyulmaktadır.(Bkz. Karar Anı)

Toplumsal Ekoloji Nedir?
 
Murray Bookchın, tarihte yaşanan ve günümüzde de devam eden bütün kötülüklerin ‘hiyerarşi’ ve ‘tahakküm’den kaynaklandığına inanmaktadır. Ona göre bu kötülük, anti-hiyerarşik ve anti-tahakkümcü duyarlılığa sahip ekolojik bir toplumun yaratılmasıyla sona erdirilebilir. Murray Bookchın için Ekoloji, “Toplumsal Ekoloji”yi ifade etmektedir. Toplumsal ekolojinin gerekliliğini o, şöyle ifade etmektedir:
 
“Ekoloji, benim açımdan, hep sosyal ekoloji oldu: Yani doğa üzerindeki tahakküm kavramının, insanın insan üzerinde, hatta erkeğin kadın, yaşlıların gençler, bir etnik grubun diğeri, devletin toplum,  bürokrasinin birey, bir sınıfın diğer sınıflar ve sömürgeci güçlerin sömürge halklar üzerindeki tahakkümünden kaynaklandığına inanıyorum. Benim düşünceme göre, sosyal ekoloji, özgürlük anlayışını sadece fabrikada değil, aile içinde de, sadece ekonomide değil, psişede de, sadece maddi yaşam koşullarında değil, ruhsal koşullarda da sürdürmelidir. Toplumdaki en moleküler ilişkileri, özellikle kadın ve erkek, yetişkinler ve çocuklar, beyazlar ve diğer etnik gruplar, heteroseksüeller ve eşcinseller –bu liste uzatılabilir- arasındaki ilişkileri değiştirmedikçe, toplum en sosyalist anlamda sınıfsız ve sömürüsüz hâle gelse de, tahakküm varlığını sürdürecektir. (...) Hiyerarşi var olduğu sürece, tahakküm, insanları bir elitler sistemi etrafında örgütlediği sürece, doğaya hükmetme projesi de devam edecek ve gezegenimizi kaçınılmaz bir yok oluşa götürecektir.
 
Ekolojik hareket, ancak toplumsal değişme yolunda anti-hiyerarşik ve anti-tahakkümcü bir duyarlılık, yapılanma ve stratejiyi bilinçli olarak geliştirdiği takdirde, gerçekten ekolojik bir toplum amacıyla insan ve doğa arasında yeni bir denge arayışından doğan kendi kimliğini koruyabilir” (Ekolojik Topluma Doğru, shf.76-77)
 
Bookchın’e göre, toplumsal tahakkümle ortaya çıkan hiyerarşiler, sınıflar, mülkiyet biçimleri ve devletçi kurumlar kavramsal olarak insanlığın doğayla ilişkisine taşındı. Doğa, giderek bir hammadde olarak görülmeye başlandı. Burjuva toplumunda, insanlar nesnelere dönmekle kalmayıp, metalara, açıkça pazarda satılmak için tasarlanmış nesnelere döndüler. Meta olarak insanlararası rekabet, tamamen gereksiz malların üretilmesiyle birlikte, kendi içinde bir amaç haline geldi. Nitelik niceliğe, bireysel kültür kitle kültürüne ve kişisel iletişim, kitle iletişimine dönüştü. Teknoloji insanlığın bir uzantısı olmaktan çıkıp, insanlık teknolojinin uzantısı haline gelir. Kadın ya da erkek işçi sadece makinenin bir parçası haline dönüştü.
 
Bookchın tahakkümsüz bir dünya için teklif ettiği model, kentlerin eko-topluluklara ayrılmasıdır; “…İnsanlığın yaşama bakışını ve doğayı kabile toplumlarından beri çarpıtan özel mülkiyet engellerini tanımayan bir insan kolektifliği gibi, komünal olarak yeryüzüyle ilgilenmeliyiz. Kentlerimiz topluluklara ya da eko-topluluklara ayrılmalı, içinde yaşadıkları eko-sistemlerin kapasitesine uygun incelik ve ustalıkla tasarlanmalıdır. Teknolojilerimiz eko-teknolojilere uyarlanmalı ve geliştirilmeli, en az hatta hiç kirlenme yaratmayacak biçimde yerel enerji kaynakları ve maddelerinden yararlanmak üzere incelik ve ustalıkla düzenlenmelidir. Yeni bir ihtiyaç anlayışı geliştirmeliyiz. Bu, medyanın dikte ettiği ‘ihtiyaçlar’a değil, sağlıklı bir yaşamı destekleyen ve bireysel isteklerimizin ifadesi olan ihtiyaçlara dair bir anlayış olmalıdır. Toplumun yönetiminde, doğrudan kişisel ilişkilerde, dolayımı yerine çevremizde ve toplumsal ilişkilerde insan ölçeğini hayata geçirmeliyiz. Nihayet, toplumsal ya da kişisel tüm tahakküm tarzları, kendimize, içinde yaşadığımız topluluğa ve doğamıza dair düşüncelerimizden atılmalıdır. İnsanların yönetilmesinin yerini şeylerin yönetilmesi almalıdır. Gözettiğimiz devrim yalnızca politik kurumları ve ekonomik ilişkileri değil; bilinci, yaşam tarzını, erotik arzuları ve hayatın anlamını yorumlayışımızı da kucaklamalıdır” (Ekolojik Topluma Doğru)

Bookchın’in “Toplumsal ekoloji” felsefesi PKK tarafından keşfedilmiş ve onun görüşleri ve teklif ettiği örgütlenme modelleri KCK anayasasının metninin oluşturulmasında kullanılmıştır. Bilindiği üzere yazılı anayasaların metinleri genel olarak, devletin temel ilkeleri, temel hak ve özgürlükler, devletin temel organları (yasama, yürütme ve yargı), mali ve ekonomik konular ile anayasa değişikliğine ilişkin hükümlerden oluşur. Devlet dışı bir yapılanmayı esas alan KCK, biçim olarak devlet şeklinde örgütlenen toplumların anayasalarını esas alan bir anayasa hazırlamıştır. Dikkatlice incelendiğinde görüleceği üzere, “Kürdistan toplumu” ile ilgili ifadeler dışarıda bırakılırsa, bu anayasanın hemen tamamı, Murray Bookchın’in görüşlerinin bölümler halinde anayasa metnine serpiştirilmesinden ibarettir.

Murray Bookchın’in “Toplumsal ekoloji” felsefesini anlatırken kitaplarında, makalelerinde ve röportajlarında kullandığı bütün kavramlar, KCK anayasasının dilini oluşturmuştur. Abdullah Öcalan’ın felsefik-ideolojik çizgisi olarak ona mal edilen Murray Bookchın’in görüşleri çerçevesinde, bu anayasada kullanılan ve sürekli tekrar edilen belli başlı kavramlar şunlardır: “Ekolojik yaşam, ekolojik bilinç, ekolojiye dayalı demokratik örgütlülük, demokratik ekolojik toplumu kurma, herkesin bir eko topluluk içinde ve ekolojik dengeye uygun yaşama özgürlüğü, herkesin doğal zenginlik ve kaynakları ekolojik ilke temelinde kullanma hakkı, birey ve toplumun doğayla oluşan dengesizliğini giderme, toplum içi baskı ve sömürüden kaynaklanan doğa üzerindeki egemenlik ve sömürüyü ortadan kaldırma, devletçi-geleneksel yönetim anlayışlarına karşı mücadele, aile kurumunu sorgulama, cinsiyet özgürlüğü, gericilikle mücadele, toplumsal cinsiyetçi, hiyerarşik, sınıfsal ve geri geleneksel anlayış ve yapılarla mücadele etme, sömürüsüz, baskısız, adil bir küresel sistem yaratma, metalaşma ve kara dayalı ekonomiden kullanım değerine ve paylaşıma dayalı komünal ekonomiye geçişi sağlama, kullanım değeri ve demokratik paylaşıma dayalı üretim ve mülkiyet hakkına sahip olma, herkesin yetenek ve yetkinleşme düzeyine göre toplumsal üretime katılması, üretimin ve mülkiyetin meclis yerleşim yerlerine bağlı olması, her yerleşim yerinin kendi örgütlülüğüyle temel gereksinimlerini karşılaması, kazanımların korunması, meşru savunma çizgisi doğrultusunda halkın savunma bilincinin ve örgütlülüğünün geliştirilmesi, doğrudan demokrasi, halk meclisi, demokratik toplumcu konfederalizm, sömürüsüz, baskısız, adil bir küresel sistem yaratma…”

Murray Bookchın’in Komünalizm Modeli

Murray Bookchın, hiyerarşiye ve tahakküme dayalı bir dünya anlayışını ortadan kaldırmak üzere geliştirdiği “liberter ideoloji” yerine, “komünalizm” kelimesini kullanmayı tercih etmiştir. Komünalizm, The American Heritage Dictionary of the English'e göre "büyük oranda otonom olan yerel toplumların gevşek olarak birbirlerine bağlandıkları bir federasyondaki yönetim teorisi veya sistemi"dir.

Bookchın, komünalizmle neyi kastettiğini şöyle açıklar “En önemli sorun, insanların güç kazanacağı (erke sahip olacağı) bir şekilde toplumun yapısını değiştirmek. Bunu yapmanın en iyi yeri ise, yüz yüze demokrasi yaratma fırsatına sahip olduğumuz belediyelerdir -şehir, kasaba ve köy. Yerel hükümetleri, insanların yaşadıkları ekonomi ve toplum hakkında tartışabilecekleri ve kararlar alabilecekleri halk meclislerine dönüştürebiliriz. Bir komşu şehir ya da kasabada iktidara gelirsek (erki elde edebilirsek); bütün meclisleri konfedere hale getirilebilir ve sonra da bu kasaba ve şehirleri halk hükümetine konfedere hale getirebilir. Sınıf yönetimi ve sömürünün bir aracı olan devlet değil, halkın erke sahip olduğu bir hükümet. İşte bu, pratik anlamda benim komünalizm diye adlandırdığım (şeydir).” (Bkz.Murray Bookchin ile Söyleşi)
Bookchin’e göre komünalist sistemde güç, her zaman halk meclislerinde olmalıdır ve nihai kararlar her zaman aşağıdan, yani halkın meclislerinden gelmelidir. Zira onun sisteminin temeli, yüz-yüze demokrasiye dayanmaktadır.

Bookchın, komünalizm fikrinin ilham kaynağını esas olarak eski Atina ve Aristo’nun görüşlerinden almıştır. Ancak bu model sadece eski Atina ile sınırlı değildir. Batı Avrupa demokratik geleneğinin kaynağı olan M.Ö. beşinci yüzyıldaki klasik Atina demokrasisi, halkın komünal meclislerin yüz-yüze karar alma ve bu belediye meclislerinin konfederasyonları temeline dayanmaktaydı. Eski Atinalılar için politika yalnızca yönetim sisteminin pratik sorunlarının çözümüne değil aynı zamanda kişinin kendisinin, toplumuna karşı ahlaki zorunlulukla gerçekleştirdiği, kent etkinliklerine adanmasıydı. Bir şehrin tüm yurttaşlarının etik varlıklar olarak kent etkinliklerine katılması beklenirdi. Bu demokratik belediyeler, kanlı çarpışmalarla ezilene kadar sıklıkla açgözlü monarklar, feodal lordlar, zengin aileler ve yağmalamaya çıkmış istilacılar ile genellikle kavgacı bir gerilim içinde varoldular (Bkz.Murray Bookchin ile Söyleşi).

Özgürlükçü Belediyecilik

Murray Bookchın’e göre “özgürlükçü belediyecilik” Komünalist çerçevenin tamamlayıcı bir parçasıdır. Devrimci düşüncenin sistematik bir vücudu olarak Komünalizm, özgürlükçü belediyecilik olmaksızın bir anlam ifade etmeyecektir.
Herşeyden önce Komünalizm güç problemi ile ilgilenir. Komünalizmin yandaşları kendilerini bir güç merkezine –belediye meclisine– seçimlerle girmek için seferber olur ve onu hukuki olarak mahalle meclisleri yaratmaya mecbur kılmak için çabalar. Bu meclisler beraberce şimdiye kadar köylerini, kasabalarını veya şehirlerini kontrol eden devletçi organların meşruluğunu ortadan kaldırır ve azleder ve bunların gerçekleşmesinden sonra gücün gerçek motoru olarak harekete geçer. Belli sayıdaki belediyeler bir kez demokratikleştirildiklerinde ulus-devletin rolüne meydan okuyan belediye birlikleri içinde istikrarlı bir şekilde konfedere olurlar ve halk meclisleri ve konfederal kurullar yoluyla ekonomik ve politik yaşam üzerinde kontrolü üstlenirler.

Bookchın’in kastettiği belediyeler, hali hazırdaki belediyeler değildir. Ulus-devletin hala üstün görüldüğü bugünkü belediyeler, genellikle ulus-devletin ve kapitalizmin bir aracı olarak işlemektedir. Bookchın’in özgürlükçü belediyecilik programına göre Komünalizm, kararlı bir şekilde devletçi belediye yapılarını ortadan kaldırmaya ve bunları özgürlükçü bir yönetim sisteminin kurumlarıyla yer değiştirmeye çalışır. Radikal bir şekilde kentlerin yönetici kurumlarını mahallelere, kasabalara ve köylere dayalı popüler demokratik meclislere dönüştürmeye çalışır. Bu popüler meclislerde, yurttaşlar –hem orta sınıflar hem çalışan sınıflar– doğrudan demokrasi içinde politik kararları alarak ve insani, rasyonel bir toplum idealini yaşama geçirerek, toplum sorunlarını yüz-yüze ilişkiler temelinde ele alacaklardır. Murray Bookchın’e göre Komünalizm, politikayı en geniş, en özgürlükçü anlamında geriye kazanan ve belediyenin potansiyelini, aklı ve diyaloğu geliştiren bir arena olarak gerçekleştirme çabasıdır.

Bookchın’in kentlerin yönetici kurumlarını mahallelere, kasabalara ve köylere dayalı popüler demokratik meclislere (halk meclisleri) dönüştürme teklifi, örgütün şehir yapılanması için model olarak alınmıştır. KCK anayasasının yedinci bölümünde, köy ve sokak örgütlenmesinin “komün” temelinde yapılandırılması projesi KCK anayasasının 25’inci maddesinde aşağıdaki şekilde tarif edilmiştir:

“Komün, söz konusu köy ya da sokaktaki halkın örgütlü duruşudur. Çeşitli çalışma ve iş sahalarında iş ve rol komünleri de örgütlendirilir. Doğrudan demokrasinin uygulanma biçimidir. Halk yaşamının ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, sağlık, eğitsel, öz savunma alanlarına ilişkin temel kararların tüm halkın doğrudan katılımı ile alınmasını ifade eder. Köy veya sokak komünleri, halk yaşamının ihtiyaç duyduğu her an toplanarak gerekli kararları alır. Komün toplantılarını, seçilmiş başkan ve yardımcılarından oluşan başkanlık divanı düzenler. Komün işleyişi demokratik esaslar temelinde ve doğrudan demokrasi yöntemiyle gerçekleşir. Kararlarını, aleni ve komünün kurulduğu yerleşimdeki on altı yaşından büyük herkesin katılımı ile alır. Komün pratik görevlerinin yürütülmesini koordine edecek bir yönetim seçer ve faaliyetlerini denetler. Yerel yöneticiler bu yürütme kurulunda yer alırlar.”

KCK anayasasının altıncı bölümünde, şehirleri yönetecek halk meclisleri “Özgür Toplum Meclisleri” olarak adlandırılmıştır. Bu, Bookchın “özgürlükçü belediyecilik” için gerekli gördüğü meclistir. Bu meclisin üyeleri kasaba ya da mahallede seçimle belirlenen delegelerden, o alanda bulunan komünlerin ve sivil toplum örgütlerinin temsilcilerinden ve belediye meclisinin demokrat üyelerinden oluşmaktadır. Her şehrin Özgür Toplum Meclisleri, kararlarını hayata geçirecek şehir, kasaba veya mahalle koordinasyonlarını seçer ve çalışmalarını denetlerler.

KCK sisteminde Bookchın’in teklif ettiği örgütlenme modeli esas alınsa da, modelin işleyişi konusundaki fikirleri göz ardı edilmiştir. Murray Bookchın, gücün her zaman halk meclislerinde olması ve nihai kararların her zaman aşağıdan yani halkın meclislerinden gelmesi gerektiğini savunmuştur.  Ancak KCK anayasasının 23’üncü maddesinde, Özgür Toplum Meclisleri kararlarının Kongra Gel ve Halk Meclisleri kararlarıyla uyumlu olmak zorunda olduğu açıklanmıştır. Yine KCK anayasasının 17’inci maddesinde, Halk Meclisinin kararlarının da Kongra Gel kararları ile çelişemeyeceği ifade edilmiştir. Yani KCK sistemi, Murray Bookchın’in reddettiği ve her türlü kötülüğün sebebi gördüğü hiyerarşi ve tahakkümden vazgeçmek niyetinde olmamıştır.

2005 yılında kurulan DTP, bu projeyi Türkiye ölçeğinde hayata geçirme iddiası ile ortaya çıkmıştır. Onun örgütlenmesinde en küçük üniteyi köy temsilcilikleri-köy komünleri oluşturur. Sistem köy meclisleri, mahalle ilçe meclisleri, kadın-gençlik meclisleri ile kent meclislerine dayanır. DTP genel merkezinin asıl işlevi, bu ağları-meclisleri koordine etmedir. Bilahare, kent meclisi ve sivil toplum örgütlerinin katılımıyla, Demokratik Toplum Kongresi (DTK) oluşturulmuştur. DTK’nın görevi, Kürt halkının güncel, toplumsal ve tarihsel sorunlarını, çözüm bekleyen özgürlük ve demokrasi sorunlarını ele alıp, çözüm üretmektir. DTK Daimi Meclisi, 2010 Aralık ayında yaptığı toplantısında, “Uluslararası insan hakları belgelerinin tanımladığı haklar ışığında ortak vatan anlayışı temelinde, toprak bütünlüğüne ve demokratik ulus perspektifi temelinde, Türkiye halklarının ulusal bütünlüğüne bağlı kalarak, Kürt halkı olarak Demokratik Özerkliğimizi ilan ediyoruz”  cümleleriyle, Kürt halkının demokratik özerkliğini ilan etmiştir. Bu çerçeve tabii ki yanıltıcıdır. Konfederalizm bahsinde zikredileceği üzere, Türkiye’deki Kürdistan toplumu KCK anayasasına göre, Irak, Suriye ve İran gibi bir Kürdistan “parçası”dır. DTK, bütün Kürt halkının (Türkiye, İran, Irak, Suriye ve diğer ülkelerdeki) temsilcisi olan “Kongra Gel: Kürdistan Halk Meclisi”nin alt birimidir. Asıl hedef, tek bir ulus kimliği altında bu parçaları konfedere etmektir

Konfederalizm

Murray Bookchın’in bir sonraki merhalede öngördüğü örgütlenme biçimi “konfederalizm”dir. Bir ropörtajda konfederalizme ilişkin görüşlerini şöyle anlatmaktadır. “…halk meclislerini konfedere hale getirme amacı liberter belediyeciliğin temelidir. Bu konudaki yazılarımın hepsi bir konfederasyon çağrısı içerir. Yerel konfederasyonlardan bölgesel konfederasyonlar ve sonra da ulusal ve kıtasal konfederasyonlar ortaya çıkmalıdır. Ama güç her zaman halk meclislerinde olmalıdır ve nihai kararlar her zaman aşağıdan, yani halkın meclislerinden gelmelidir.” (Murray Bookchin ile Söyleşi).

Ona göre, “Belediyeler yüzeyi gerçek politik hayatın arenasını meydana getirirler; ama hiç bir belediye ‘özerk’ [autonomous] olamaz. Özerklik bir efsanedir -bunu başaramazsınız- çünkü her bir insan tüm diğerlerine bağımlıdır ve her bir belediye tüm diğerlerine bağımlıdır. Nasıl ki bireysel egomuz, Max Stirner'in öne sürdüğü şekilde, apansızın veya bir yolla kendiliğinden oluşmayıp, büyük ölçüde kültürel olarak şekillenmişse; biz hepimiz de bir diğerine bağımlıyız. [Ama] aynı zamanda devlete tam bağımlılık [şeklindeki] kusurlu totaliter sanısını da kabul etmiyorum. Ben meclislerde kendilerini yöneten insanlar arasındaki karşılıklı bağımlılık [interdependence] taraftarıyım.” (Murray Bookchin ile Söyleşi).

Murray Bookchin’e göre, tek bir belediyenin sınırlarını aşan problemler tabii olarak demokratikleştirilmiş belediyelerin daha geniş bir konfederasyon formunda bir araya gelme arayışını gerektirecektir. Yerel konfederasyonlardan bölgesel konfederasyonlar ve sonra da ulusal ve kıtasal konfederasyonlar ortaya çıkmalıdır.

Bookchin, bir sözleşmeyle, yani anayasa ile konfederasyona katılan bir topluluğun, konfederasyonun çoğunluğunun ortak karara vardığı bir şeyi yapmak istemediği için, tek taraflı olarak ayrılmasına karşıdır. Zira, katılım bağlayıcıdır, konfederasyon sisteminde karşılıklı bağımlılık esastır. Bookchin’e göre bir topluluğun konfederasyondan ayrılmasının tek yolu, büyük bir meclis işlevi gören konfederasyondaki çoğunluğun şöyle demesidir: "Tamam, eğer istiyorsanız ayrılın, ama yardıma ihtiyacınız olduğunda bizim yardım etmemizi beklemeyin".

KCK Anayasasında, halk meclislerinden yerel konfederasyonlara, daha sonra bölgesel konfederasyonlara ve nihayet ulusal ve kıtasal konfederasyonlara giden model aynen benimsenmiş, KCK anayasasında yasama ve yürütme organları bu sisteme göre tasnif edilmiştir. Yasama organları şehirler için “Özgür Toplum Meclisleri”, coğrafi ve etnik olarak ayrılan bölgeler için “Eyalet-Bölge Meclisleri”, her bir Kürdistan parçası için “Halk Meclisi” ve nihayet Türkiye, İran, Irak ve Suriye ile başka yerlerde yaşayan bütün Kürt halkının temsilcisi olan “Kongra Gel: Kürdistan Halk Meclisi” dir. Ayrıca, bölge için “Demokratik Toplumcu Ortadoğu Konfederasyonu”, tüm dünya için ” Küresel Demokrasi Kongresi” düşünülmüştür.
Teşkilatlanma bakımından benimsenen Murray Bookchin’in konfederasyon modeli, felsefe ve işleyiş olarak KCK nezdinde kabul görmemiştir. Murray Bookchin’in konfederasyon modelinde, nihai kararların her zaman aşağıdan yani halkın meclislerinden gelmesi, yine konfederasyon üyeleri arasındaki ilişkinin “karşılıklı bağımlılık” ilkesine göre belirlenmesi icap etmektedir. Ancak KCK sistemi içerisinde konfederasyon ilişkisi, Kongra Gel’den aşağıya doğru hiyerarşik bir “emir-komuta zinciri” dahilinde kurulmuştur.

KCK Anayasasının beşinci bölümünde, ülkenin coğrafi ve etnik-kültürel özelliklerine göre ayrıştırılması suretiyle eyalet-bölgelerinin oluşturulması ve karar organı olan eyalet-bölge meclislerinin bu temelde örgütlenerek demokratik konfederalizm sistemi içinde yer alması öngörülmüştür.

Ülkenin coğrafi ve etnik-kültürel özelliklerine göre ayrıştırılması, Bookchın’in reddettiği bir modeldir. Onun idealize ettiği Atina’da “Şehir, bir zamanlar yabancıları dışarıda bırakan dar görüşlü bir şekilde aileleri ve kabileleri birleştiren arkaik kan bağının hukuksal olarak ortadan kaldırıldığı yerdir. Akrabalık, cinsiyet, yaş ve diğer şeyler üzerine dayalı hiyerarşilerin potansiyel olarak ortadan kaldırılabildiği ve genel olarak paylaşılan bir insanlık temeline dayalı özgür toplumla değiştirilebildiği bir alandır.

O bir zamanların korkulan yabancısının, başlangıçta genel bir bölge sınırlarında korunan bir yerleşimci olarak ve sonunda toplumsal arenada, politik karar alma mekanizmalarında yer alan bir yurttaş olarak topluluğun içine katıldığı alandır. Her şeyden önce kurumların ve değerlerin, köklerini zoolojide değil sivil insan etkinliğinde bulduğu bir alandır.” (Kominalist Karar Anı)

KCK anayasasında Türkiye, Suriye, İran ve Irak’ta Kürt halkının yaşadığı bölgeler “Kürdistan parçası” olarak adlandırılmıştır. KCK anayasasının 17’inci maddesine göre, bir Kürdistan parçasındaki halkın karar organı “Halk Meclisi” dir. Halk meclisi iç örgütlenmesinde ve çalışma düzeninde Kongra Gel sistemini esas alır. Bu meclis, söz konusu parçadaki halkın demokratik yaşamının ve mücadelesinin gerektirdiği kararları oluşturmakla görevlidir. Kararları Kongra Gel kararları ile çelişemez. Oluşturduğu proje, tasarı ve yasaları Kongra Gel’e göndererek ulusal meclisin kararlaşmalarına katılma sorumluluğuyla çalışır.

KCK anayasasının 46’ıncı maddesine göre, KCK her Kürdistan parçasında halkın öz iradesini esas alır. Bu iradeyi demokratik konfederalizm esaslarına göre ortaya çıkartır. Demokratik ulus birliğini hedefler. Parçalar arası ilişkide konfederal dayanışma ve birlik esastır. Bu dayanışma ve birlik, tüm parçalardaki ve yurtdışındaki halkın ortak karar, yürütme ve denetleme organları ile sağlanır. Ortak ekonomi ve eğitim politikaları, sosyal ve kültürel etkinliklerle ve ortak meşru savunma ile geliştirilir. Bunu sağlayacak olan, “Kürdistan Demokratik Konfederal Birliği”dir.

Murray Bookchin’in akrabalık dahil her türlü hiyerarşilerin potansiyel olarak ortadan kaldırıldığı ve insanlık temeline dayalı özgür bir toplumla değiştirildiğini idealize ettiği ekolojik toplum, KCK anayasasında örgütün “arkaik kan bağı” ile bağlı olduğu “Kürdistan toplumu”na indirgenmiş ve Kürdistan toplumu için devlet dışıkonfederalist bir yönetim biçimi tasarlanmıştır. Bu proje,KCK anayasasında aşağıdaki gibi ifade edilmiştir:
 
“Kürdistan toplumuna dayatılan siyasi anlamda sömürgecilik, ekonomik anlamda açlık, işsizlik, yoksulluk ve talan, kültürel olarak asimilasyon ve soykırım, askeri olarak da işgal konumuna karşı, Kürdistan toplumunun cinsiyet özgürlüğüne ve ekolojiye dayalı demokratik örgütlülüğünü, demokratik toplumcu konfederalizm  esaslarına göre ve radikal demokrasi çizgisinde yaratmak. Kürdistan demokrasisini komşu halklarla birlikte geliştirmek. Kürdistan toplumu içindeki her türlü gericiliğe karşı mücadele ederek, birey ve toplumun ruhsal, düşünsel ve maddi gelişimini  demokratik hak ve özgürlükler çerçevesinde gerçekleştirip ilerletmek. Toplum içinde yaş, cins, sınıf, ulus, etnisite, inanç farklılıklarına özgürlük alanı oluşturmak ve bu farklılıklardan kaynaklanan eşitsizlikleri ortadan kaldırmak” (4/a).

Örgüt, Murray Bookchin’in ulusal konfederasyonların ardından kıtasal konfederasyonlar oluşturma fikrine de sahip çıkmış ve bunu ilkeleri arasına koymuştur. Buna göre önce Kürt halkı, daha sonra küresel emperyalizme karşı dünya halkları özgürleştirilecektir. Bu amaç KCK anayasasında aşağıdaki gibi ifade edilmiştir.

“Kürt halkının demokratik konfederasyon ilkeleri temelinde birliğini esas almak, bölge halklarıyla eşitlik ve kardeşlik temelinde Demokratik Toplumcu Ortadoğu Konfederasyonunu geliştirmek, küresel emperyalizme karşı halkların Küresel Demokrasi Kongresinin yaratılması temelinde mücadele ederek sömürüsüz, baskısız, adil bir küresel sistem yaratmak” (4/l).

Özgür Belediyecilik İçin Savunma Örgütü Gerekliliği

Belediye meclisleri ve konfederasyonlar, tabiatları gereği, devletin ve gücün devletçi biçimlerinin meşruluğuna meydan okur. Murray Bookchın, komünalist bir hareketin devletin kasabalar ve kentler üzerindeki egemenliğini bozacak haklar istemelerine, komünalistlerin kasabaların ve kentlerin güçlerini yeniden kazanma ve onları konfederasyonlarla birbirine bağlama girişimlerine yönetici sınıfların kayıtsız kalmayacağına, ulusal kurumların direnciyle karşılaşacağına inanır.  Ona göre, devlete karşı ikili iktidarı somutlaştıracak halk meclislerini savunan yeni belediye konfederasyonlarının, artan bir politik gerilim kaynağı haline geleceği açıktır. Ya Komünalist hareket bu gerilim sonucu radikalleştirilecek ve kararlı bir şekilde onun tüm sonuçlarını karşılayacak ya da onu değiştirmeye çalıştıkları toplumsal düzenin içine geriye doğru yutan bir uzlaşmalar bataklığına batacaktır. (Komünalist Karar Anı)

“İnsanlar bu çeşit bir yüz yüze demokratik toplumu asla kendiliklerinden başaramayacaklardır. Bunun için mücadele edecek ciddi ve dirayetli bir hareket gereklidir. Ve bu hareketi oluşturmak için, radikal solcular -tabandan kontrol edilen ve böylece de başka bir Bolşevik Parti yaratmayacağımız- bir örgüt geliştirmelidir. Bu yerel temelde ağır ağır biçimlendirilmeli, konfederal şekilde örgütlenmeli ve halk meclisleri ile beraber mevcut güce, [yani] devlet ve sınıf yönetimine karşı bir muhalefet oluşturmalıdır. Ben bu yaklaşımı liberter belediyecilik olarak adlandırıyorum.” (Murray Bookchin ile Söyleşi)
“Bu sistem güç kullanmayı “meşru” sayar ve gücü elinde bulundurmak ister. Zira, kitlelerin ellerinde olmayan güç kaçınılmaz olarak onları baskı altında tutanların ellerine düşmek zorundadır. Güç vardır ve daima var olacaktır. Gerçekten yerinde olan sorun, onun olup olmayacağı değil bir elitin elinde mi yoksa halkın elinde mi olacağıdır –en gelişkin özgürlükçü ideallere uygun bir biçim mi verileceği veya gericiliğin hizmetine mi verileceğidir.” (Komünalist Karar Anı)
Murray Bookchin, için “liderlik” çok önemlidir. Bu hareketin liderlik sorumluluğunu üzerine almaya gönüllü, kendini adamış bireylere ihtiyacı olacaktır. Ancak tarihi tecrübe göstermiştir ki, liderlerin davranışlarında otoriter, kararlarında keyfi olma ihtimali kaçınılmazdır. Bu riski ortadan kaldırmak için, liderlerin üyelere karşı sorumluluğunu belirleyen, demokratik şekilde onaylanmış kurumsal bir çerçeve şarttır. Zira, yönetici sınıflar halk üzerinde isteklerini zorla kabul ettirmek için sınırlandırılmamış otoritelerinde ısrar ederken, kitlelerin keyfi otoriteyi kontrol edecek ve dizginleyecek kurumlar ve kurallara olan bu talebi, tarihin yüzyılları boyunca en önde gelen şeydi. (Bkz. Komünalist Karar Anı)

Bookchin, yüz-yüze demokratik topluma ve taleplerine yönetici sınıfların kayıtsız kalmayacağına, ulusal kurumların direnciyle karşılaşacağına inanır ve bunun için savunma yapacak bir örgütü ve liderliği gerekli görür. Ancak onun korkusu, bu örgütlenmenin topluma tepeden aşağı tahakküm eden bir Bolşevik Parti’ye dönüşmesi, gücün bir elit kadronun eline geçmesi, liderin diktatörleşmesidir. KCK sistemi ve onun ruhunu oluşturan PKK örgütü, onun korkularının tamamına hak verdirecek bir yapıya sahiptir. Anayasada yer alan “Önderlik kurumu” başlı başına bir felakettir.
 
Hiçbir demokratik anayasada olmayan önderlik kurumu, KCK anayasasında yürütme organlarının en tepesinde sayılmıştır. Bu haliyle, tipik bir faşist anayasa örneğidir. KCK Anayasanın 11’inci maddesine göre, Koma Civakên Kurdistan (Kürdistan Toplumlar Topluluğu- Kürdistan Demokratik Toplum Konfederalizmi) kurucusu ve önderi Abdullah Öcalan’dır. Önderlik her alanda bütün halkı temsil eden kurumdur. O, KCK yurttaşlarının genel olarak temsil edildiği yasama organı olan Kürdistan Halk Meclisi’nin de üzerinde olup en son karar merciidir. Genel Kurul kararlarının kendisinin ortaya koyduğu felsefik-ideolojik çizgiye uygunluğunu gözetir, aykırı bulursa iptal eder. Yürütme Konseyi Başkanını görevlendirir. Temel konulara ilişkin Yürütme Konseyi kararlarını onaylar.
 
Bookchin’in yüz-yüze demokrasiyi korumak için meşru saydığı devlete karşı güç kullanma hali, KCK anayasasında “meşru savunma savaşı hali” olarak tanımlanmış ve anayasanın (10/c) maddesine göre yurttaşlara, yurtseverliğin bir gereği olarak yurdun, temel hak ve özgürlüklerin savunulmasına aktif katılma yükümlülüğü getirilmiştir. Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Daimi Meclisi’nin 2010 Aralık ayında yaptığı toplantısında Demokratik Özerklik ilan edilmiş ve “Öz Savunma Gücü” teşkiline karar verilmiştir. Bu gücün fonksiyonunu şu şekilde açıklanmıştır.“Demokratik Özerklik statüsünün kabul edildiği koşularda öz savunma askeri tekel olarak değil, toplumun iç ve dış güvenlik ihtiyaçlarına göre demokratik organların denetimi altında oluşturulabilir. Şehir, kasaba, mahalle ve köydeki yaşayan tüm halklar faşist, gerici ve soykırımcı saldırılara karşı duyarlı olur. Öz savunma esasında bu yönelimler karşısında toplumsal direnişi ifade eder. Öz savunma uluslararası sözleşmeler ve BM tarafından tanımlanan bir haktır"

Komünalist Sistemin Ekonomik Politikası

Murray Bookchin, sorunlarımızın temel nedenlerinin toplumsal -kapitalizmde, ulus devlette- ilişkilerde ve her şeyin ve tüm ilişkilerin metalaştırılmasında yattığını düşünmektedir. O, rekabet, sınıfsal ve hiyerarşik ilişkilerin toplumu çürüttüğüne ve kooperatif bir uygarlığa ihtiyacımızın olduğuna inanmaktadır. İnsan dayanışması maddi kazancın ve egoizmin yerini almalı, insanlar özgürleşmelidir. Bookchin insanların özgürleşmesi için ortadan kaldırılacak şeyleri sıralar.
 
“Ekolojik sorunları çözümlemek için, sadece burjuva hiyerarşisini değil, genel anlamıyla hiyerarşiyi, sadece ataerkil aileyi değil, cinsel ve ailevi tüm tahakküm tarzlarını, sadece burjuva sınıfını ve mülkiyete dayalı sistemi değil, bütün toplumsal sınıfları ve mülkiyeti ortadan kaldırmak gerekmektedir. Sosyal ya da kişisel bütün tahakküm tarzları, içinde yaşanılan topluluğa ve doğaya dair düşüncelerden atılmalı, insanların yönetimi yerini “şeylerin yönetilmesi”ne bırakmalıdır. İnsanlıkla doğa arasında var olan kavga, tamamıyla insanın insanla olan kavgasının bir uzantısıdır. Ekoloji hareketi, tahakküme ilişkin sorunlarını tüm yönleriyle kucaklamadıkça, bugünün ekolojik bunalımının temelindeki nedenleri ortadan kaldırmaya yönelik bir çözüm üretemez (Ekolojik Bir Topluma Doğru, shf. 47).

Bookchin’e göre, toplum olmadan insan var olamaz, esas olan kişisel özerklik değil toplumsal özgürlüktür. Bunu da sağlayacak olan yüz-yüze demokrasi ile çalışan belediye meclisleridir. Komünalizm, toplumun politik yaşamını değil ekonomik yaşamını da değiştirmeyi amaçlar. Bu nedenle amacı ekonomiyi ulusallaştırmak veya üretim araçlarının özel mülkiyetinin devamını sağlamak değil ekonomiyi belediyeleştirmektir. Her üretici girişimin toplumun bir bütün olarak çıkarlarına hizmet etmesi için, üretim araçlarının mülkiyetinin, onun nasıl işletilmesi gerektiğine karar verecek olan, yerel meclise ait olması gereklidir.

Yurttaşlar mülkiyet arzularından kaçınmalı, belediyeler ham madde ve pazarlar için birbirleri ile rekabet etmeye sürüklenen kolektif kapitalizm biçimlerine dönüşmemelidir. Komünalist politik yaşamda, farklı mesleklerdeki işçiler halk meclislerindeki koltuklarına işçiler olarak değil, asıl ilgileri yaşadıkları toplumun genel çıkarı olan yurttaşlar olarak oturmalıdır. Komünalist yaşamda, odağını fiyatlara ve kıt kaynaklara yöneltmiş geleneksel ekonominin yerini ilgisi insan ihtiyaçları ve iyi yaşam olan etik alır.

Yeni yurttaşlığın ortaya çıkışı, geleneksel sosyalizmin özel sınıf kavramını aşmanın bir işareti olacaktır. İnsanlık –maddi çıkardan ziyade aklı öne çıkaran ve bir kıtlık ve maddi yoksulluk ahlakı ile ahenkli olmanın tersine maddi kıtlık-sonrasını gerçekleştiren bir tür olarak onun oluşma yolunu açarak- bilinçliliğin ve rasyonelliğin kendi evrensel durumunu yükseltecektir. Modern kapitalist ekonomide çok olağan olan yaşam ve iş arasındaki ayrım, yurttaşların arzularının ve gereksinimlerinin, üretim sürecinde sanatsal denemelerin ve üretimin düşünceyi ve kendini tanımlamayı biçimlendirmedeki rolünün kaybolmaması için, üstesinden gelinmelidir. (Komünalist Karar Anı)

Murray Bookchin ekonominin konusunu teşkil eden üretilecek şeyler ve bunların miktarı hakkındaki şu ifadeleri kullanır. “Halen meta toplumumuzda, ‘ihtiyaç’ olarak görülenlerin büyük bir kısmı aslında gülünç gereksiz şeyler. Ben hayatın tüm temel ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek kadar üretim yapacak potansiyel bir kıtlık-sonrası toplumunu dikkate alıyorum. Ve eğer toplum rasyonelse, [toplum] insanların fazla çalışmadan ve çok az bir zahmetle rahatça yaşabilecekleri bir şekilde bol olan kaynaklarımızı tekrar dağıtılabilecektir. Gerçek bir cennete sahip olabiliriz; toplumsal ve hatta doğal dünyadaki eziyet çekmeyi en aza indirebiliriz.” (Murray Bookschın ile Söyleşi). Ona göre, kabul edilebilir ihtiyaçların bir bütün olarak topluluk -belediye- tarafından belirlenmesi gerekir.

Günümüz dünyasında her şeyin ve tüm ilişkilerin metalaştırıldığını söyleyen Murray Bookchin’in alternatif olarak sunduğu “ekonomiyi belediyeleştirme”ye dayalı ekonomi modeli, burjuva sınıfını ve özel mülkiyeti reddeden, insanların kooperatif şeklinde örgütlendiği, insan dayanışmasının maddi kazanç ve egoizmin yerini aldığı, ihtiyaçların bir bütün olarak topluluk (belediye) tarafından belirlendiği ve temel ihtiyaçların karşılandığı bir tasarımdır. Bu model Ekonomi ve mali sistem olarak KCK anayasasında (36’ıncı madde) aynen benimsenmiştir.

“Ekonomi ve mali sistem, ekonomi ve maliye komitesinin koordinesinde ve bütçe sistemi içinde yıllık bir planlamayla yürütülür.

Ekonomi sistemi, kar ve metalaşmaya dayalı olmayan, kullanım değeri ve demokratik paylaşıma dayalı sistemi temsil eder. Özgür Toplum Meclislerine dayalı alanlarda üretimin ve mülkiyetin meclis yerleşim yerlerine bağlı olmasını benimser. Köy, kasaba ve şehirlerde kamu yararına olan, ihtiyaçların üretimini artan bir verimlilikle yaratan sanayi ve ticaret rejimi ile tarım ve hayvancılık sistemini uygular. Ayrıca Kürdistan şartlarında orta ölçekli işletmeciliğe önem verdiği kadar, yerelde de yaygın kooperatifleşme, atölyeleşme, döner sermaye işletmeciliğini de geliştirmeye çalışır. Her yerleşim yerinin kendi örgütlülüğüyle temel gereksinimlerini karşılaması hedeflenir.

Kürdistan ekonomisinin büyütülmesi ve refah düzeyinin artırılması için gerekli çalışmalar yürütülür. İşsizlik ve yoksulluğun giderilmesi ve savaş mağduriyetinin ortadan kaldırılması için gerekli sosyal ve ekonomik projeler uygulanır.
 
Kürdistan’da ekonomik kaynakların, yeraltı ve yerüstü zenginliklerin korunması ve toplum yararına aktif bir şekilde işletilmesi sağlanır.
 
Ekonomik üretimi geliştiren ve daha verimlileşmesini sağlayan meslek gruplarının örgütlendirilmesi ve dayanışma içinde çalışmaları öngörülür.
 
Bu ekonomik ve mali rejim ekolojiye uygunluk çerçevesinde yürütülür.”
 
Sonuç
 
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan’ın iddia ettiği gibi, 01 Haziran 2004’ten sonra, örgüt hakikaten paradigmasını değiştirmiş, ideolojik bir yenilenme gerçekleştirmiş midir? Bu anlamda, KCK anayasası bahsedilen ideolojik değişikliğin belgesi sayılabilir mi? Bu soruların cevabını araştırdığımızda, aslında bir paradigma değişikliği, ideolojik bir yenilenme olmadığı kolayca tespit edilebilmektedir. KCK sisteminin dayandığı Murray Bookchin’in felsefesi ile, KCK’nın örgütlenme modeli ve anayasası karşılaştırıldığında bu açıkça görülmektedir. PKK örgütü sadece strateji değiştirmiş, ideolojik yetersizliğini sol liberter bir söylemin kavramlarını ödünç alarak gidermeye çalışmış ve onun arkasına gizlenmiştir. Örgüt esasen, Murray Bookchin’in komün, özgür belediyeler, konfederalizm v.b. örgütlenme modellerini yeni bir şehir yapılanması inşaasında kullanmıştır.

Hiyerarşiyi ve tahakkümü sömürü düzeninin müsebbibi gören, bunu tarih boyunca insanlığa karşı işlenmiş en büyük suç olarak değerlendiren M.Bookchın, bu kötülüklerden kurtulmanın çaresini, yüz-yüze demokrasinin gerçekleşeceği bir toplum modelini hayata geçirmede görmüş, bu görüşlerinin günün birinde bir anayasaya dönüşmesini şu sözlerle temenni etmiştir. “Yapı ve kurumların yokluğu kaosa ve hatta keyfi tiranlığa yol açar. Ben hukuka inanıyorum ve benim düşlediğim geleceğin toplumu, bir anayasaya da sahip olacaktır. Tabii ki, anayasa yetkilenmiş insanlarca [yapılacak], dikkatli düşüncenin bir ürünü olmalıdır. Demokratik olarak tartışılmalı ve oylanmalıdır. Ama insanlar onu bir kere kabul ettikleri zaman, artık herkes üzerinde bağlayıcı olmalıdır.”

PKK örgütü M.Bookchın’in kavramlarını ve örgütlenme modellerini kullanarak bir anayasa yapmıştır. Ancak bu anayasada; KCK yurttaşlarının genel olarak temsil edildiği yasama organı olan Kürdistan Halk Meclisi’nin de üzerinde olan bir önderlik kurumu (Abdullah Öcalan’ı) yürütme organın en tepesine yerleştirilmiş, onun her alanda bütün halkı temsil ettiği belirtilmiştir. Komünalist felsefenin reddettiği tahakkümcü yapı, KCK anayasasında meşrulaştırılmıştır. Bu haliyle, hiçbir demokratik ülkede kabulü mümkün olmayan faşist bir anayasa yapılmak suretiyle Murray Bookchin’in umutlarına ve felsefesine yazık edilmiştir.
 
Murray Bookchin, komünal toplumun özerk belediyeler yoluyla aşağıdan yukarıya doğru teşkilatlanmasını ve diğer belediyeler ile karşılıklı işbirliği esasına göre konfederasyonlar oluşturmasını öngörürken, kurulduğu 1970’li yıllardan beri katı bir disiplin ve hiyerarşiyle hareket eden PKK-Kongra Gel örgütü, bütün “Kürdistan toplumunu” yukarıdan aşağıya doğru sokağa kadar örgütlemeyi model almış ve katı bir hiyerarşik sistem kurmuştur. KCK sistemi, söylemi ne olursa olsun, Murray Bookchin’in ta başından itibaren reddettiği ve sömürünün sebebi sayarak lanetlediği hiyerarşik ilişkiler biçimine göre yapılandırılmıştır. Bu ilişkiden özgür insan ve özgür toplum çıkmaz. KCK anayasasında karşı çıkılan hiyerarşi ve tahakküm, devlet hiyerarşisi ve tahakkümüdür. Örgüt KCK sistemi ile, Kürt halkı üzerindeki tahakkümü devir almak istemektedir.
 
Yararlanılan Kaynaklar:
 
Demokratik Siyaset ve Demokratik Toplum Savunması,
 http://www.kurdish-info.eu/media/files/KCKSavunma%20genel.pdf
Ekolojik Bir Topluma Doğru, Murray Bookchin, Ayrıntı Yayınları, 1996.
KCK Örgütlenme Modeli ve Amacı-SDE Analiz, Savunma Güvenlik Koordinatörlüğü
KCK; Komünalizm ve Konfederalizm, Adnan Boynukara, http://www.haber10.com/makale/26003/
Komünalist Karar Anı, Toplumsal Ekoloji, Sayı 1.
Murray Bookchin ile Söyleşi, http://www.anarkismo.net/article/9870
Öğrenen Örgütler ve Terör Örgütleri Bağlamında PKK, Cenker Korhan Demir, Uluslararası İlişkiler, Cilt 5, Sayı 19 (Güz 2008), s. 57-88)
 
 
(*)Murray Bookchin, Çar döneminin Rus devrimci hareketinde faal bir rol oynamış olan göçmen bir babanın çocuğu olarak 14 Ocak 1921’de New York City’de doğdu. Daha 1930’larda Komünist gençlik hareketine katıldı, ama 1930’ların sonunda bu hareketin otoriter karakterinin farkına vardı. İspanya İç Savaşı’na ilişkin etkinliklerin örgütlenmesinde yoğun bir şekilde yer aldı. Eylül 1939 Stalin-Hitler anlaşmasına kadar komünistlerle birlikte kaldı, bu tarihte Troçkist-anarşist sapmaları nedeniyle ihraç edildi. Troçki henüz hayattayken Amerikan Troçkistlerine sempati duydu ve aktif olarak eylemlerine katıldı, ama birkaç yıl sonra, özellikle Troçki’nin ölümünden sonra, onların geleneksel Bolşevist otoritarizmden hayal kırıklığına uğradı.
 
Zaman içinde, özgürlükçü bir sosyalist oldu ve Yeni Sol hareketlere başlangıçlarından itibaren etkin bir şekilde katıldı ve Amerika Birleşik Devletleri’nde toplumsal ekoloji hareketine öncülük etti. l960’ların sonlarında Bookchin, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki en büyük özgür üniversitelerden biri olan, New York’taki Alternatif Üniversite’de, daha sonra Staten Island’da New York Şehir Üniversitesi’nde dersler verdi. 1974’te Plainfield Vermont’da, eko-felsefe, toplumsal teori ve alternatif teknolojiler konularında Bookchin’in düşüncelerini yansıtan dersleri nedeniyle uluslar arası bir ün kazanan Toplumsal Ekoloji Enstitüsü’nün kurucularından biri oldu ve enstitüyü yönetti. 1974’te, New Jersey Rampo College’de
ders vermeye başladı, 1983’te toplumsal teori profesörü oldu.
 
Belli başlı çalışmaları The Limits Of The City [Şehrin Sınırları] (1974), The Spanish Anarchists [İspanyol Anarşistleri] (1977) ve Toward an Ecological Society [Ekolojik Bir Topluma Doğru] (1981) çok iyi karşılandı ve The Ecology Of Freedom [Özgürlüğün Ekolojisi] (1982); 1991 Özgürlüğün Ekolojisi-Hiyerarşinin Ortaya Çıkışı ve Çözülüşü 1994) girişi olarak görüldü. Bu büyük yapıt yalnız The Village Voice’da (New York’un en büyük haftalık dergilerinden biri) değil, American Anthropologist gibi bilimsel dergilerde de alkışlarla karşılandı. The Rise Of Urbanization and The Decline Of Citizenship [Kentleşmenin Yükselişi ve Yurttaşlığın Düşüşü] (1987; Kanada’da Urbanization Without Cities [Şehir Olmadan Kentleşme] başlığıyla yeniden yayımlandı (1992) bu kitabı yurttaş özyönetimi ve konfederalizme ilişkin tarihsel bir araştırmadır. En son kitapları: Remaking Society [Toplumu Yeniden Yapmak] (1989) ve The Philosophy Of Social Ecology [Toplumsal Ekoloji Felsefesi] (1990, gözden geçirilmiş basım 1994).
 
1930’larda geleneksel bir Marksist olan Bookchin, Peter Kropotkin’in anarşik geleneğinde bir sol-libertere dönüştü. Anarşist düşünce hakkında son dönemlerde yazan tarihçilerden birinin (Peter Marshall, Demanding The Impossible [Olanaksızı İsteme] (1992) vurguladığı gibi, geleneğe başlıca katkısı, sol-liberter bir felsefi ve etik bakış açısından, âdemi merkeziyetçi, hiyerarşik olmayan ve popüler gelenekleri ekolojiyle bütünleştirmekti. 1950’lerde ve 1960’lı yılların başlarında, büyük ölçüde orijinal olan bu görüşler, o zamandan bu yana, Fritz Schumacher’ın ve birçok eko-feministin yazıları sayesinde, zamanımızın genel bilincine girmiştir. Bookchin’in yaklaşımının radikalizmi, doğaya hâkim olma anlayışımızın, esas olarak insanın insana hâkim olmasından, tarihsel olarak ortaya çıkışını, öz gerontokrasilerde, babaerkilerde ve diğer baskıcı tabakalarda aramasında yatmaktadır. Yazıları, sınıf ve sömürü ilişkilerinin ötesinde, kökleri uzak geçmişte olan, hiyerarşik ve tahakkümcü ilişkilere ulaşmaya çalışmaktadır.
 
1970’lerden itibaren tüm dünyada gelişmekte olan Yeşil harekette önemli bir ses olmuş ve Yeşil politikanın doğası ve geleceği konusunda birçok yazı yazmıştır. Son yıllardaki en önemli taleplerinden biri, yeni bir politika ya da onun “özgürlükçü belediyecilik” dediği, belediye, mahalle ve kasaba düzeyinde doğrudan demokrasiye dayalı halk meclislerinin yeniden oluşturulmasını temel alan bir politikadır. Yurttaş dar ufukluluğu tehlikesinden kaçınmak için, merkezi ulus-devlet yerine, âdemi merkezi bir yurttaş konfederasyonu öne sürmüştür. Ayrıca bugünkü kapitalist mülkiyet ve idare sistemine, sosyalistlerin savunduğu millileştirilmiş ekonomiye ve sendikalistler tarafından savunulan sanayide işçi mülkiyeti ve özyönetime karşı olarak, yerel inisiyatiflere bağlı bir ekonomi talebini ileri sürdü. Bu düşünceler Kuzey Amerika ve Avrupa’da Yeşil hareketler içinde yoğun bir şekilde tartışılmıştır.

 

Yazarın Diğer Yazıları
Köşe Yazıları
ATCOSS
SD Dergi