fbpx
Connect with us

Arkeoloji

Erken insanlığın yeni türü Hobbit’ lerden bile daha küçük

Published

on

Araştırmalar ile beraber Filipinler’de bulunan Callao mağrasında 13 adet Homo luzonensis iskeleti ve dişi bulundu. İnsanların öncelerden bilinmeyen akrabasının iskeletleri ve dişleri – keşfedilenlerden bir tanesi Hobbit olarak adlandırılanlardan bile daha küçük – Filipinler’de bulunan bir adadaki mağaranın derinliklerinde keşfedildi. Yeni bulunan tür Luzon’un onuruna Homo luzonensis olarak adlandırılmaktadır.

Bu adada gizemli varlıklar 50,000 yıldan daha önceki dönemlere denk gelen geç buzul çağı boyunca yaşamışlardır. 4 ayak (1.2 metre) uzunluğundan daha kısa olan Homo luzonensis kayıtlarda cüce olarak bilinen ikinci insan türüdür. ‘Hobbit’ olarak da bilinen ilk cüce türü olan Homo floresiensis kalıntıları 2004 yılında Endonezya’nın Flores adasında bulunmuştur. Ancak Homo luzonensis Hobbitler kadar kısa olsa da birçok özelliğini diğer eski insan akrabalarıyla paylaşmaktadır. Kavisli bir ayak yapısı vardır ve parmak iskeleti Australopithecus (Ünlü Lucy’yi kapsayan bir tür) gibidir. Küçük azı dişleri Australopithecus, Homo habilis ve Homo erectus türlerinin karakteristik özellikleri ile benzer özellikler göstermektedir. Küçük öğütücü dişleri ise modern insanların ya da Homo Saphiens türünün küçük öğütücü dişlerine benzemektedir.

Telif hakkı Callao Mağrası Arkeoloji Projesi’ne aittir.

Paris’te bulunan Ulusal Doğa Tarih Müzesi’ nde Paleoantropolog olan ve çalışmanın başında bulunan araştırmacı Florent Détroit, muhabirlere bulunduğu açıklamada; ‘’Bu fosil elementleri Homo cinsinin diğer türlerinde görülmeyen morfolojik [yapısal] özelliklerin bir kombinasyonunu gösterir, bu durum Homo luzonensis adını verdiğimiz yeni bir türe işaret ediyor.’’ demektedir.
Homo luzonensis kalıntılarını bulmak yıllar almıştır. 2007 yılında Luzon’un Callao mağarasında bilim insanları tarafından bulunan 67,000 yıllık ayak tarağı ya da ayak parmağı iskeletinden sonra birbirini takip eden 2011 ve 2015 yıllarındaki kazı çalışmaları planlanmıştır. En azından 2 yetişkin ve bir çocuğa ait olan 2 el iskeleti, 3 ayak iskeleti, 1 kalça iskeleti ve 7 diş olmak üzere toplamda 13 fosil iskelet ve diş açığa çıkarıldı. Bu fosillerden bir tanesi 50,000 yıl önceye tarihlenmiştir. Bugün(10 Nisan) online olarak Journal Nature’ de yayınlanan çalışmalara göre Homo luzonensis türü; H. sapiens, Neanderthals, Denisovan ve H. Floresiensis türlerini kapsayan diğer insan soyları ile aynı zaman diliminde yaşamıştır.

Bir Homo luzonensis bireyine ait olan üst sağ dişlerden bazıları. Soldan sağa: 2 küçük azı dişi ve 3 azı dişi
Telif hakkı Callao Mağrası Arkeoloji Projesi’ne aittir.

NEYE BENZİYORDU?

Homo luzonensis türünün neye benzediğini söylemek çok zor. Detroit ‘’Çünkü elimizde bulunan elementlerden bunu söylemek zor olacaktır. ‘’ demiştir. Dişler H. floresiensis türünün dişlerinden daha küçüktür. Detroit aynı zamanda ‘’Büyük ihtimalle yeni bulunan tür küçük cüsseli idi.’’ demiştir. Hatta kavisli ayak kemikleri ve parmakları Homo luzonensis türünün ağaçlara tırmanma ile beraber dik zeminde yürüme konusunda usta olduğu izlenimini vermektedir. Detroit ‘’2 milyon yıl önce Homo geninin sıkı bipedalist olduğunu (iki ayak üzerinde yürümek anlamına gelir) varsayarsak, Homo luzonensis türünün kesinlikle ‘ağaçlara geri dönüş’ olduğunu iddia edemeyiz. Aksine bu özellik ortaya çıkabilir, çünkü H. luzonensis türü izole olmuş bir adada yaşamaktaydı.’’ Açıklamasında bulundu. ‘’Ancak bu ele alınabilecek ilginç bir soru.’’ dedi. ‘’ H. luzonensis diğer tüm Homo türlerinin üyeleri gibi sıkı bipedal bir türse, ilkel özellikler onların bipedal yürüyüş şeklini değiştirdi mi değiştirmedi mi? Ancak bu soruyu sormak için erken, bunun üzerinde çalışmaya ihtiyacımız var.’’

Homo luzonensis türünün proksimal ayak parmak kemiği. İskeletin uzunlamasına kavisi bu türün ağaçlara tırmanma konusundaki yetkinliğini göstermektedir. Telif hakkı Callao Mağrası Arkeoloji Projesi’ne aittir.

Homo luzonensis türünün insan soyağacına ait olması ve bu küçük insan akrabaların, en az 2.6 milyon yıl boyunca ada olan ve kara parçasına sahip olmayan Luzon adasına nasıl ulaştığı dahil olmak üzere sayısız gizem çözülmemiş olarak kalmıştır. Detroit ‘’700,000 yıl önceye dayanan Luzon Adası’ndaki hayvan kesim kanıtları göstermektedir ki Asya Homo Erectus (belki Çin’den) türünün bir kısmı başarılı bir şekilde denizden karşıya geçmiş ve Luzon adasına yerleşmişlerdir. Ardından adada Homo luzonensis türününün ‘insular endemizm’ etkilerini yaşadıkları bir sonuçla ile karşılamışlardır. Fakat bu kurgusal bir durumdur, bu basit senaryoda bir ya da birkaç açıdan yanlış olabilirim. İleride bu konuyla ilgili çalışacağız.’’ dedi.

Detroit ‘’Bilim insanları iskeletlerden herhangi bir DNA örneği alamamışlardır. Bunun sebebi Filipin’in nemli ve sıcak iklimi genetik materyallerin korunmasına yardımcı olmamıştır.’’ Açıklamasında bulundu. Gene de kalıntılardan proteinlerin elde edilebileceğini açıklayan araştırmacılar bu sonucun aile soyağacına ışık tutacağını belirtmişlerdir. Detroit ‘’ Erken bilinmeyen türler insan yapısının evrimsel karmaşasını göstermektedir. Bipedal primat olan; beyinleri büyük insanların, atalarımızın ve evrimsel olarak bize yakın olan kuzenlerimizin karmaşıklığını görmekteyiz.’’ Dedi.

DIŞ DÜŞÜNCELER

Çalışmaya dahil olmayan, Kanada Ontario Lakehead Üniversitesi’nde antropoloji alanında Doçent olan ve Kanada İnsan Kökenleri Araştırma Başkanı olan Matthew Tocheri konuyla ilgili görüşlerini Journal Nature ‘da açıklamıştır. Çalışma raporlarında ‘kayda değer bir keşif’ olduğunu yazmış, ‘’şüphesiz önümüzdeki aylar, haftalar ve yıllar boyunca bilimsel tartışmaları ateşleyecek bir çalışma’’ olduğunu yazısında belirtmiştir.

Örnek vermek gerekirse antropologlar her zaman birkaç fosil buluntusuna bağlı olan yeni türlerin keşiflerine şüpheyle yaklaşmaktadırlar. Bununla beraber Almanya Jena’de bulunan Kimyasal Ekoloji için Max Planck Enstitüsü ekstrem olay araştırma grubunun grup lideri Huw Groucutt, Live Science için e-mail yolu ile açıklamada bulunmuştur. Bu açıklamada ‘’ Homo luzonensis türüne ait olan kalıntılar için ‘’iyi değil’’ dense de yeni çalışmaların yazarları cücelerin yeni bir tür olduğuna dair güçlü çalışmalar sunmaktadır.’’ Demiştir. Groucutt ‘’Bu buluşlar göstermektedir ki insan evrim çalışmaları Avrupa ve Güney Afrika gibi çok uzak olan birkaç küçük ve sıra dışı alanlara dayanmaktadır. ‘’ demiştir. ‘’Buluşlar ne kadar çok sürpriz kalıntıların var olduğunu bizlere göstermiştir. Ve insan evriminin yol açtığı tüm bu hominin çeşitli formlarını bu sayede görmekteyiz.’’

Çeviri: Meltem TERZİOĞLU

Kaynak: https://www.livescience.com/65201-newfound-ancient-human-relative-homo-luzonensis.html

Arkeoloji

Tutankhamun’un Mezarına İngiliz Arkeologlarının Cevabı

Published

on

Hiç akla gelmeyecek bir yerde, bir bar ve bir süpermarket arasında kalan bir arazide gömülü inanılmaz bir mezar odası bulundu. Bulunan bu kraliyet mezarlığı İngiliz arkeologların Tutankamun ‘un mezarına verdiği cevap olarak nitelendiriliyor. Bu kazı mısır firavununun mezarı kadar ışıltılı ve dikkat çekici olmasa da, Anglosakson Dönemine ait en önemli keşifler arasında yerini aldı bile. Kazıda bulunan materyaller, o dönemin kültürü, insanları ve el işçiliğine ışık tutuyor. Mezar odası ilk olarak 2003 yılında İngiltere Essex ‘te yol çalışmaları sırasında keşfedildi. Yıllar süren titiz çalışmaların sonunda Londra Arkeoloji Müzesi (MOLA) arkeologları tarafından henüz yapılan açıklamada mezarın büyük ihtimalle MS 6. Yüzyıl’dan bir Anglosaksonların prensine ait olduğu açıklaması yapıldı. Mezar aynı zamanda bilinen en eski Hristiyan mezarı olma özelliği taşıyor.

Mezar odasının içinde içme kapları, kase, sürahi © MOLA

MOLA Araştırma Direktörü Sophie Jackson, “Kazı bu ülkenin gördüğü en önemli Anglosakson keşiflerinden biri.” Diyerek kazının önemini belirtiyor. Mezarın içinde bulunan paralarla yapılan karbon tarihlenmesi testleriyle mezarın MS. 575 ile 605 yılları arasında inşa edildiği bilgisine ulaşıldı.

mavi renkte kaplar © MOLA

Odada bulunan materyaller arasında altın bir kemer tokası, bir Bizans sürahisi, süslü bir içme boynuzu, dekoratif bir kase, mavi renkte kaplar ve altın haçlar dikkat çekiyor. Haçlar mezarın bir hristiyana ait olduğunu fikrini kesinlemekte fakat mezar odası gibi cenaze gelenekleri Hristiyanlık öncesi inanç ve gelenekleri yansıtmakta.

Bir diğer önemli bulgu da mezarın içine dağılan lir (antik arp benzeri bir Anglosakson enstrümanı) kalıntıları. Enstrüman çürümüş olmasına rağmen uzmanlar tarafından uygulanan tekniklerle lirin büyük ihtimalle Hindistan ya da Sri Lanka’ dan getirilmiş değerli taşlarla dekore edildiği tespit edidi.

lir kalıntıları. © MOLA

Yapılan incelemelerde araştırmacılar mezarın genç ve 1.73 boyunda bir erkeğe ait olduğunu saptadılar. Mezar odasında bulunan değerli eşyalar ve mezarın şaşaalı yapısı mezarın sahibinin bir aristokrat ya da kraliyet ailesi mensubu olduğu iddialarını destekliyor. Her ne kadar kimliğinin tespiti mümkün olmasa da, mezarın Kral Saebert’ in kardeşi Seaxa’ ya ait olduğu tahmin ediliyor.

Zorlu araştırmalar sonucunda, 6. yüzyılda yapılan mezar odasının rekonstrüksiyonu. © MOLA

Çevrede bulunan altın paralar arkeologların mezarı bulmasına yardımcı oldu. © MOLA

Editör / Yazar: Selin Ayça ÇELEBİ

Kaynak: https://www.iflscience.com/editors-blog/britains-answer-to-tutankhamuns-tomb-discovered-between-a-supermarket-and-a-pub/

Continue Reading

Arkeoloji

Bilim İnsanları, Kehribar İçine Sıkışmış Antik Deniz Canlıları Buldu

Published

on

Güneydoğu Asya’daki Myanmar’ da bulunan kehribar, görünüşe göre 100 milyon yıl önceki doğal dünyayı incelemek için inanılmaz derecede zengin bir kaynak haline geliyor. Geçen yıl, kurbağalar, salyangozlar, bir yılan, garip tüyler ve oldukça tuhaf böcekler ortaya çıktı. Bütün bunların ortak noktası ise karada yaşayan canlılar olması. Fakat şimdi paleontologlar küçük bir kretase dönemi kehribar parçası yığınında gerçekten garip bir şey keşfettiler: deniz canlıları, karada yaşayan canlılar ile yan yana. Dört deniz salyangozu ve okyanustan genç bir ammoniti. Yüksek ve düşük gelgit arasındaki bölgede yaşayan dört balık kenesi (ve mutemelen üç tane daha) de sahil kumu ile birlikte kehribarın içerisinde. Karasal canlı olarak kehribar, 22 akar, bir örümcek, 12 yetişkin böcek (sekiz sinek, iki ateşböceği, bir parazitik yaban arısı ve bir hamam böceği) ve bir kırkayak içeriyor. Ve hepsi bir yığın halinde 33-29-9.5 milimetrelik bir hacim içerisinde.

Araştırmacılar, “Kehribarda suda yaşayan organizmaları bulmak nadirdir ve kehribarda denizde yaşayan organizmalarını bulmak daha da nadirdir, ancak bu kehribar makroskobik deniz organizmalarıyla birlikte intertidal, karasal ve potansiyel olarak tatlı sudaki su organizmaları bulunduruyor.” yazdı. Kehribar kesinlikle gizemli. Paleontologlar, örneğin, kaç yaşında olduğunu çözemediler. Kehribarın bulunduğu volkanik kaya matrisindeki zirkonların uranyum-kurşun tarihini en fazla 98,8 milyon yıllık, ancak kehribarın üzerindeki kumtaşı tabakasının fosilleşmiş bir amonit içerdiği ve 113 milyon yıldır orada olduğu düşünülüyor. Kehribarın, toplandığı yataktan daha yaşlı olması mümkün. Bu yüzden 113 milyon yıldan daha eski olabilir. Bu, şu anda çözülemeyen bir sorun.

Neyse ki, nasıl aynı kehribar parçası içerisinde böylesine çeşitli canlıların olduğu, tahmin etmesi biraz daha kolay bir konu. İşte ipucu : Ammonit ve deniz gastropodlarının kabukları hafifçe aşınmış, önemli miktarda bir ammonit kabuğu kaybolmuş ve açıklığı kumla tıkanmış; Ayrıca ammonite veya salyangoza ait yumuşak doku belirtileri de yok. Reçine suya batırıldığında düzgün şekilde katılaşmaz. Bu nedenle suya bir damla düşmesi ve deniz hayvanlarını topladıktan sonra kehribara dönüşmesi pek mümkün değil. Paleontologlar, burada gördüğümüz deniz canlılarının çoktan öldüklerini, kabuklarının gelgitlerle taşındıklarını ve kumsala vurdukları sonucuna vardılar .

Orada da bir ağaç reçinesi bloğunda yakalandılar. “Reçine içindeki makroskopik deniz makrofosillerinin varlığı reçine ormanının bir sahile yakın bir yerde olduğunu, muhtemelen bir plajın yanında büyüdüğünü ve istisnai olaylara maruz kalabileceğini öne sürüyor ” yazdı araştırmacılar.“Kabuklar, istisnai derecede yüksek, belki de fırtına kaynaklı bir gelgit, hatta bir tsunami veya başka bir yüksek enerji olayı kaydedebilir.

Alternatif ve daha muhtemel olarak, reçine kıyı ağaçlarından sahile düşerek, karasal eklembacaklıları ve plaj kabuklarını topladı ve son derece yüksek enerjili plaj ortamından sağ çıkıp kehribar olarak kaldı.” Ve Myanmar’ daki bir kumtaşı yatağının altına gömülen kehribar bu şekilde milyonlarca yıl kaldı. Deniz hayvanları içeren diğer kehribar örnekleri bulunana kadar bu tür kalıntıların nasıl ortaya çıktığı hakkında daha fazla bilgi edinemeyebiliriz.

Editör / Yazar: Ramazan Fırat Şahin

Kaynak: https://www.sciencealert.com/cretaceous-sea-creatures-have-been-found-trapped-in-amber-alongside-insects

Continue Reading

Arkeoloji

Tutankhamun’un Karmaşık Ailesi ve Firavun Kız Kardeşi

Published

on

Tutankhamun’dan önce kadın bir firavunun bölgeye hükmettiği arkeologlarca bilinen bir gerçek. Hatta şu an Tutankhamun’un mezarı olan lahit aslen bu hükümdar için yapılmıştı. Bu firavunun adı bilinse de – Neferneferuaten Ankhkheperure – gerçek kimliği açığa çıkarılamamıştı. Yeni yapılan tartışmalı araştırmalara göre bu hükümdar Tutankhamun’un 2 ablasından biri. Muhtemelen Tutankhamun’ un babası Kral Akhenaten hayata veda ettikten sonra sonra küçük ablası Neferneferuaten 12 yaşında ilk kadın firavun olarak hükmetmeye başladı ve ablası Meritaten de ona eşlik etti. Ama Meriaten’ in eşlikçi pozisyonu uzun sürmedi. Kardeşinden 1 yıl sonra kendini de firavun ilan ettiğini ifade ediyor Quebec Üniversitesi profesörü Angenot, geleneksel anlayış olan kraliçe ve firavun hükümdarlığının yerine 2 firavun olarak hükmettiler. Angenot ’un iddiaları Mısır bilimciler tarafından kabul edilmedi. Genel görüş bahsi geçen eşlikçi kraliçenin Tutankhmun’un üvey annesi Nefertiti olduğu yönünde.

Tutankhmun’un Karmaşık Ailesi

İngiliz arkeolog Howard Carter Tutankhamun’ un mezarını keşfettiğinden beri Tutankhamun’un ailesi oldukça ilgi çekiyor. Tutankhamun’un aile ilişkileri oldukça karmaşıkt. Babası Firavun Akhenaten, antik Mısır tanrısı, güneş diski olarak bilinen Aten’e tapınıyordu. Veba Mısır’ı vurduğunda Akhenaten hükümdarlığının 17. yılındaydı. Profesör Angenot’a göre o dönemde Firavun’un 3 kızı vebadan hayatını kaybetmişti. Live Science’a yaptığı açıklamada ‘vefat eden 3 çocuğunun ardından hayatta kalan 4 çocuğunu hükmetmek için hazırlamaya başladığına inanıyorum.’ dedi. Böylece Akhenaten en büyük kızı Meritaten’le evlendi ve diğer kızı Ankhesenpaaten’ i Tutankhamun’ la evlendirdi.

Böylece Tutankhamun kral olduğunda kızı da kraliçe olarak ona eşlik edecekti. (Mısır’da kraliyet arasında aile içi evlilikler normal görülüyordu.) Çocuklarını taker taker kaybederken en küçük çocuğu Neferneferuaten 7 yaşındaydı. Çok küçük olduğu için iyi bir kraliçe olamazdı. Çocuk sahibi olamayacağı için soyu devam ettiremezdi, yalnızca firavun kanı taşıyordu. Bu noktada Akhenaten onu kraliçe değil kral ilan etmeye karar verdi ve firavun ilan etti. Eğer bu teori doğruysa Akhenaten yaşamını yitirmesinin hemen ardından Tutankhamun tahta geçmek için fazla küçükken Mısır’a hükmeden gizemli kadın firavun Neferneferuaten Tasherit’ti.

Gizemli Kraliçe

Akhenaten’in yaşamını yitirmesinden sonra bir kraliçenin hükmettiği 50 yıldır biliniyor. Tutankhamun’un mezarına yapılan incelemeler mezarın aslında bir kadın için yapıldığını ve üzerinde isim kalıntıları olduğu görüldü. Çoğu Mısır bilimci bunun ismini değiştiren Nefertiti olduğunu, bazılarıysa babasıyla evlenen Meritaten olduğunu düşünüyor. Angenot’sa en mantıklı olanın doğum ismini kullanan Neferneferuaten’in hükmetmiş olması olduğunu düşünüyor. Bu yalnızca bir tahmin değil. Kraliyet isimleri genellikle doğum isimlerini de kapsar. ‘Bu yüzden bu gizemli kadının Nefertiti ya da Meritaten olamayacağını düşünüyorum çünkü ikisinin de isimleri Neferneferuaten değil. Kraliyet ismi ve doğum ismi uyuşan tek aday Neferneferuaten. Tek problem en küçük çocuk olduğu için tahta oturma şansının düşük olması.’ diyor Angenot.

Angenot, Neferneferuaten’in tahta oturmuş olduğuna dair kanıtlara sahip. Bir sanat tarihçisi olarak, daha önceden bulunan ve Akhenaten’in ya da Nefertiti’nin olduğu düşünülen heykel ve kafa tasının genç Prenses Neferneferuaten’e ait olduğunu iddia ediyor. Dahası göstergebilimsel analizler başla yapılan bir jestin Akhenaten ve Meritaten’in çocuklarının çizmlerinde ve 2 kraliyet üyesinin tamamlanmamış ikonlarında görüldüğünü kanıtladı ki bu Neferneferuaten firavun olarak hükmetmeye başlamasının ardından ablası Meritaten’in ona eşlik ettiğinin göstergesi.
Tutankhamun’dan sonra gelen hükümdar iki kadının hükümranlığını onaylamadığı için döneme ait ikonların yok edilmesini emretmiş ve bu yüzden o dönem hakkında çokk fazla bilgimiz yok.
Neferneferuaten ve Meritaten aynı kraliyet ismini paylaşmış olabilir. Üstelik Mısır’ ın kadınlar tarafından yönetilmesi görülmemiş bir şey değildi. Daha önce Hatshepsut ve Sobekneferu tarafından da yönetilmişti.

Ya Sonra?

Angenot araştırmasını 20 dakikalık bir sunum olarak sundu ve şu an kağıda döküyor. Çoğu Mısır bilimci daha fazla bilgi edinebilmek için araştırmanın yayınlanmasını bekliyor.  ‘Ahmose and Tetisheri Project’in yönetmeni Mısır bilimci Stephen Harvey, Angenot’un iyi bir araştırma yaptığını ve kimin olduğu belli olmayan heykeller için iyi bir dayanak oluşturduğunu ve fikirlerini nasıl sunduğunu görmeyi sabırsızlıkla beklediğini söyledi. Tamamen karşıt fikirlere sahip olanlar da yok değil bir başka Mısır bilimci Aidan Dodson bu teorinin ilginç olmasına rağmen inanılabilir olmadığını ifade etti. Dodson bir jestin 18. Hanedanın bir prensesiyle bağdaşlaştırılmasının olanaksız olduğunu belirtiyor ve bahsi geçen kadın firavunun Nefertiti olduğuna dair bir kitap yazıyor.

Dahası tamamlanmamış abidelerde 3 hanedan üyesinin ismi için daha isim kabartması var. Bunlardan 2’s, krala ve biri de kraliçeye ait olabilir. Dodson, Angenot’un kendisine ‘2 kadın firavun aynı ismi kullandığı için bu isimler birleştirilip Neferneferuaten Ankhkheperure Meritaten şeklinde işlenmiş olabilir.’ dediğini iddia ediyor ama daha sonraları bu yöntemi destekleyen hiçbir uygulama olmadığı için bunun yanlış olduğunu savunuyor. ‘Ek olarak Neferneferuaten, önceleri Nefertiti’ nin isminin bir parçasıydı yani eşi hayatını kaybettikten sonra bu ismi firavun ismi olarak kullaması çok da şaşırtıcı olmazdı.’ diyor Dodson. Mısır Bilimci Harvey Angenot’ un çalışması yayınlandığında değerlendirilmesinin daha kolay olacağını ve konu hakkındaki detayları öğrenip iyi bir değerlendirme yapmayı istediğini belirtti.

Editör / Yazar: Şeyma SÜRÜCÜ

Kaynak: https://www.livescience.com/65433-king-tut-sisters-pharaoh.html

Continue Reading

Öne Çıkanlar