fbpx
Connect with us

Uzay

Oldowan Alet Kültürü

Published

on

En eski taş alet kültürüdür. Etüyopya’ da bulunan Gona ve Omo Basins’ te görülmüştür ve yaklaşık olarak 2.4 milyon yıl önceye dayanmaktadır. Homo Habilis tarafından yapılmıştır. Pepple, doğrayabilme özelliği kazandırmak için bir tarafı kabaca pullu yapılan taş aletlerdi. Oldowan kültürü basitti ve alet yapımının üzerine uzmanlaşmamışlardı. Çok amaçlı alet türleri ortaya çıktı. Bu aletler et kesmek, deri ya da ağaçların yüzeylerini kazımak ya da çekiç görevini yerine getirmek için kullanıldı. Anahtar sıfatındaki yenilik, doğrama ya da kesme kenarı yaratmak için gerçekleştirilen yontma taş tekniğidir. Çoğu Oldowan aletleri, bir kayaya öte kayayla tek bir darbe vurarak keskin pullu kenar yaratılarak yapılır.

En iyi pullu modeller kristal yapılı olan çört, bazalt, kuvars gibi taşlardır ve vurularak yapılırdı. Bu tekniğin yayılımı erken insanların öğrenim yetisine ve kaya tiplerinin arasındaki farkları ayırt edebildiklerini işaret eder.  Tipik olarak çoğu pul modelleri tek bir ‘’göbek’’ taşından, vurma darbesi için daha yumuşak bir çekiç taş kullanılarak yapılmıştır. Bu çekiç taşlar belki de bilinçli olarak alet yapım kontrolünü arttırmak için yuvarlatılarak yapılmıştır.

Pullular ilk olarak kesici olarak kullanılıyordu, muhtemelen avlanılmış leşlerin uzuvlarını parçalamak için ya da zorlu bitkileri şerit olarak soymak için. Parçalanmış hayvan iskeletlerinin fosilleri, açık oyuk iliklerini kırmak için kullanıldığını da işaret eder. Oldowan katmanları, çizik izleri olan kemik ya da boynuz parçalarını kapsamaktadır ki bu da kazı yapanlar tarafından toprak altında kalmış kök ya da böcekler için kullanıldığını gösterir. [ Eski İnsan Aletlerinde Kültürel Evrimleşme ]

Editör / Yazar: Meltem TERZİOĞLU

Kanak: https://humanevolutionb36.weebly.com/cultural-evolution.html

Advertisement
Click to comment

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uzay

Hayat, Dünya oluşumunu tamamlamadan önce mi oluşmaya başladı?

Published

on

Dünya oluşumunu tamamlamadan önce Güneş sistemimizde hayat oluşmaya başlamış olabilir. Arizona Devlet Üniversitesi’nde (ASU) gezegen bilimci olan Lindy Elkins-Tanton,Güneş sistemi oluşmadan önce, gezegenlerin yapı taşları sayılan küçük gezegenimsi yapıların yaşam için gerekli tüm malzemelere sahip olduğunu söyledi. Ve bu küçük gezegenimsi yapılarda yaşamın ortaya çıkması için gerekli olan ılıman hava koşulları milyonlarca yıl boyunca ısrarla var olmaya devam etmiş olabileceğini ekledi. Küçük gezegenler, gezegen haline gelmeden önce hayatta kalmayı başardılar ve bu durum içlerinden birinin Dünya’ nın ve Dünya’ daki hayatın tohumu olabileceği ihtimalini arttırdı. Elkins-Tanton, bu temel fikrin 2016 sonbaharında ASU’da verdiği bir derste ortaya çıktığını söyledi. Dönem başında, öğrencilerinden hayatın küçük gezegenlerde oluşup oluşmayacağını düşünmelerini istedi.Önümüzdeki birkaç ay boyunca öğrenciler Elkins-Tanton ve yeni sunulan çalışmadaki ortak yazarı Stephen West, bu olasılığı ve bu temel sorudan kaynaklanan bir dizi başka soruyu araştıracak.

Yaşamın oluşabilmesi için üç temel bileşene ihtiyaç duyulmakta; sıvı su, organik moleküller ve bir enerji kaynağı. Tanton, güneş sisteminin doğumundan itibaren 1,5 milyon yıl içinde oluşan küçük gezegenlerin büyük olasılıkla üçünü de içerdiğini söyledi.Örneğin, 1969’da Dünya’da Güney Avustralya’da düşen eski bir uzay kayası olan Murchison meteorunda 35′ ten fazla amino asit tanımlandı. Elkins-Tanton, Murchison’ın organiklerle dolu olduğunu ve “petrol kuyusu gibi koktuğunu” söyledi.“Hayatın gelişmesi için güzel, sıcak, ıslak bir Murchison parçasından daha iyi bir yer olabilir mi? Öyleyse araştırmamız için bu fikirden yola çıkacağız.”Ayrıca Murchison’un ana gövdesi gibi erken küçük gezegenlerin enerji kaynaklarının alüminyum-26’nın radyoaktif bozunumundan geldiğini açıkladı. Bazı gezegenlerimizin içlerinden akan ısı, nesneleri tamamen eritecek kadar yoğundu, bu kesinlikle yaşamın ortaya çıkması için elverişli değildi.

Ancak diğer cisimler dıştan içe doğru kısmen eriyerek metalik bir çekirdeğe sahip oldular. Elkins-Tanton, bu tür gezegenlerin iç kısımlarının son derece sıcak olduğunudış yüzeylerinin ise soğuk olduğunu söyledi. Derinliklerden yayılan ısı dalgaları, su gibi sıvıları serbest bırakarak, yüzeye doğru iter.Bu tür işlemler, küçük gezegenlerin kayalık yüzeylerinin altında yaşanabilir ortamlar yaratmış olabilir. Ve bu ortamlar uzun bir süre boyunca devam etmiş gibi duruyor. Örneğin, şu anda California merkezli Metis Teknoloji Çözümleri firmasında bulunan Elkins-Tanton ve West tarafından yapılan modelleme çalışmaları,30 milimetreye (50 mil) genişliğe kadar varabilen küçük gezegenlerin yaklaşık 15 milyon yıl boyunca yer altındaki sıvı sularının varlığının devam etmesine yardımcı olmuş olabileceğini öne sürüyor. Açıkçası, Elkins-Tanton ve West, Dünya yaşamının aslında küçük gezegenlerin yapı taşlarından kaynaklandığını iddia etmiyor, sadece bu fikrin dikkate değer olduğunu söylüyor. Yeni çalışmaları ise sadece bir ön hazırlık. Ayrıca Elkins-Tanton fikrini ilk kez gezegen bilimi meslektaşlarına sunmuş oldu. Çalışmaların, yaşamın kökeni ve Güneş sistemi boyunca olası dağılımı hakkında daha fazla araştırma yapılmasına teşvik etmesini umduğunu söylüyor.

Elkins-Tanton, “Bu, hepimizin göz önünde bulundurması gereken bir soru” dedi.“ Yaşam aslında küçük gezegenlerde ortaya çıkmış olabilir mi? Meteorlarda yaşam için aradığımız kanıtlarvar mı? Eğer varsa, Güneş sistemi üzerinden nasıl yayılabildiler?” Yaşamın güneş sisteminden yayıldığı fikri elbette yeni değil. Örneğin, Benner ve diğerleri, Dünya yaşamının aslında Mars’tan geldiğini ve Kızıl Gezegen’den asteroit veya kuyruklu yıldız çarpmasındankurtulan bir kayayla seyahat ettiğini ileri sürüyor. Bazı araştırmacılar, yaşamınbaşka bir yıldız sistemindenDünya’ya gelmiş olabileceğini bile dile getirdiler.

Editör / Yazar: Merve GÖKTAŞ

Kaynak: https://www.livescience.com/65330-life-may-have-evolved-before-earth-finished-forming.html

Continue Reading

Teknoloji

Uzay Arıları ile Tanışın! Bu Minik, Küp Şeklindeki Robotlar Uzaya Ulaştı

Published

on

Geçtiğimiz hafta, Northrop Grumman’ nın Antares roketi, Uluslararası Uzay İstasyonu’ na binlerce kilo bilimsel araştırma, donanım ve malzeme getirmiştir. Birkaç gün sonra uzay istasyonuna gelen bu yük, aynı zamanda Uzay Arıları (Astrobees) adında iki küçük yardımcı robot da içermekteydi. Uzay Arıları, bir bilim kurgu filminde bulabileceğiniz robot arkadaşlarına benzemektedirler yani küçükler (küçük bir somun ekmek büyüklüğünde), küp şeklinde ve serbest uçan küçük makine boyutlarındadırlar. Ancak, Uzay Arıları, uzay istasyonunda bulunan mürettebata katılan tamamen işlevsel botlardır ve yakın gelecekte üçüncü bir botla birleştirilmeleri planlanmaktadır. Şimdilik, istasyonda bulunan bu iki Uzay Arısı, rutin görevlerde astronotlara yardımcı olacaktır. Uzay Arılarının bulunan birçok amaçlarından biri ise; astronotların,herhangi bir donanımın kayıp parçalarını bulmak gibi sıradan işlere harcamak zorunda kaldıkları süreyi azaltmakta yardımcı olmaktır.

Elektrik fanlarından oluşan bir tahrik (sevk) sistemi tarafından ileri doğru itilen bu küçük robotların her biri, istasyonun üzerinde yüzdükçe veri toplayabilen bilgi taşıma kapasitesine sahiptir. Radyasyon, karbondioksit ve daha fazlasını tespit edebilecek sensörler de eklenmiştir. Uzay Arıları ayrıca astronotların uzay istasyonunda ‘görmelerine’ ve ‘gezmelerine’ yardımcı olabilecek dahili kameralara da sahiptir. Robotların her biri, tırabzanları veya eşyaları yakalamalarını ve tutmalarını sağlayan birer “tüneme (tıraş) koluna” sahiptir. . NASA Ames Araştırma Merkezi’nden Uzay Arıları Proje Yöneticisi Maria G. Bualat, 16 Nisan’ daki bir açılış öncesi konferansında yaptığı konuşmada Uzay Arı robotları hakkında: ’Ancak gelin görün ki, bu kolları bir şeyleri kavramada çok maharetli olmadıklarından dolayı kavrama yetenekleri de haliyle sınırlı olmaktadır.’ Demiştir. Uzay Arı robotları özerk bir şekilde çalışmakta ve uzay istasyonundaki astronotlar veya Dünya üzerindeki uçuş kontrolörleri ve araştırmacılar tarafından da kontrol edilebilmektedir.

Yerleşik bir kamera ve “tüneme(tıraş) kolu” ile donatılmış olan Uzay Arıları, uzay istasyonunun korunmasına yardımcı olmak amacı ile tasarlanmıştır; ve onlar, veya onlara benzer herhangi bir robot türü, bir gün gelecekteki uzay gemilerine bakma ve bakımını yapma kapasitesine sahip olabilecektir. Şimdilik, küçük robotların yerleşik kameralarının, mürettebata ve yer kontrolörlerinin uzay istasyonu içindeki sorunları uzaktan görmelerinde yardımcı olacaklarını belirten Bualat, bu kameraların gelecekte mürettebat faaliyetlerini araştırmak için de kullanılabileceğini sözlerine eklemiştir.Uzay Arı ekibi bu kabiliyetin gittikçe geliştirileceğini ummaktadır.Gelecekteki uzay gemilerinde;Uzay Arıları gibi robotlar bir gün gemiyi, problemlerle karşı karşıya kalındığında denetleyebilir ve astronotlar bulunmasa bile uzay gemilerinin yerleşik sistemlerini koruyabilir.

Bualat, uzay istasyonunda taşıma denemelerinin ve istasyonun bakımının yapımında yardımcı olmasının yanı sıra;Uzay Arı robotlarının, araştırmacılara astronotların ve robotların uzayda birlikte nasıl çalışabileceği hakkında daha fazla bilgi edinmelerine yardımcı olacağını söylemiştir. Bu durum, daha ileri düzey robotların insan astronotlara yardım edebileceği ve birlikte yaşayabileceği gelecekteki daha uzun süreli görevler hakkında bizlere bilgiler verebilmektedir.Uzay Arıları’na baktığınızda, araştırmacıların neden astronotların onlarla etkileşime girmesi ile ilgilendiğini çok açık bir şekilde görebiliyorsunuz: Geleceğe ait, bilimkurgu arkadaşı robotlar gibi görünüyorlar ve hatta isimleri bile var, Uzay Arıları(Astrobees²).

[1] Bot, bilişim dünyasında “robot” anlamında kullanılan yaygın bir terimdir. Pek çok bilgisayar işlemini yarı-otomatik olarak yapabilen robotlar bilişimin tüm alanlarında kullanılır. En ünlü oldukları alan, arama motorları tarafından kullanıldıkları endeksleme teknolojisidir.

[2] Litaratürde Astrobees olarak geçmektedir. Daha iyi anlaşılması için Türkçeye Uzay Arıları şeklinde çevrilmiştir.

Editör / Yazar: Zeynep Erva Şahin

kaynak : https://www.space.com/astrobee-robots-on-space-station.html

Continue Reading

Fizik

Güneş Sistemimizin Oluşumu Düşündüğünüzden Çok Daha Karışık

Published

on

Güneş sistemimizi öğrenirken sistem, bir çoğumuza oldukça düzenli oluşmuş gibi görünür. Yaklaşık beş milyar yıl önce Güneşimiz oluşmuş, aradan biraz zaman geçtikten sonra güneş sistemimizdeki gezegenler ortaya çıkmıştır. Genel olarak bu gezegenler, büyüdükçe oluştukları Güneş’ten uzaklaşarak daha az yoğunlaşma eğilimi gösterdiler. Ancak bu açıklama, Güneş sistemimiz gençken meydana gelen düzensiz dinamiklere ve şiddetli değişimlere bir açıklık getirmiyor. Doğa nihayetinde düzenli bir hale geliyor fakat oluşan bu düzen tamamen bir tesadüften ibaret. Güneş sistemimiz şu anda durulmuş olabilir ancak ilk oluştuğunda oldukça karışıktı.

Kaosun İçinden Bir Düzen Yaratmak

Temelde anlatılan hikaye kulağa gayet düzgünmüş gibi gelir. Herhangi bir yıldız sistemi, merkezinde bebek bir yıldız yaratan kocaman bir gaz diski olarak oluşmaya başlar. Oluşan yıldız, bu büyük disk içindeki gazın çoğunu içine çekse de bir kısmı dışarıda kalır. Bu gaz kalıntıları daha sonra gezegen haline gelecek olan küçük çakılları oluşturabilmek için toz tanecikleri yaratacak şekilde birleşir. Bütün bunlar olurken, önceden oluşturulan genç yıldız parlamaya başlar ve içerisine aldığı gazı açığa çıkararak bir Güneş rüzgarı oluşturur. Yıldızın yakınında sadece ağır materyallerin kalması etrafında küçük ve yoğun gezegenlerin oluşmasına neden olur. Aynı zamanda fizik , bu gezegenlerin karşılaştığında kütle çekim kuvvetiyle yakaladığı malzeme miktarını sınırlayan küçük yörüngelere sahip olduğunu vurguladı.

Yıldızdan uzaklaşıldığında, yüksek miktarda helyum ve hidrojen emen dev gaz kütleleri oluşabilir. Bunun da ötesinde, Güneş’in sıcaklığından uzakta buzların erimemiş bir halde bulunduğu kar hattını görebilirsiniz. Bunlar, birleşerek dev buz kütlelerini oluşturur. Bu kulağa gayet normal, ‘’düzenli bir hikaye’’ olarak geliyor. Ancak Güneş sistemi, bundan daha karışık ve dağınık. Örneğin, herhangi bir nesnede toplanamayan küçük toz parçacıkları olan Kuiper Kuşağı ve Oort Bulutu var. Mars ise şüpheli bir şekilde küçücük ve Güneş sistemimizin ortasında asteroid kuşağının işi ne? Ayrıca, Dünya’nın ilk oluştuğu zamanlarda nereden geldiği belli olmayan, korkunç büyüklükte bir nesne ile çarpıştığını biliyoruz. Nasıl olursa olsun, bu gezegen büyüklüğündeki çarpılma Ay’ın oluşmasını sağladı ve bu bize her açıdan yararlı oldu. Ama kesinlikle bu sonuçların gerçekleşmesi planlanmamıştı.

Gezegenler Tek Bir Yerde Kalmaz

Doğa, çoğu zincirleme olayı rastgele başlatır. Bu yüzden, bazen gezegenler binlerce yıl süren yaşamlarında istikrarsız yörüngeler üzerinde oluşabilir. Zaman zaman, bu istikrarsızlık gezegenlerin birbiriyle çarpışmasına sebebiyet verebilir. Çoğunlukla kozmik olarak sapmalarına neden olur, yani gezegenler çarpışmaz ama momentum ve yerçekimin etkisiyle birbirlerini hızlı bir şekilde farklı yörüngelere itebilecek kadar yakınlaşırlar Bu ‘’mancınık etkisini’’ uzay araçlarına yararlı olacak şekilde sıklıkla kullanıyoruz fakat rastgele gerçekleşen karşılaşmalarda ratgele sapmalar olabiliyor. Bazen gezegener kendilerini Güneş sistemini tamamen dışına savurabilirler aynı şu anda hiçbir şeklide yeri tespit edilemeyen ve Dünya’ mız ile çarpışarak Ay’ ı oluşturan Mars büyüküğündeki objenin yaptığı gibi. Bilim adamları, kozmosta sürüklenen, tanımlanabilir herhangi bir yıldıza bağlı olmayan bu başıboş gezegenlerden birkaç tane buldular.

Dahası, Ay ’ın oluşumu gezegenlerin başıboş gezmesinin tek örneği değil. Güneş sisteminin ilk oluştuğu zamanlarda Güneş, fazlalık gazın tamamını harcamadı. Bunun yerine bu gaz, bazı bölgelerde daha yoğun olmak üzere gezegenlerin arasında dağınık bir halde kaldı. Güneş’in etrafında dolaşan Jüpiter ise bu gaz dalgalarıyla etkileşime girerek açısal momentumunu kaybetmeye ve sarmal oluşturmaya başladı. Güneş’e doğru yaklaşmaya başlayınca aynı zamanda kendi komşusu olan Mars’ a doğru da sürüklendi ve Kızıl Gezegen ’e ait olması gereken materyalleri içine almaya başladı. Bu durum, onu besleyecek ve büyümesini sağlayacak geniş bir yörüngesel yola sahip olmasına rağmen neden Mars’ ın Dünya’dan daha az materyale sahip olduğunu açıklayabilir.

Şu anda onu gördüğümüz yere dönebilmesi için Jüpiter ’in, ‘’büyük volta’’ denen hareketi yapısı şu an izlediği rotayı tam tersi yöne çevirmesi gerekir. Peki, neden bir gezegenin birden yön değiştirmesi gereksin ki? Jüpiter ve Satürn şu andaki Güneş sisteminde büyük hacimleri sayesinde daha fazla salınıma sahiplerdir. Araştırmacılar, çok uzun yıllar önce Jüpiter ’in Güneş’ e doğru dönerek ilerlediği zamanlarda Satürn’ün de onun peşinden gitmiş olabileceğini düşünüyor. İkili, onları dışarı atan ve etrafındaki cisimler üzerinde daha da güçlü bir çekim kuvveti uygulayan bir rezonansta kilitlendi. Böyle bir çekim kuvveti Neptün’ü daha da dışarı ittirmiş ve bu sırada buzlu Kuiper Kemeri içeriye doğru çekmiş olabilir. Jüpiter , daha sonra bütün bu nesneleri fırlatıp etrafımızı saran Oort bulutunu oluşturmuştur.

Evden Uzaklara Bakmak

Bütün bu olaylara uzak bir perspektiften bakmak bizlere yardımcı olabilir. Astronomlar birkaç yıl önce güneş sistemimizin dışındaki ilk gezegenleri keşfettiğinde diğer güneş sistemlerinin bizimkine pek de benzemediği açıktı. Fakat bunların birçoğu gözlemsel ön yargılardır çünkü Dünya gibi küçük gezegenlerin kendi yıldızlarından uzaktaki dönüşlerini incelemek biraz zordur.
Ancak gördüğümüz daha büyük gezegenler bile daha farklılar. Astronomlar, yıldızlarına yakın cızırtılı gezegenlerde dolaşan çok sayıda sıcak Jüpiterler yani dev gaz kütleleri buldular. En yaygın bulunan gezegenlerden olan küçük Neptün boylarında çok sayıda süper – Dünya ve bizim sistemimizde olmayan bir başka gezegen daha keşfettiler. Ve inceleyecek daha çok sistem olunca kendi sistemimizde başından beri ortada lan bir kanıtı görmediklerini fark ettiler; gezegenler sık sık başıboş geziyorlar.

Sıcak Jüpiterler, astronomlar onları ilk bulduğundan beri kafa karıştırıcıydı. Işıl ışıl parlayan sıcak bir yıldızın yanında dev bir gaz topunun oluşması fiziksel olarak mantıklı değil. Yıldız, gazı, doğmakta olan gezegenin yerçekiminin yakınlaştırabileceğinden daha hızlı bir şekilde sıyırabiliyor. Aslında, bunu HD209458b gibi en sıcak ekzoplanetlerin bazılarında da görüyoruz. Gökbilimciler aslında arkasından atmosferinin akışını gözlemleyebiliyorlar. Belki bir başka sıcak Jüpiter olan WASP-17b, bu konuyla ilgili daha fazla bilgi verebilir. Bu, kendi yıldızında geriye doğru dönüyor, gezegenler ters yönde dönerek oluşamayacağına göre, geçmişte bu gezegene bir şeyler olduğu kesin. Gökbilimciler ayrıca bu gezegenlerin ikisinin de diğer sıcak Jüpiter’ler gibi yalnız olduklarını biliyorlar.

Eğer Satürn Jüpiter’i aşağı doğru sarmalından çekmeseydi, bu bizim güneş sistemimizin kaderi olabilirdi. Bu kurtarma görevi olmadan Jüpiter, Güneş sisteminin geri kalanını uzayın derinliklerine sürükleyebilirdi. Sıcak Jüpiter’e sahip olan sistemlerin geçmişte daha fazla gezegene sahip olup olmadıklarını bilmiyoruz ancak, bu varsayımsal gezegenlerin Jüpiter’e benzeyen bir gezegenin batışına dayanma ihtimalinin düşük olacağını biliyoruz. Kendi Güneş sistemimizde uzun yıllar önce yapılmış gezintilerden yol çeker görüntülerine sahip olamayacağımıza göre, araştırmacılardan bu ‘’senaryolardan’’ herhangi birini kanıtlamalarını bekleyemeyiz. Ancak etrafımızdaki evrene ne kadar çok bakarsak, bozulan sistemler ve başıboş gezegenler için olan kanıtlar o kadar artar ve kendi Güneş sistemimizin tarihinin ne kadar benzersiz olduğunu öğreniriz.

Editör / Yazar: Zeynep BİROL

Kaynak: http://blogs.discovermagazine.com/crux/2019/01/16/solar-system-formation-chaos/#.xgrjos9kii4

Continue Reading

Öne Çıkanlar