Mustafa, Onur'un bir parçası

Mustafa, Onur'un bir parçası

Cumartesi Haberleri

‘Filinta’ adlı dizide ‘Galata Amiri Filinta Mustafa’yı canlandıran Onur Tuna, bilinmeyenlerini anlattı. Oynadığı karakterin kendisinden bir parça olduğunu ve iyi birer arkadaş olabileceklerini söyleyen Tuna, “Ama bir süre sonra Mustafa’nın hayatı tehlikeli gelirdi” diyor.

EMİNE BIYIK
emine.biyik@aksam.com.tr

Filinta’nın hikâyesini bilmeyenler için kısaca anlatır mısınız?
Filinta, 19. yüzyılın ikinci yarısında İstanbul sokaklarında yaşanan polisiye olguları epizodik olarak işleyen bir dizi. Ancak bunların yanında asıl hikâyesi Mustafa'nın başına gelen bir komployla başlayan ve karakterleri birbirine intikam, ihanet, aşk kavramlarıyla bağlayan bir örgü... 

Hem polisiye hem entrika hem aşk hem ihanet… Hangisi sizi daha çok içine aldı da  “Evet” demeye ikna oldunuz?
Her şeyden önce Kudret Sabancı için “Evet” dedim. Daha sonra hikâye ve senaryonun kendi içindeki fantastik yapısı beni ikna etti ve içine çekti. 

Dizide Galata Amiri Filinta Mustafa’yı oynuyorsunuz. Mustafa’yı yakından tanıyan biri olarak nasıl anlatırsınız onu?
Mustafa, kadı tarafından evlat edinilmiş, Londra'da dövüş sanatları ve silah konusunda uzmanlaşıp polisiye eğitimini başarıyla bitirmiş bir zabit. Herkesten bir adım önce düşünmeyi seviyor. Biraz sinirli ve en yakın arkadaşını kaybettiği için hayata geri dönmeye çalışıyor. Mustafa'nın özelliklerini sizden, bizden farklı tutmuyorum, insan nihayetinde... Senaryoyla birlikte durum içerisinde yetileriyle beraber faydalı olmaya çalışan bir insan. 

Mustafa ve Onur iyi arkadaş olabilirler miydi peki? 
Neden olmasın? Çünkü Mustafa, Onur'un bir parçası... Ortak özellikler arkadaş olmaya yeterli değildir ama zaman geçirseler iyi birer arkadaş olurlardı. Fakat bir süre sonra Mustafa'nın hayatı tehlikeli gelebilirdi (gülüyor). 

Hikâyeniz Mustafa ve Ali’ye kurulan bir komployla başlıyor. Peki, siz hiç hak etmediğiniz bir durumun içinde kendinizi bulursanız nasıl tepki verirsiniz? 
İnsanoğlu bu kendini sürekli mağdur ve hakkı yenmiş hissediyor. Benim de bazen böyle düşündüğüm anlar olmuyor değil. Eskiden haksızlığa uğradığımı fark ettiğimde susan biriydim ama bunu kırmaya çalışıyorum. Artık olaylar karşısında müdahale etme şeklim biraz değişti. 

UMURSAMAZ OLMAK SAĞLIKLI DEĞİL

Anlatmak yerine anlaşılmayı mı bekliyorsunuz?
Anlatmadan anlaşılmayı beklemek acımasızca bir şey (gülüyor). “Bana ne! Anlasaydın” der gibi (gülüyor)… Ben anlattığım takdirde anlaşılmayı beklerim. Fazlası varsa ne ala (gülüyor). 

Yanlış anlaşılmalar sizi üzer mi?
Yanlış anlaşılmalar üzücüdür tabii ki… Yanlış anlaşılmamak için çaba göstermek de yorucudur. Fazla gelir karşıdakine de yaşayan kişiye de… Ve sonu yoktur... Yanlış anlaşılmamak için çaba gösterenleri görmek bile batar bize bir 
süre sonra. Umursamaz olmak da sağlıklı değil (gülüyor). Duruma göre üzmeyebilir de o yüzden (gülüyor). 

Bir söyleşide başkasını mutsuz etmekten çekindiğinizi söylemişsiniz. Peki, bir ilişki bittiğinde karşınızdakine bunu nasıl anlatıyorsunuz? Çünkü sonunda mutsuz olan bir taraf oluyor…
“Bitsin” diyen kişi üzülmüyor diye bir şey yok. Ayrıca bitme noktasına gelmek, belli bir birikimin sonucunda olur. Eğer aniden oluyorsa zaten sahtedir. “Bitsin” derken iki tarafı da üzmemeye çalışıyor olabilirsiniz. Ama genel olarak insanları üzmemeye çalışmak; mükemmel bir duygu. Fakat sürekliliği imkânsız olduğu için kimseyi üzmeden ölen biri sanırım olmayacak.

AİLEMDEN HABERSİZ BİR ŞEY YAPMAM

‘Akılla büyü, nakille büyüme’, ‘Başın göğsüme aklın ileriye baksın.’ Bunlar babanızın size öğütlediği cümlelerden birkaçı… Çok şanslıymışsınız ne güzel bir babanız varmış… Ailenizi anlatır mısınız? 
Evet, çok şanslıyım. Dertleşebiliriz... Ailem birbirini seven, sayan birçok aile gibi bir farkları yok yani. Bana özel ve güzel. Onlardan habersiz bir iş yapmam. Dolayısıyla işler ya da durumlar değiştiğinde onlar hep 
orada büyük bir aşkla duruyorlar.

Ailenin yaramaz çocuğuymuşsunuz. Okulda derslere konsantre olamazmışsınız…
Neşeli, yaramaz ve sokakta geçen bir çocukluk geçirdim. Hiperaktif bir çocuktum. Hâlâ da öyleyim. İlkokuldayken oturduğumuz evin sokakları dardı. Sokakta oynanabilecek sevimli ve vahşi tüm oyunları oynardım. Yaramazlıklarım o kadar çok ki… Ailesini yaptığı haylazlıklarla yıldırmış bir çocuktum. Tabancayla boncuk atardım. Bıyık çizer, takım elbise giyip sırayla komşuların zillerine basardım. Hatta bir kere oyuncak silah doğrultmuştum, bayılanlar olmuştu ve çok korkmuştum. Daha sonra ortaokul yıllarım başladı. Basketbol takımındaydım ve her günüm sporla doluydu. Sahilde ve parklarda basketbol oynardım. Derslerim hep iyiydi, ta ki üniversite son sınıfa gelinceye kadar (gülüyor). Çok 
komik anlar ve kazalar var hayatımda birkaç satırla özetlemek zor oluyor.

Liseye başlayınca duruldunuz mu bari? 
Lise yıllarım da basketbol oynayarak ve dershaneye giderek geçti. Dediğim gibi derslerim iyiydi, o yüzden arkadaşlarımla gezmeye de vakit buluyordum. Arkadaşlarla birbirimize Cüneyt Arkın filmlerinden lakap takardık. Bana da ‘Öküz baş Alyon’ denk gelmişti ve üzerime yapışmıştı (gülüyor). Liseyi Bursa’da okudum. Ailemden uzaktaydım. Bir dönem 
yurtta kaldım, daha sonra eve çıktım. 

Tüm Cumartesi haberleri için tıklayın