Size daha iyi hizmet verebilmek adına sitemizde çerezler bulundurmaktayız. Gizlilik Politikamızı öğrenmek için tıklayınız. Ayrıca kişisel verilerin koruması kanunu kapsamında TESAD ile iletişime geçen her birey, iletişim verilerinin paylaşılmasını ve ilgili TESAD birimlerince kullanılmasını kabul beyan ve taahhüt eder.
feminizm

68 Kuşağı, İkinci Dalga Feminizm ve Cinsel Devrim Üzerine Mukayeseli Bir Değerlendirme

Öz

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından hızlı nüfus artışında doğmuş, babyboomgeneration olarak isimlendirilen, 1968 yılına damgasını vurmuş, değişimden, devrimden yana olan üniversiteli gençler ebeveynlerinin ahlaki öğretilerini, dini ritüellerini, giyim kuşamlarını, cinsel pratiklerini, evlilik biçimlerini; siyasi otoritelerin düzenini, baskıcı yapısını, adaletsiz mekanizmaları sorgulamışlar, düzeni değiştirmek için bildiriler yayımlamış, eylemler düzenlemişlerdir. Bu yazıda 50. yılında, üzerinden yarım asır geçmişken 68 Kuşağı olarak bilinen üniversiteli gençlerin, yapmak, yıkmak istedikleri 1960 sonrası oluşmaya başlayan II. Dalga Feminizm ile birlikte ele alınacaktır. Öğrenci Hareketi’nin de bir tür erkek kardeşliği altında yapıldığı vurgulanacak,  2. Dalga Feminist Hareket’in sloganlarından en mühimi ‘Özel Olan Politiktir’, radikal feminizm, kavramlar, sloganlar esas alınarak açıklanacaktır. Her yere sızmış erkek şovenizmi aktarılmaya çalışılırken yazının giriş bölümünde incelemenin çerçevesini oluşturan Cinsel Devrim ele alınacaktır. Yazının ilk bölümünde ‘68 Öğrenci Hareketi ve 2. Dalga Feminizm’ ele alınacaktır. İkinci bölümde Kürtajın Yasallaşma Serüveni, verilen mücadeleler feminist perspektiften teşrih edilecektir. Üçüncü bölümde homoseksüel ilişkilerin yaygınlaşması ‘Zorunlu Heteroseksüelliğe Son’ başlığı altında incelenecektir. Yazının dördüncü bölümünde ‘Aile Kurumunun Sorgulanması’, beşinci bölümünde karşı-devrimci bir oluşum olarak değerlendirilen porno sektörünün ortaya çıkışı eleştirel bir yaklaşımla, ‘Pornografi Eleştirisi’ başlığı altında açıklanacaktır. Sonuç bölümünde yazı boyunca verilen örneklerden hareketle, cinsel devrim feminist perspektiften okunup, çalışma nihayetlendirilecektir.

Anahtar Kavramlar:  İkinci Dalga Feminizm, Cinsel Devrim, 68 Kuşağı.

Giriş

Cinsel pratiklerin, kimliklerin, cinsellik algısının dönüşümü siyasi, iktisadi, içtimai koşulların değişiminden bağımsız değildir. 1960 sonrası hareketler, yaşanan kültürel farklılaşmalar, “Savaşma Seviş!” gibi sloganlar bu minvalde değerlendirilmelidir.

Eric Hobsbawm’ın kitabında Altın Çağ olarak nitelendirdiği Soğuk Savaş ile başlayıp 1973 yılına dek süren süreçte köylülüğün çözülüşü, çöküşü ile birlikte toplumsal devrim ve eğitim gerektiren birçok meslek kolunun doğması, hızla okulların artması ile kültürel devrim olmak üzere dünya iki devrim yaşamıştır.[1] Üniversite kentlerinin doğuşu, farklı yerlerden gelen gençlerin, hocasıyla öğrencisiyle bir düşünce sahası oluşturması, farklı deneyimlerin, başka birikimlerin bir araya gelmesi devrime giden yolun, değiştirme isteğinin önünü açmıştır.[2] Her ne kadar sonu hüsranla bitmiş gibi görünse de bugün bile konuşuluyor, anlaşılmaya çalışılıyor olması hem kuşak bağlamında hem de yaşanan olaylar çerçevesinde ehemmiyeti yadsınamayacak gerçeklerdir. Yazının temel çerçevesini yeni fikirlerin cinsellik, cinsel kimlik, roller, seçim, yönelim bağlamında ne öngördüğü oluşturmaktadır. Bu minvalde ilk olarak cinsel devrimin kavramsal analizi, tarihsel kökeni incelenecektir.

Cinsel devrim kişilerin bedeni üzerinde tam denetimi sağlama amacı gütmekte, yıllardır aile, toplum, dini kurum egemenliği altında olan bu pratiğin devrilmesini, yenilenmesini amaçlamaktadır.

Kuramları Freudyen Marksist düşünür Wilhelm Reich’ın çalışmalarından hareketle şekillenmiştir. Reich eserlerinde (Dinle Küçük Adam, Orgazmın İşlevi, Cinsel Devrim, Faşizmin Kitlesel İşlevi, Bedensel Boşalmanın İşlevi) cinsel açıdan tatmin olmuş kişilerin faşizmden, savaş yanlılığından, tüm kötülüklerden uzak olacağını ileri sürmektedir.[3]

Vietnam Savaşı protestoları, misal John Lennon ve Yoko Ono’nun iki hafta boyunca yataktan çıkmayarak, “Yatakta Barış, Dünyada Barış!” mesajı verdikleri aşağıda yer alan görsel; mahiyeti, tarihsel alt yapısı ve teorik çerçevesi ile birlikte düşünüldüğünde anlam kazanmaktadır.

“Özel Olan Politiktir!” bu döneme damgasını vuran bir diğer slogandır. Bu sloganı açmak, ifade etmek gerekirse, mutfakta, yatak odasında, televizyon karşısında, öpüşürken, sevişirken olan ne varsa politiktir, slogan Carol Hanish’in aynı adlı makalesinden gelmektedir.[4]

Cinsel devrimin özgürleşimi amaçladığı, her türlü iktidara, baskıcı veyahut hegemonik, eşitsizliğe, cinsiyetçiliğe, sömürü düzenine bir karşı çıkış olduğu söylenebilmektedir. Fakat kapitalizmle ve ataerkil sistemle iç içe geçmiş bu anlayış, tüketim çılgınlığının, maşist ideolojilerin kurbanı olmakta, iktidarı sorgularken kendisi bambaşka bir iktidar yaratmaktadır. Porno sektörünün doğuşu bunun en vahim örneklerinden biridir. İnsanları daha çok tüketmeye teşvik ederken aynı zamanda kadın bedenini metalaştıran, et yığını olarak gören anlayışı da pekiştirmektedir.

Cinsel devrime neden olan neydi sorusunun net bir cevabı olmamakla birlikte birkaç sebep sıralanabilmektedir, tüketim toplumu kültürünün gelişmesi, doğum kontrol hapının icadı, genç insanların kendilerine kalan her türlü dini ahlaki mirası reddi cinsel devrime neden olan birkaç unsurdur.[5]Tarihselci metot, birkaç yıl içinde bu sebeplerin doğuşunu elbette sorgulamakta, bunların altında yatan tarihsel süreci göz ardı etmemektedir. Bu yaklaşıma göre Birinci Dünya Savaşı, İkinci Dünya Savaşı dahi bu devrimde etkili olmakta, tarihi olaylar neden sonuç ilişkisinden ziyade belirli süreçleri ifade etmektedir. Öğrenci Hareketi’nin, cinsel devrimin olumlu olumsuz analizini yapma kaygısı güden bu araştırma eleştirel bakışı özelikle feminist duruş teorisinden yararlanarak gerçekleştirecektir.

1. 68 Öğrenci Hareketleri ve İkinci Dalga Feminist Hareket

İkinci Dalga Feminist Hareket,Betty Friedan’ın 1962’de yazdığı Kadınlığın Gizemi kitabı ile şekillenmiştir. Friedan kendinin ve tüm kadınların temel sorunları olan ontolojik kaygılarını gidermek için ‘Ben Kimim?’ diye sorarak başlamış, kadının ev içindeki konumunu teşvik eden erkek devleti sorgulamıştır. 1960’lar kadınların yasalar önünde eşitliğin yeterli olmadığını görerek ev içi, mutfak, yatak odası dahil her yerde eşitlik talebinde bulunduğu yıllardır.[6] Uymaları beklenen toplumsal normların, kendilerine uygulanan yasakların biyolojik cinsiyetlerinin değil, toplumsal kültürel yapının ürünü olduğunu fark eden kadınlar harekete geçmişler, örgütlenmişlerdir. Simone de Beauvoir’in ‘Kadın doğulmaz, kadın olunur.’ sözü daha sonra gender şeklinde kavramsallaştırılmakta, kadınların harekete geçiş noktalarını, kadınların ikincilleştirmelerinde toplumsal normların, kültürel kabullerin etkisini göstermektedir. Carol Hanish’in aynı adlı makalesinden esinlenerek “Özel Olan Politiktir!” sloganı da bu döneme damgasını vurmuştur. Kadınlar aynı zamanda kız kardeşlik çatısı altında örgütlenerek, erkeklerin müdahil olmasını istememişlerdir. Kadın Kurtuluşu Hareketi (Women’s Liberation Movement) bu minvalde değerlendirilen, Avrupa ve Kuzey Amerika’da aktif bir şekilde çalışan oluşumdur. Bu örgütlenmelerde kadınlar özetle bedenlerinin erkek denetiminden çıkmasını, cinsellikle doğurganlığın birbirinden ayrılmasını mümkün kılan doğum kontrolünün yaygınlaştırılmasını, kürtajın daha güvenilir koşullar altında yapılmasını talep etmişlerdir. Aynı zamanda ayrımcılığın önüne geçebilmek için, medya ile şekillenen algıdan başlayarak, edebiyat, tarih, felsefe, sosyoloji, siyaset bilim özetle sosyal bilimlerin hepsinde kadının temsilini, görünürlüğünü sorgulamışlardır. Kadınları görünür kılmanın, onların deneyimlerinden faydalanmak ve onların sesi olmak için örgütlenmeye, çabalamaya devam etmişlerdir. Bilinç Yükseltme Grupları organize edilmiş, kadınların öncelikle ezilmişliğin farkında olmaları ardından bu baskıcı düzene, eril tahakküme başkaldırmaları için gerekli güce sahip olduklarının farkında olmaları istenmiş, bu doğrultuda bildiriler yayımlanmış,eylemler düzenlenmiştir. Betty Friedan’ın 1966 yılında kurduğu National Organisation of Women (Ulusal Kadın Örgütü) şekillendirdiği, dile getirdiği talepler bakımından çok mühimdir.[7]

Üniversitelerin dolmaya, artmaya başladığı 60’lı yıllarda kadınların nüfus bağlamında erkeklerle eşit olduğunu söylemek mümkün değildir. Kadınlar erkek öğrencilerin direnişlerinde onlarla birlikte yol almak, direnmek, cinsel devrimi gerçekleştirmek istediğinde erkekler işlerine geldiği şekliyle bunu kabul etmekte fakat erkek kardeşliği hakimiyetini sürdürmektedirler. Kadınlar da bu erkek şovenizminin üzerine Kadın Kurtuluşu Hareketi adı altında örgütlenmektedirler, yukarıda bahsedilen İkinci Dalga Feminist Hareket’in neden kız kardeşlik çatısı altında birleştirici bir hareket olduğunun bir göstergesidir.

Kadınlar yalnızca siyasal, ekonomik, ideolojik yapıların değil, insan ilişkilerinin, dilin yeniden tanzim edilmesi gerektiğini fark etmişlerdir. Ataerkil yapının, tahakküm ilişkisinin mutfaktan, yatak odasına her yere sirayet etmiş olduğunu anlamışlar ve “Özel olan politiktir!” demişlerdir. Cinselliğin, politikanın, zekanın, iktidarın, anneliğin, çalışmanın vs. yeni anlamlar kazanacağı düşüncesiyle hareket etmiş, örgütlenmiş, kız kardeşlik çatısı altında birleşmişlerdir.

Eril tahakkümün, erkek şovenizminin soldan sağa her yere sirayet ettiğini Simone de Beauvoir örneğiyle izah etmek gerekirse; önceleri kendini Marksist olarak tanımlayan Beauvoir, tüm sol tandanslı görüşlerin, eylemlerin bir tür erkek kardeşliği hakimiyeti altında yürütüldüğünü fark edip kendini feminist olarak tanımlamaya başlamıştır. Kapitalist değerlerle savaşma ile karıştırılmaması gereken ataerkil düzenin, her yere sirayet ettiğini görmüş ve kadınların öncelikle cinsiyetler arası eşitsizliğe karşı birleşmeleri, feminist mücadele yürütmeleri gerektiğini söylemiştir.[8] Sınıf mücadelesinin de esas olduğunu belirtmeye devam etmekle birlikte, kadınların mücadelesini birinci planda tutmaktadır. Bu sebepten 60’ların sonunda Kadınların Bağımsızlık Hareketi’ne (MLF) katılır. Bu dönemde MLF büyük başarılara imza atarken, kürtajın yasallaşması için de büyük emek harcamıştır. Güzellik yarışmalarının protestosu ‘Sutyen Yakan Feministler’, 343 Manifestosu o zaman için değerlendirildiğinde ehemmiyeti kuşku götürmeyecek eylemlerdir. 8 Mart 1968’de “Dünyanın Bütün Kadınları Birleşin!” pankartları açmış, Miss America 1968’ı Özgürlük Tenekesi adını verdikleri çöp tenekesinde kadını tek kalıba sokmaya çalışan nesneleri (kemer, sutyen, topuklu ayakkabı, kirpik kıvırma makinesi) yakmışlardır. Çeşitli konferanslar düzenlemişler, bilinç yükseltme konuşmaları yaparak erkek egemenliğine, kapitalist sömürü düzenine karşı yanlış bilince sebebiyet verecek her türlü ortamı bertaraf etmeyi amaçlamışlardır.

Kadın olmanın, doğal bir gerçek olmadığını, belirli bir tarihin, kadının kişisel tarihinin ve medeniyet tarihinin ürünü olduğunu söyleyen Beauvoir, çocukluktan şekillenen kadınlığın, bu şekilde yaratılmış olduğunu söylemektedir. Biyolojik farklılıkları reddetmemekte fakat bu biyolojik farkların belirli hiyerarşi, tahakküm içeren, kadını nesneleştiren erkeği ebedi özne, kadını ise daimi nesne kılan mekanizmalara nasıl dönüştüğünü, eşitsizliğin yaratımında tarihin ne denli etkili olduğunu ifade etmektedir.[9] İnşa edilen cinsiyet rollerini İkinci Cins adlı eserinin üç cildinde de (Genç Kızlık Çağı, Evlilik Çağı, Bağımsızlığa Doğru) açıklamış, verilen görevlerin, kadınlardan beklenenlerin doğal olmadığını, ataerkil zihniyet tarafından üretilmiş olduğunu belirtmiştir.

İlk dalganın sorguladığı yasal ve hukuki eşitsizlikleri genişleterek, İkinci Dalga Feminist Hareket, kadına toplum tarafından verilen rolleri, toplumun kadına bakışını sorgulamış ataerkil sistemin tamamen devrilmesi gerektiğini kapsayan kuramlar geliştirmişlerdir. Betty Friedan, Kate Millett, Simone de Beauvoir, Shulamith Firestone gibi feministler radikal tutumları ile dikkat çekmişlerdir. Kadına uygulanan baskının, kadının tahakküm altına alınışının kişisel, psikolojik ve cinsel olmak üzere çeşitli yönleri olduğunu vurgulamaktadırlar. Erkeğin iktidarının sarsılması, cinsler arası eşitsizliğin giderilmesi için ataerkil sistemin bertaraf edilmesi gerekmektedir. ‘Özel olan politiktir.’ derken, erkeğin baskıcı uygulamalarının kamusal alanda yasalarla sınırlı olduğu için görünmez kılınmış olsa da, mutfakta, yatak odasında, televizyon karşısında sürdüğünü belirtmektedirler.[10]

Kate Millet’in 1970 yılında yazdığı Cinsel Politika adlı eseri bu minvalde değerlendirildiğinde, mühim bir eserdir. Erkeklerin kadınları yönetmesini sağlayan Cinsel Politika, cinsel egemenlik dizgesi, birçok alternatif komünde en sıradan burjuva evinde olduğu ölçüde canlı kanlı varlığını sürdürüyor, demektedir.

Betty Friedan “Kadınlığın Gizemi”, Shulamith Firestone “Cinselliğin Diyalektiği”, Simone de Beauvoir  “Kadınlığımın Hikayesi”, Kate Millett “Cinsel Politika” gibi eserler İkinci Dalga Feminist Hareket’in yapı taşları sayılmaktadır. Bu eserlerde “Kadın kimdir, varoluş amacı nedir, hangi mekanlardan, neden dışlanır?” gibi sorulara cevap aranmaktadır. Kadınlar ontolojik kaygıyla sordukları bu soruları “Özel Olan Politiktir!” diyerek cevaplandırmaktadır. Birinci dalganın çalışma,  eğitim, yurttaşlık hak mücadeleleri genişletilip yeni dalgaya, cinsellik, ev içi ücretsiz emek, aile içi şiddet, tecavüz gibi yeni konular eklemlenmekte, özel olanın, cinsel olanın politik olduğu sonucuna varılmaktadır.

60 sonrası aynı zamanda New York ve Boston’da geliştirilen radikal feministlerin de kuramlarını ortaya attığı görülmektedir. Radikal feministler 60 sonrası Yeni Sol’un uğraştığı büyük meseleler kadar kendi kişisel öznelik sorunlarının da mühim olduğu fikrini yerleştirme çabası gütmüşlerdir. Radikal feministler kadın devrimini ancak kadınların yapacağını söylemektedir. Dana Densmore‘Cinsel Devrimden Bağımsızlık’ adlı makalesinde kadın özgürlüğü için yalnızca cinsel özgürlüğün yeterli olmadığını savunan tezler geliştirmiştir. O, ruhsal, düşünsel özgürlüğün daha önemli olduğunu vurgulamakta, gerçekte sözü edilen cinsel devrim kadınlar üstünde tahakküm kurmanın bir başka metodudur demektedir. Sex ve aşkı kadınların kendi koşullarını, ikincil konumlarını düşünmekten alıkoyan bir uyuşturucu olarak düşünmektedir.[11] Evliliği, aşkı, savunmasızlığı, sahipliği, bağımlılığı geliştiren, kadının insan potansiyelini tam olarak geliştirmesini engelleyen kurumlar olarak tanımlamışlardır.Cinsel Devrim’in de kuramsal altyapısı yazının dördüncü bölümünde açıklanacağı için, aile kurumuna yönelik eleştirilere burada değinilmeyecektir. Shulamith Firestone ‘Cinselliğin Diyalektiği’, Valerie Solonis ‘Erkek Doğrama Cemiyeti Manifestosu’ gibi eserler radikal feminist kuramları içeren eserlerdir. Döllenmesiz üreme yollarının geliştirilmesi için çağrıda bulunan, birçok feminist tarafından da kadını biyolojik özelliklerinden ötürü ikincil konumdaymış gibi gösterdikleri ve bunun ancak teknolojik gelişmelerle mümkün olacağını savundukları için eleştiriye tabi tutulmuşlardır.[12]

Feministlerin çoğu aynı zamanda, evliliğin ve ailenin  ‘heteroseksüel seks kurumunun’ ortadan kaldırılmasını savunmuşlardır. Aile kurumunu kapitalist üretim şekliyle açıklayan Marksistlerin (Aleksandra Kollantay Marksizm Cinsel Devrim adlı kitabında bu konuyu irdelemiştir.) aksine Anne Koedt gibi feministler, kadınların aile içinde baskı altına alınışının ekonomik değil psikolojik temelli olduğunu vurgulamaktaydılar.

Barbara Burris de Dördüncü Dünya Manifestosu adlı eserinde, kadınların erkekler tarafından sömürgeleştirdiğini vurgulamakta, kadınların kültürünün baskı altına alındığını söylemektedir. Frantz Fanon’un Cezayir mücadelesini ele aldığı makalelerde peçeyi etnik Arap kültürü içerisine yerleştirmesini sorunlu bulmuş, peçenin hakikatte kadının baskı altına alınışının simgesi olduğu söyleyerek eleştirmiştir. Radikallikler bu minvalde değerlendirildiğinde haklılık payının olduğu görülmektedir.[13]

60 sonrası feminist hareket, kadınların sırf kadın oldukları için baskı altında olduklarını fark ettikleri, kızkardeşlik (aynılık) çatısı altında birleştikleri söylenebilmektedir.

Bu kökten değiştirme gereksinimi, kadınları 60 sonrası örgütlenmeye iten neydi diye sormak mümkündür. Bu sorunun tek bir cevabı yoktur. Fakat özetlenecek olursa, kadınlar İkinci Dünya Savaşı sırasında erkeklerin boşalttığı meslek birimlerine yerleşmiş, kamusal alanda varlıklarını genişletmişlerdir. Savaş sonrası erkekler geri geldiklerinde koltuklarını ellerinden almış, devlet destekli nüfus politikaları ile kadını esas yeri olarak görülen eve, yatak odasına göndermişlerdir, kutsal bir amaç için: Doğurmak…  Bu aşamadan sonra babyboom olarak adlandırılan, bu dönemde doğan, ve 60’larda üniversiteleri dolduran 68 kuşağının genel karakteristik özellikleri devreye girmektedir. Değişen koşullar ve değiştirmek istedikleri koşullar arasında gidip gelen bu kuşak, kendine özgü birtakım özellikler barındırmaktadır.

Kadınların da tıpkı erkekler gibi her ne kadar nüfus anlamında eşitlik sağlanamamış olsa da, değiştirmeye, devirmeye yönelik arzuları vardır. Eric Hobsbawm’ın belirttiği gibi Altın Çağ yaşanmakta, fikirler özgürleşip, teorik çerçevede kalınmayıp eyleme geçilmektedir. Yalnızca bekar kadınlar değil evli kadınlar da sadece çalışma talebiyle değil özgürlük ve özerklik talebiyle dışarıya çıkmakta, bir birey olarak hak talep etmektedirler.[14] Fakat kadınlar erkek egemenliğinin özgürlük nidalarının duyulduğu üniversitelerde dahi hüküm sürdüğünü görmüşlerdir. Tek başına cinsel devrimin de anlam ifade etmeyeceğini söyleyen kadınlar, psikolojik, kültürel, toplumsal yapıların değişimini, erkek iktidarının sızmış olduğu bütün söylemlerin, yapıların yapı-sökümüne uğraması gerektiğini söylemektedirler. Cinsel devrimin de erkek lehine gelişen birtakım ortamlara kaynak sağladığını belirtmekte, porno sektörünün kadını bedene indirgeyen, metalaştıran, kalıba sokan anlayıştan tiksinmektedirler.

İkinci Dalga Feminist Hareket’in büyük bir yankısı olan Kadın Özgürlüğü Hareketi’ne siyahi kadınların dahil olmaması üzerine Kara Panterler Partisi’nde oluşum göstermeleri bu hareketin aynılık adı altında, farklı kadınların deneyimlerini ihmal ettiğinin bir göstergesi olabilir mi diye sorulmaktadır eleştirel feministler tarafından. Tıpkı modern, aydınlanma düşüncelerinde insanı özgürleştiren kuramların, pratiklerin toplumun yarısını oluşturan popülasyonu içermemesi gibi, Kadının Özgürlüğü, Kurtuluşu hareketleri de siyahi, işçi kadınları göz ardı mı ediyordu diye sorulmaktadır. Sınıflar arası eşitsizliğin, cinsiyetler arası eşitsizliğin görüldüğü ve bunu baz alarak teori geliştirmenin, teorileri pratiğe dökmenin yolunu bulmak yerine kolaya kaçıp eşitlik, kız kardeşlik vurgusu adı altında öteki sınıftan, öteki ırktan, etnik kimlikten kadınların deneyimlerini görmezden mi gelmiştir?

Tüm bu sorular Üçüncü Dalga Feminist Hareket’in doğuş sebebi olan eleştirilerdir. Fakat ortama, döneme, toplumsal, kültürel yapıya göre analiz yapmanın ehemmiyeti aşikardır. Feminist tarih yazımının metodolojisi, feminist terminoloji kullanılarak yapılan bu çalışma hiçbir kadının deneyimini, hareketini, kuramını göz ardı etmemeyi, küçümsememeyi amaçlamaktadır. Feminist perspektifle yapılan her bir çalışma ister 20. yüzyılın başındaki ister ortasındaki ister sonundaki bir kadının deneyimini paylaşıyor olsun fark etmemektedir. Doğulu Batılı, Osmanlı’dan, Fransa’dan, Amerika’dan tüm kadınların bu zamana kadar göz ardı edilmiş deneyimlerini açığa çıkarmak, onların seslerini onların yararına duyurmak, sosyal bilimlerin merkezine yerleştirmek feminist sosyal bilimlerin temel özelliğidir.

2. Kürtajın Yasallaşma Serüveni

Cinsel alışkanlıkların değişiminde, daha özgür yaşanılabilir kılınmasında en önemli sebeplerden biri doğum kontrol hapının 1960’lardaki icadıdır. “Tarihte ilk kez özgürleşmiş kadınlar, cinselliklerini erkeklerin hep yaşadığı şekilde yaşamaya başladılar.” denilmektedir. Birçok ülkede kullanımı yasak olduğu için illegal yollardan temin edilmekte, ardından yalnızca evli kadınlara satışı yapılmaktadır. Sonrasında ise feminist mücadele sonucu 1970’lerde birçok ülkede yasallaşmıştır.[15]

Kürtajın yasallaşma serüvenini anlatmadan evvel dünyada ilk kez 1920’lerde serbestlik yasasını çıkaran devletin Sovyetler Birliği olduğunu belirtmekte fayda görülmektedir.

İzlanda’da 1935, İngiltere’de 1967, ABD’de 1973, Finlandiya’da 1970, Danimarka’da 1973, İsveç’te 1974, Norveç’te 1975, Fransa’da 1975, İtalya’da 1978, Hollanda’da 1981, İspanya’da 1985, Yunanistan’da 1986, Kanada’da 1988, Belçika’da 1990, Meksika’da 2007 yıllarında, feministlerin büyük mücadelesi sonucunda kürtaj suç olmaktan çıkarılmış, yasallaşmıştır.

Türkiye’de de kürtaj 27 Mayıs 1983 yılında yasal hale gelmiş fakat uygulamada birçok aksaklık günümüze değin devam etmektedir. Örneğin kürtaj yapılan devlet hastane sayısının az olması, özel hastanelerde aşırı miktar fiyat biçilmesi yasalarla teminat altına alınan hakların, uygulama ile bütünleşmediği sürece ne derece yoz kalacağının göstergesidir.

Kadınlar bu dönemde cinselliklerini erkekler gibi yaşayabilmelerine olanak sağlayan doğum kontrol haplarının yasallaşması ve yaygınlaşması için harekete geçmişlerdir. Bedenlerinin denetimi konusunda kimseden izin almaması gerektiğini söyleyen kadınlar, cinsellikle doğurganlığın bir tutulmaması gerektiğini belirterek kürtaj hakkının tanınması, yasallaştırılması için de mücadele vermişlerdir. Kürtajın yasallaşma serüvenini tek tek ülke bazında aktarmanın ehemmiyeti “Hak verilmez, alınır!” sloganından hareketle feminist mücadelenin idraki bakımından ortadadır fakat bu mümkün olmadığı için Fransa bazında ele alınması uygun görülmektedir.  Bu minvalde aralarında Simone de Beauvoir’in de bulunduğu imzaladığı 343 Manifestosu olarak tanınan bildiri, büyük bir öneme haizdir. 343 kadın ‘Ben de kürtaj yaptırdım.’ diye başlayan bir bildiriye imza atmıştır. Fransa’da 1971 yılında Nouve Observateu dergisinde yayımlanan bir kamuoyu açıklamasının altına aralarında Simone de Beauvoir, Catharine Deneuve, Françoise Sagan ve Marguerite Dumas gibi isimlerin bulunduğu 343 kadın imza atmıştır. Kadınlar bedenlerinin erkek denetiminden çıkmasını, cinsellikle doğurganlığın birbirinden ayrılmasını mümkün kılan doğum kontrolünün yaygınlaştırılmasını, kürtajın daha güvenilir koşullar altında yapılmasını talep etmişlerdir.Güvenli bir doğum kontrol sistemi, kürtaj hakkının tanınması, kadının kendi bedeni üzerinde söz sahibi olması temel taleplerdir.Bu bildiri şöyle başlamaktadır:

Fransa’da her yıl bir milyon kadın kürtaj olmaktadır. Tıbbi kontrol altında yapıldığında çok basit bir operasyon olmasına rağmen gizli saklı çok kötü koşullar altında yapılmaktadır. Kimse bu milyonlarca kadın hakkında konuşmuyor. Ben bunlardan biri olduğumu kabul ediyorum. Kürtaj yaptırdığımı beyan ediyorum, kürtaj olma özgürlüğümüzü talep ediyoruz.” [16]

Kürtajın suç olmaktan çıkarılmasının, yasalarla teminat altına alınmasının ardındaki feminist mücadeleyi bilmek, hakların erkekler tarafından altın tepsiyle verildiği mitini altüst etmekte, bizzat kadınlar tarafından, mücadeleler sonucu hakların elde edildiğini göstermektedir.

3. Homoseksüel İlişkilerin Yaygınlaşması: “Zorunlu Heteroseksüelliğe Son!”

Lezbiyen ve gey özgürleşme hareketleri 1970’lerin sonunda ortaya çıkmıştır. İngiltere’de 1967, Batı Almanya’da 1969, Fransa ve İsveç’te 1970’lerin sonunda eşcinsellik suç olmaktan çıkarılmıştır.

Siz eşcinsellerin toplumla kaynaştırılması gerektiğini söylüyorsunuz, ben eşcinsellerin toplumu dağıtması gerektiğini söylüyorum.” söylemleri sıkça dillendirilmektedir. Bu aşamada bir sonraki konu başlığıyla da ilgili olan evlilik, cinsel ifadenin em önemli çerçevesi olarak görülmekten çıkmıştır, denilmektedir.[17]

MichelFoucaultCinselliğin Tarihi adlı eserinde, beden ve sağlık kaygısından, kadın ve evlilikle ilişkinin düzenleniş biçiminden, cinsel ölçülülükten bahsederken filozoflardan örnekler vermektedir. Cinsel perhizin tarihsel kökenini, arkeolojisini incelemekte, deşifre etmektedir. Focault kavramların kökenine inerken, arkeolojik çalışma yaparken iktidarın sızmış olduğu her yeri deşifrasyona uğratmayı amaçlamaktadır.[18] 1960 sonrası homoseksüel ilişkilerin yaygınlaşması da heteronormatif anlayışın değişmesi, ünlülerin, başkanların eşcinsel ilişkilerinin görünürlüğünün artması iktidarın bu anlamdaki otoritesini sarsmaktadır.

Feminist hareket de “Zorunlu heteroseksüelliğe son!” sloganlarıyla homoseksüel ilişkilerin onay görmesi, yasakların kalkması için mücadele vermiştir.

4. Aile Kurumunun Dönüşümü, Sorgulanması

1960’larda değişen dinamiklere bakmadan evvel Friedrich Engels’in ‘Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni’ adlı eserinde belirttiği birtakım düşüncelere değinmek gerekmektedir:

“Modern karı-koca ailesi, açık ya da gizli, kadının evsel köleliği üzerine kurulmuştur; ve modern toplum, salt karı-koca ailelerinden –moleküller gibi- meydana gelen bir kütledir. Günümüzde, erkek çoğunlukla, hiç değilse varlıklı sınıflarda, ailenin dayanağı olmak ve onu beslemek zorundadır; bu durum, ona hiçbir hukuksal ayrıcalıkla desteklenmeyi gereksinmeyen, egemen bir otorite kazandırır. Aile içinde, erkek, burjuvadır; kadın proletarya rolünü oynar.”[19]

Engels ‘Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni’ adlı kitabında aile başlıklı bölümde aile içinde erkeğin burjuva, kadının proleter olduğunu belirtmekte, ardından çözüm olarak da kadının kurtuluşunun koşulunu, kadın cinsinin yeniden toplumsal üretime dönmesi olarak belirtmektedir.[20]

Üç evlilik biçimini özetledikten sonra (‘grup halinde evlilik’ -yabanıllık-, ‘iki başlı evlilik’ -barbarlık-, ‘tek eşlilik’ -uygarlık-) uygar toplumlarda tek eşliliğin kural olarak yalnızca kadın için geçerli olduğunu belirtmekte, kadınların grup halinden evlilikten yoksunlaştırıldığını fakat erkeklerin bu özgürlüğü bir şekilde devam ettirdiklerini vurgulamaktadır. Özellikle kapitalist üretim tarafından değiştirilip geliştirilen fuhuş, bu ahlaksızlığın veya toplumun ikiyüzlü ahlakının göstergesidir. Tek eşliliğin de önemli servet birikimlerinin bir elde (O el elbette erkeğin elidir.) toplanmasından ve bu servetlerin o adamın çocuklarına (oğullarına) kalması isteğinden doğduğunu belirtmektedir. Bu sebepleri, tarihsel süreçte tüm detaylarıyla irdelerken, eli kulağında olan toplumsal devrimin vasiyetle bırakabilecek en önemli sürekli servetlerin, üretim araçlarının toplumsal mülkiyete dönüştürerek, bütün çoluk-çocuk kaygılarını en aza indireceğini belirtmektedir.[21]

Eli kulağından olan toplumsal, kültürel, cinsel devrim gerçekleşmektedir. 1960’larda boşanmaların artması, cinselliğin ifade edilmesinde ailenin öneminin giderek azalması Engels’in tezlerini doğrular niteliktedir.

Engels’in ve Marx’ın fikirlerinden hareketle tez geliştiren Aleksandra Kollontay’ın Marksizm Ve Cinsel Devrim adlı eserinde, evlilik hakkındaki ifadeleri de konunun çerçevesini, tarihsel altyapısını anlamak bakımından çok önemlidir:

“Kahrolsun, aşıklar arasındaki birliğin resmi düzenlemesi! Kahrolsun törenler ve formaliteler! Serbest onama, işte kadını bunaltan bütün kötülüklerin devası budur! Birlikteliği kutsallaştıran tek bağ aşktır!”[22]

Sonuç olarak boşanmaların artması, cinselliğin tek ifadesinin evlilik olmaktan çıkması, evlilik sonucu doğmamış çocukların hakları için verilen mücadeleler bu döneme damgasını vurmuştur. Simone de Beauvoir İkinci Cins adlı eserinin ikinci cildini oluşturan Evlilik Çağı adlı bölüme yazgı adını vermiştir. Yazgı, toplumun kadına evlenmeden varlığını nasıl sürdüreceği konusunda alternatif üretmemesidir. Yeni koşullar altında artık evlilik yazgı olmaktan çıkmış denilebilmektedir.

5. Karşı Devrimci Bir Oluşum: Pornografi Eleştirisi

Doğum kontrol hapının mümkün kıldığı, Herbert Marcuse’in da belirttiği gibi tüketim kapitalizmi tarafından şekillenen cinsel devrim, porno gibi bir sektörün oluşumunu mümkün kılmıştır. İngiltere’de ilk modern porno dergisi King piyasaya sürülmüştür.

“1960’lardaki yeni özgürlük iklimi sadece bir dizi konunun özgürleşmesine değil bunun yanında pornocu erkek alayı tarafından desteklenen popüler bir harekete dayanmaktaydı.”

Bu sektörle birlikte tüketim kapitalizminin, kitle tüketiminin medya vasıtasıyla kadın bedenini metalaştırması, objeleştirmesi hızlanmıştır. Moda sektörü de hızla gelişmekte, kapitalizm kadının bedeni üzerinden zihinleri şekillendirmektedir. Kar maksimizasyonunu amaçlayan bu sektör tecavüzü, dayağı meşrulaştırmakta, cinsel fetişizmin yolunu açmaktadır. Ruhsuz, akılla asla özdeşleştirilemeyecek bireyler bedene indirgenmekte, belirli standartlar altında meme, kalça vs. ile eşleştirilmektedir. Ağır şiddet barındıran bu dergiler, sinema filmleri, televizyon dizileri şiddetle cinselliği aynı kefeye koyarak tecavüzü meşru bir zemine oturtma amacı gütmektedir. Ezilen, heteroseksüel ilişkinin altta kalan öznesi nesneye indirgenirken genel algıyı da şekillendirmektedir.[23] Porno sektöründe çalışan kadınların ucuz işgücü, emek kaynağı olduğunu da belirtmek gerekmektedir, patronların daha çok sermaye yaratmasına sebebiyet verecek bu yeni sektörde kapitalizm ve ataerkil yine el eledir. Medya vasıtasıyla her gün yinelenen bu söylemleri deşifre etmek ataerkil zihniyetin, eril şiddetin, tahakkümün bozguna uğratılması gerekmektedir.

Sonuç

1960-1980 cinsel devrimin yaşandığı, İkinci Dalga Feminist Hareket’in atağa geçtiği yıllar olmuştur. Özellikle 68 Olayları ile birlikte konuşulamaz meseleler tartışılır hale gelmiştir. Cinsel devrimle birlikte cinsellik erkek odaklı olmaktan çıkmış, kadın odaklı bir cinsellik algısı gündeme oturmuştur. Cinsel özgürlük ve bağımsızlık ilk kez politik çerçevede tartışılmaktadır. Kürtaj yasallaşmış, homoseksüel ilişki birçok ülkede suç olmaktan çıkarılmıştır. Marcuse gibi Marksist gelenekten gelen yazarlar da cinsel devrime pozitif bakmakta fakat tüketime teşvik eden doğası nedeniyle devrimi engelleyici bir yanı olduğunu da belirtmektedirler. İnsan doğasında var olan cinsel enerji, kapitalizm yararına manipüle edilmekte, reklam sektöründe kadın vücudu objeleştirilmektedir. Kadınlar açısından kazanımları olduğu kadar kayıpları da olan cinsel devrim cinselliğin konuşulabilir, mesele edilebilir olması açısından ehemmiyetinin yadsınamayacağı ortadadır.

Tüm yenilikler, reformlar, devrimler olumlu-olumsuz yanı içinde barındırmakta ve birçok soruyu da beraberinde getirmektedir. Cinsel devrimi feminist perspektiften izah etme amacı gütmekte olan, 68 Kuşağı’nı 50. Yılında İkinci Dalga Feminizm ile birlikte an(la)mak isteyen bu araştırma; önemli olayların yaşandığı, büyük dönüşümlere yol açan fikirlerin ortaya atıldığı dönemin çok az bir kısmını kapsamakta, yeni sorulara, yazılara kapı aralayarak sonlandırılmaktadır.

 


KAYNAKÇA

Arat, Necla, Feminizmin ABC’si, İstanbul: Say Yayınları, 2017.

Bammer, Angelika, Geleceği Yeniden Yazmak: 1970’li Yılların Feminizminde Ütopyacı İtki, İstanbul: Cogito Yapı Kredi Yayınları, Mayıs ’68, Sayı:14, Bahar, 1998, s.131-147.

Beauvoir, Simone de, İkinci Cins I, II, III, İstanbul: Payel Yayınları, 1993.

Beauvoir, Simone de, Kadınlığımın Hikayesi, İstanbul: Payel Yayınları, 1997.

Beşir, Fethiye, Kadın Kurtuluş Hareketinin 68’i, İstanbul: Toplumsal Tarih, Sayı:293, Mayıs, 2018.

Deguy, Jacques ve Sylvie le bon de Beauvoir, Simone de Beauvoir ‘Özgürlüğü Yazmak’, İstanbul: Yapı Kredi Kültür Yayınları, 2017.

Donovan, Josephine, Feminist Teori, Aksu Bora, Meltem Ağduk Gevrek, Fevziye Sayılgan (çev.), İstanbul: İletişim Yayınları, 2016.

Engels, Friedrich, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Ankara: Sol Yayınları, 2017.

Firestone, Shulamith, Cinselliğin Diyalektiği, Yurdanur Sağlam (çev.), İstanbul: Payel Yayınları, 1993.

Foucault, Michel, Cinselliğin Tarihi, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2017.

Herzog, Dagmar, Avrupa’da Cinsellik, İstanbul: Doğan Kitap Yayınları, 2011.

Hobsbawm, Eric, Kısa 20. Yüzyıl ‘1914-1991 Aşırılıklar Çağı’, İstanbul: Everest Yayınları, 2015.

Kolay, Hale, Kadın Hareketinin Süreçleri, Talepleri ve Kazanımları, EMO Kadın Bülteni, Sayı:3, Nisan 2015.

Kollontay, Aleksandra, Marksizm ve Cinsel Devrim, İstanbul: Ceylan Yayınları, 2016.

Kristeva, Julia, Simone de Beauvoir Aramızda, Özgü Berksoy (çev.) İstanbul: Sel Yayınları, 2017.

Marcus, Greil, Ruj Lekesi ‘Yirminci Yüzyılın Gizli Tarihi’, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2013.

Mitchel J. Oakley A. , Kadın ve Eşitlik, Fatmagül Berktay (çev.), İstanbul: Pencere Yayınları, 1998.

Reich, Wilhelm, Cinsel Devrim, İstanbul: Cem Yayınevi, 2015.

Sargın, Ayşe, Pornografi, Erkekegemenlik ve Feministler, Ankara: Pazartesi Dergisi, 2017.

Soysal, Deniz, “Evli Kadın” ve “Anne” Üzerine Bir Deneme, İstanbul: Belge Yayınları, 2016.

Taş, Gün, Feminizm Üzerine Genel Bir Değerlendirme: Kavramsal Analizi, Tarihsel Süreçleri ve Dönüşümleri, TheAcademicElegance, 2016.

Toprak, Zafer, 1968’i Yargılamak Ya Da 68 Kuşağına Mersiye, Cogito, Sayı:14, Bahar:1998.

DİPNOTLAR

[1] Zafer Toprak, 1968’i Yargılamak ya da 68 Kuşağına Mersiye, Cogito, Sayı 14, Bahar 1998, s.154-159.

[2] Zafer Toprak, A. g. y.

[3] Wilhelm Reich, Cinsel Devrim, çev. , Leyla Uslu, (İstanbul: Cem Yayınları, 2013) s.27.

[4]CarolHanisch, ThePersonal Is Political, Women’sLiberation, 1969.

[5]DagmarHerzog, Avrupa’da Cinsellik, (İstanbul: Doğan Yayıncılık, 2011)  s. 141-145.

[6]Fethiye Beşir, Kadın Kurtuluş Hareketi’nin 68’i, (İstanbul:Toplumsal Tarih, Sayı: 293), Mayıs 2018.

[7] Hale Kolay, Kadın Hareketinin Süreçleri, Talepleri ve Kazanımları, (İstanbul: EMO Kadın Bülteni, Sayı:3), Nisan 2015.

[8]Sylvie Le Bon De Beauvoir  veJacquesDeguy, Simone de Beauvoir Özgürlüğü Yazmak, çev. , Elif Gökteke, (İstanbul: Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, 2017), s.25-38.

[9]Simone de Beauvoir, İkinci Cins ‘Genç Kızlık Çağı’, çev. , Bertan Onaran,  (İstanbul: Payel Yayınları, 1993.), s.15.

[10] Necla Arat, Feminizmin ABC’si, (İstanbul: Say Yayunları, 2017.), s.70-83.

[11] Josephine Donovan, Feminist Teori, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2016) , s. 265-267.

[12]A. g. e, s. 272-276.

[13]A. g. e. , s. 278-285.

[14]EricHobsbawm, Kısa 20. Yüzyıl ‘1914-1991 Aşırılıklar Çağı’, çev. , Yavuz Alogan, (İstanbul: Everest Yayınları, 2015.), s.430.

[15]DagmarHerzog, Avrupa’da Cinsellik, (İstanbul: Doğan Kitap Yayıncılık, 2011.), s.157-165.

[16]DagmarHerzog, Avrupa’da Cinsellik, (İstanbul: Doğan Kitap Yayınları, 2011), s.161.

[17]A. g. e, s.165-170.

[18]MichelFoucault, Cinselliğin Tarihi, çev. , Hülya Uğur Tanrıöver, (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2017.), s.400-473.

[19]Friedrich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin, Devletin Kökeni, (Ankara: Sol Yayınları, 2017), s.87.

[20]A. g. e, s.85-88.

[21]A. g. e, s.89-91.

[22]AleksandraKollontay, Marksizm ve Cinsel Devrim, (İstanbul: Ceylan Yayınları, 2016), s.50.

[23] Ayşe Sargın, Pornografi, Erkekegemenlik ve Feministler, (Ankara: Pazartesi Dergisi, 2006.)