Kendimizi biraz da bilinmeze bırakalım

Kendimizi biraz da bilinmeze bırakalım
Kendimizi biraz da bilinmeze bırakalım

Fotoğraf: MUHSİN AKGÜN

Oyuncu Kaan Urgancıoğlu, insanın kendini hayatın akışına bırakmasından yana. Urgancıoğlu, "Kendimizi birazcık bilinmeyene bıraktığımızda, başımıza hiç beklenmedik küçük mucizeler geliyor" diyor
Haber: İPEK İZCİ - ipek.izci@radikal.com.tr / Arşivi

Oyunculuğa 10 yıl önce ‘Karaoğlan’ dizisiyle başlayan Kaan Urgancıoğlu, perşembeleri SHOW TV’de yayımlanan ‘Düşman Kardeşler’ adlı Trakya komedisinde ‘kısa yoldan yırtma derdinde’ bir genci canlandırıyor. “Buraya kadar hiçbir planım olmadan geldim, bundan sonra da plan yapmayı düşünmüyorum” diyen Urgancıoğlu soruyor: “Niyetimi, vicdanımı kaybetmediğim sürece en kötü ne olabilir?” 

Yoktunuz bir süredir...
Çok ara vermedim aslında, ‘Dürüye’nin Güğümleri’nden sonra konuk oyuncu olarak oynadım birkaç projede. Film ve drama üzerine yüksek lisans yaptım. Çetin Sarıkartal’ın yönettiği ‘Ara’ isminde bir oyunda oynadım. Oyunculuk üzerine vakit geçirdim diyebilirim... 

‘Dürüye’nin Güğümleri’nden sonra şu an rol aldığınız ‘Düşman Kardeşler’ de komedi. Özellikle mi tercih ediyorsunuz yoksa denk mi geliyor?
Aslında dram yapmam gerektiğini düşünüyordum ama benim dışımda bazı faktörler beni buraya yönlendirdi. Benim için iyi olanın benim dışımda seçilmiş olduğunu düşünüyorum. 

Sert oldu bu... Nasıl oluyor yani sizin dışınızda?
Kendi yaptığım bir tasarımı yaşamaktansa hayatın tasarımını yaşamak çok daha büyülü ve mükemmele yakın geliyor bana. Bir insanın sadece kendi tasarımıyla yaşaması kayıp yılları, yaşamdan yoksun kalmayı ifade ediyor. Halbuki kendimizi birazcık bilinmeyene, yaşamın büyüsüne bıraktığımızda, hiç beklenmedik küçük mucizeler geliyor başımıza. Kendi tasarımlarımızı yaşarken, bu tasarımın olup olmadığını devamlı kontrol etmekten hayatın içinde parlayan şeyleri kaçırıyoruz. 

Kişisel deneyiminizden yola çıkarak mı söylüyorsunuz bunu?
Şu an buna inanıyorum ve bunu yaşıyorum. Ben bunu böyle yapıyorum ve başarıyorum şeklinde bir böbürlenme olarak alınmasın yani. 

Diziye dönelim o zaman , babasız büyümüş bir genci oynuyorsunuz...
Evet, Oya Aydoğan’ın canlandırdığı Leyla’nın oğlu Mehmet rolündeyim. Mehmet, vole vurup para kazanma, bir an evvel yırtma derdinde. Her durumu idare edecek, her şekilde yırtabilecek şekilde kendini yetiştirmiş. Babasız büyümek çok zor bir çocuk için. Bir şekilde kendi ayaklarının üzerinde durup, annesine sahip çıkmak zorunda hissetmiş kendini. Sıkıştığında baba diye bağıramamış hiç. 

Sizin çocukluğunuz nasıldı?
Ben travmasız bir çocukluk geçirdim ama bugünkü aklımla söylüyorum tabii bunu. İnsanın çocukluğunda başına gelen hiçbir şeyin bir filmi olamaz ama bir çocuğun o çocukluk haliyle gördüğü, yaşadığı şeyler bazı ezberlere yol açıyor. O küçücük yaşımızla her şeye inanmaya müsait oluyoruz çünkü.... Bu ezber de bazı kararlardan, seçimlerden yoksun bırakıyor bizi. Kısacası bizim şimdi anlattığımızda çok hafif olan şeyler, çocuğun gerçeklik algısında çok ciddi travmalar olabiliyor. 

Ve bu travmalar sonradan ortaya çıkıyor…
Aslında çoğu zaman hiç ortaya çıkmıyor. Çoğu zaman bunları hiç hatırlamıyoruz, en büyük travmaları görmezden geliyoruz ama vücut bir şekilde onu emiyor. Bunlarla ilgili çalışmalar var yapılabilecek ama tabii birçoğumuz bunun farkında değiliz. 

New York’taki Stella Adler Studio of Acting’de oyunculuk eğitimi gördünüz. Oyunculuk desteğinin dışında ne verdi size New York?
Özgüvenimi orada kazandım. Tek başıma gittim ve “Ben neyim?” diye sordum. Orada kimse senden bir şey beklemiyor, “Şen şöylesin ve şöyle davranmalısın” demiyor. İstediğin gibi davran, yine de sorun yok. Ki istediğin gibi davranabildiğin noktada kendini keşfetmeye başlıyorsun. 

O zaman kendinizle ilgili en son keşfettiğiniz şeyi bana anlatsanız...
Hiç hırslı görünmeyip aslında içten içe çok hırslı olduğumu fark ettim. 

Bu sizi rahatlattı mı?
Hem de çok. Bu hırsı kendimden bile sakladığım için gerekli çalışmayı yapmamışım, tembellik yapmışım. Uzun süre oyunculuğa karar vermedim mesela. New York’a gitmeye yani oyuncu olmaya karar verdiğimde zaten 6 yıldır oyunculuk yapıyordum. Çok ciddi de para kazanıyordum bu işten. Ama geleceğime karar vermemiştim ve yorucuydu o süreç. 

İlk kez kamera önüne geçerken macera diye baktınız o zaman...
Cesaret gerektiriyordu, korkularım vardı tabii ama gözümü kararttım. Güvendim bir şekilde kendime, bana bir şey kaybettirmez diye düşündüm. İlk başta macera gibi gelmişti evet ama bu işi öğrenmeye başladıkça hep daha çok keyif aldım. 

Tiyatro peki? Yeniden bir oyunda yer alacak mısınız?
Hani dedim ya, benim dışımda bir şeyler beni yönlendiriyor diye, işte ben buna izin vermeye devam edeceğim. Herkes planladığı şeyi yapabilir ama ‘Ben şunu, bunu yapacağım’ deyip sonra yapabilmek çok matah bir şey değil bence. 

Yani akışına mı bırakalım?
Akışına bırakmak koyvermek anlamında değil ama... Hayatın başımıza gelmesine izin vermeli ve kendi kurgumuzu yaşamaktansa hayata tepki vermeliyiz. Buraya kadar hiçbir planım olmadan geldim, bundan sonra da bir plan yapmayı düşünmüyorum. Niyetimi, vicdanımı kaybetmediğim sürece en kötü ne olabilir ki? 

Şu an hayatınızdaki en güzel şey nedir?
Ailem gerçekten bana çok mutluluk veriyor. Hayatı anlamaya devam ediyorum bir yandan. Bu da güzel ama anladım dersem, yalan olur. Anlamlandırmaya çalışıyorum devamlı, anlamlandıramadığımız yerlerde de bence duruyoruz zaten. Ve o zaman hayatı dolu yaşamıyoruz. 

Zor bir topa girmişsiniz gibi geldi, hayatı anlamlandırabilmek mümkün mü ki?
Tabii ki. Ama hayat şimdi oturmuş, “Ne komik anlamlandırdı beni” diyordur. Yine de ben kendi aklımla anlamlandırmaya devam ediyorum. Hayata net bir soru sorarsan cevabı mutlaka geliyor. Biz bir şey istiyoruz, materyal, mal vs... Bunların altında hep “Ben buna sahip olabilir miyim?” sorusu veya “Sahip olursam mutlu olacağım” düşüncesi var. Aslında sadece mutlu olmayı istesek… Zaten mutluluğun getirisi olan materyalin de malın da enerji aralığı insanınkinden düşük. Bizim çekim kuvvetimiz bir arabadan çok daha fazla. Yani bir malı, mülkü istediğinde kendine doğru çekebilirsin. Ama onu niye istiyorsun, onu bildiğin zaman çok kolaylaşıyor...

Genç bir Tanrımız var’
‘Kişinin gördüğü ufak şeyler bir şekilde üst benliğimize aktarılıyor. Yani buraya gelmemizin sebebi üst benliğimiz... Burada bir şekilde güvende olmamamızı sağlayan ya da işler istediğimiz gibi gitmediğinde bizim buradan çıkmamızı sağlayan da o. Üst benliğimiz bize birkaç kapı koymuştur, onları seçerek hayattan da çıkabiliriz. Mesela bir kaza anı yaşarsın, mucize eseri kurtulursun, o senin kullanmadığın bir kapındır aslında. Orada gitmeyi de tercih edebilirsin, ama ‘Hayır!’ dersin kalırsın. O yüzden hepimizin aynı düşüncede, aynı bakış açısında bir şeyi görmemizin çok bir anlamı yok. Ayrıca inancıma göre bize öğretilen ve hayal ettiğimiz aksakallı dede gibi değil, genç ve büyüyen bir Tanrımız var... Kendi açımızdan kimsenin göremeyeceği şeylerle onun tecrübesini genişleterek, onu büyüteceğimizi düşünürken, onun bizi, bizim de onu büyüttüğümüze inanıyorum’.

'Düşman Kardeşler', her perşembe 21.30'da SHOW TV'de