Yazmak, yazar olmak, ucu çocukluğa kadar gidip dayanan, hiç bitmeyen, ömür boyu çaba gerektiren bir uğraş. Yazarların yazmak ve yazar olmakla ilgili içlerinde uyanan en erken hatıradan, ilk ürünlere, yayımlanmış eserlere ve geleceğe uzanan yolculuklarını onların ağzından dinlemek, sizi de bu serüvene dahil etmek istedim. Buyurun.
Tuğba Gürbüz

Hafize Çınar Güner
Yazan Olmak, Yazar Olmak…

“Nasıl yazar oldunuz?”

Bu soru kitap fuarları, okul söyleşileri ve imza günlerinde bizlere en sık sorulan soruların başında geliyor. Ben ilk başlarda yani kitaplarımın yayınlandığı ilk yıllarda karşıma çıkan bu soruya, “yazar olmak hiç aklımda yoktu” diyerek yanıtlıyordum. Ancak bir gün kedim Lokum kitaplığımın en üst rafında duran çocukluğuma, gençliğime ait günlükleri yere düşürdüğünde gerçeği söylemediğimi anladım. Çünkü bu günlüklerimde sıkça yazar olmak istediğimden bahsetmişim. Evet, çok konuşkan biri olarak bilinsem de yazmak benim için her zaman kendimi ifade etmek için iyi bir araç oldu. Pek çok kişi gibi ben de okul gazetesine öyküler yazdım, aşk şiirleri kaleme aldım, gezi notları tuttum. Ödevimi yapmak yerine duvar gazetesine yazı yazdığım için azar işittiğim de oldu, İstanbul’dan bindiğim Doğu Ekspresi’nde yazmaya daldığım için Ankara Garı’nda inmeyi unuttuğum da. Çocuklarla yaratıcı drama atölyeleri yapmaya ve onlarla oyunlar sahneye koymaya başladığımda ise yazmaya daha da sarıldım. Çocuklarla birlikte yaratmak harika bir şey. Onlarla birlikte oluşturduğum pek çok öğrenme tasarımını farklı platformlarda sundum. Makaleler, bildiriler, tiyatro metinleri, öyküler yazdım. Yazmanın biçemi değişse de edimi aynı aslında. Ancak bir öykümü yayımlatma konusunda girişken olamadım. İlk göz ağrım İyi ki Varsın Tilki Toni serim uzun bir yazma ve bozma süreci sonrası okurla buluştu. Çünkü nitelikli çocuk edebiyatının ne olup ne olmadığının çok iyi biliyordum. Çok iyi kitaplar okumuştum ve yüksek lisans, doktora düzeyinde çocuk edebiyatı dersleri almıştım. Kalem oynatılan her şeyin edebiyat olmadığının bilincindeydim. Yazılan ve basılıp okurla buluşan her eser artık okurun oluyor ve okur karar veriyor yazar olup olmadığımıza. Ben uzun süre kendime yazar değil yazan dedim ki bugün de yayımlanmış on dört kitabım ve dört farklı yayınevinden yayına hazırlanan altı kitap dosyam olmasına rağmen yazar sıfatını benim kendim için değil okurun benim için kullanmasının daha uygun olduğunu düşünüyorum.

Her gün defterini eline alıp ya da bilgisayarın başına geçip düzenli olarak yazan ve yazmak için konu kovalayan biri değilim. Hayatın akışında beni acıtan, heyecanlandıran etkileyen olaylar ve durumlar karşısında yazmadan duramıyorum. İşte o an nerede olursam olayım hemen kendimi dış dünyaya kapatıp bulduğum herhangi bir şeyler yazmaya başlıyorum. Sonrasında ise o fikrin bir öyküye dönüşmesi çok keyifli ve zorlu bir yolculuk oluyor.

Çocuklar için yazdığımı düşünmüyorum her yaştan okur için ama sanırım en çok da kendim için yazıyorum. Altı yılı aşkın bir süredir Kadıköy Anneleri web sitesindeki İlk Kitaplığım köşemde resimli kitapları anlatıyorum. Burcu Yılmaz ve Simlâ Sunay ile birlikte Cumhuriyet Kitap’taki Taş-Kağıt-Makas sayfamızı taşıdığımız Sanat Kritik web sitesinde ise her yaştan çocuk kitabını yorumluyorum. Tüm bunların okuma, yazma ve yorumlamanın birbirini çok beslediğini düşünüyorum. Bir de çeviri kısmı var elbette. Maalesef ben o kısımda kalem oynatamıyorum ama hayallerimden biri eserlerimin başka başka dillerde okurla buluşması diyebilirim. Başka ne mi hayal ediyorum? Hayallerimin hiç bitmemesini…

Hafize Çınar Güner