Hz.
Peygamberin amcası Ebu Talip ölürken dudakları kımıldadı...
Şahadet getirdi mi, getirmedi mi?
(Modern paralellikleri “Prens Charles
Müslüman oldu mu? Ya Kaptan Cousteau?” )
Dil ile tasdik etmediğini biliyoruz, ancak
dudaklarının oynaması ne ifade eder?
Ya da en azından Ebu Talibin Hz.
Peygambere yaptığı onca iyiliği sadece bununla mı ölçmek lazımdır?
Yani “müşrik” olması Ebu Talip’i
ahlaksız yapar mı?
Ya da Hz. Ömer hidayete ermeden önce
kötü bir insan mıydı?
Önceden de şahsiyetli bir insan değil
miydi? Cesur ve adalet sahibi değil miydi?
Hz. Osman’ın şehit edilmesinde, yaptığı
bazı adaletsizlik uygulamaların rolü olmadı mı?
Hz. Ömer’in adaleti onun şehit
edilmesine yol açmıştı oysaki!
Ya da “ashap”tan olan Muaviye’nin, Hz.
Peygamberin nerdeyse soyunu kurutmaya yönelik tavırları olmadı mı? Ehl-i Beyt’e
hem de camilerde yaptırdığı hakaret, acaba Hz. Ali’nin torununu şehit
ettirmesinden daha az mı vahimdir?
Uhut Savaşında ashaptan insanlar
itaatsiz davranmadı mı?
Hendek Savaşında Hz. Peygamber bir Aceme
akıl danışmadı mı?
Ağaçları aşılama konusu sorulunca, “bunu
sizler daha iyi bilirsiniz” demedi mi?
Hz. Peygamberin vefatından sonra
halifelik konusu kişisel hırsları ortaya çıkarmadı mı?
Peki, halifelerin hepsi “adil” mi
idiler?
Üç halifenin birden farklı yerlerde ve
devletler de olduğu olmadı mı?
İslam her zaman bir bütün olarak mı
hareket etti?
“Reşit halifeler” insani hatalardan uzak
mıydılar peki?
Sıffin’de karşılıklı savaşanların
mızraklarında Kuran sayfalarını kim taktırdı?
Abbasi ve Emevi Halifeleri arasında
şarap içen hiç olmadı mı?
Ve uzayıp gider sorulara cevaplar ya
alınamaz. Ya da Muaviye için bir aklama gerekçesi bulunur. Evet, “zalimlikleri
vardır ama...”
“Ama”dan sonrası artık başka bir fasıldır.
İkincisi Osmanlı dönemidir.
Yani yeni “putlar” dikme dönemi başlar.
O da bir sonraki dönem olan Cumhuriyet
Dönemine karşı çıkarılır.
Söğütle başlar tarih, öğütle biter.
Selçukluları ve diğer Türk devletlerini
atlamak muhafazakâr aklın bir tercihidir.
Artık tarih kimlerin ne yaptığından
çıkar, kimlerin daha “mümin” olduğuna evrilir.
Hatta din bile kıstas olmaktan çıkar,
uygulamanın kendisine göre dini kural esner.
Alice Harikalar Diyarında gibi gözlemler ve anlatılar vardır tarih yazıcılarında.
Alice harikalar diyarına girer ve bakar
ki gördükleri hep harikuladedir.
Alice’in naifliği kadar, toplum
mühendisliğinin titizliği de rol oynar bu algıda.
Yani...
Muhafazakâr akıl tarihe sempatik ve parasempatik
olarak yaklaşır.
Çünkü tarih bu akıla—ve karşısındaki
akıla göre—bir bilim alanı değil, bir iman ve ideoloji alanıdır. İmanın
sorgulanmazlığı kadar, İslam ve Osmanlı tarih alanları da sorgulanmaz. Bir
şekilde sempatik sistem güzellikleri öyle güzel görür ve/ya gösterir ki,
tarihte yapılan yanlışlıkları ve kötülükleri yanlış ve/ya kötü olarak algılamak
yerine, onların aslında hangi gerekçeyle “zaruretten” yapıldığı konusuna
yoğunlaşır. Eğriler doğru olur, doğrular eğrileşir.
Çünkü...
Tarihte olmuş yanlışlıkları yazmak ya da
konuşmak muhafazakâr akıl için hezeyanlı bir süreçtir ve “imanı kaybetme”
endişelerini beraberinde getirir. “Kardeş katli” dahi bir caizlik alanına girer
Osmanlı’ya gelince.
Kötülükler bu dönem hafızasından ya
silinir ya da ince dokunuşlarla telkari tarih telveye karışır gider. Bir tarafı
mükemmellikle diğerini sırf çirkeflikle anmaya başlar. Çünkü “biz onların
ayakkabılarını bağcıklarındaki toz da olamayız!”
Hafızlıkta esas ezbere almaktır zaten,
anlamak yükümlülüğü yoktur.
Ve muhafazakâr akıl dini en güzel
başkasına anlatır.
Kendisini bağlamaz anlattıkları. Ritüele
indirgediği din, spritüel anlamını kaybederken, tarumar olan bahçeden saksıya
kotarılan bir çiçeği ontolojik meseleye dönüştürür.
Silsilenin üçüncüsü de Menderes ve
“takipçileri” serisidir.
Ve Menderes ekolüyle işi bitince zaten
İnönü ekolüne çark etmiştir.
İşte bu nedenledir ki...
Dr. Faustus ile Türkiye’de muhafazakâr
kisveli Paralel Yapı arasında çok bağlantılar var. Malumunuzdur, Dr. Faustus
Ortaçağ’dan Rönenansa geçişin karakteridir. Dr. Faustus epey bir süre teoloji
tahsili yapar. Ama dini konuları bilmek artık ona yetmez, daha fazlasını ister.
İster ki artık dünyaya hükmetsin. Ve öyle yürekten ister ki, dileği kabul
edilir Mephistopheles tarafından. Ve aslında Makyavel’den çok ötede bir yerde
durur Faustus.
Faustus eserin sonunda Müslüman oluyor
muydu? Hatırımda değil...
Makyavel’in niyeti ve önerileri açıktır.
Faustus ise, yaptıklarını niyet
kisvesiyle örter.
Ancak Mephistopheles ile yaptığı anlaşma
“apaçık beyan” ile sabittir.
Onun için Muhafazakârlıktan İslam’a
dönme vaktidir.
Ya da en azından, neysek o olarak var
olma ve öyle gözükme.
Ki, liyakatiyle var olmayan yapıların en
korktuğu şey de budur.